14 Mayıs’ta Mutfağa Oy Vereceksiniz

14 Mayıs’ta sadece aklımıza ve kalbimize hitap eden adaya oy vermeyeceksiniz, kadınlar için de adalet, saygı ve eşitlik arayanlara, İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden kavuşmak isteyenlere, kadın ile erkeğin omuz omuza bu hayatın zorluklarını göğüsleme mücadelesine oy vereceksiniz. “Hepimiz aynı gemideyiz” diyenlerin, işlerine geldiğinde geminin güvertesine erkekleri alıp mutfağa kadınları hapsettiğini, kadını nesneleştirdiğini, kadın emeğini sömürdüğünü ve değersizleştirdiğini unutmadan oy vereceksiniz.

karı gibi mutfaktan çıkmayan pankartı

“Karı gibi mutfaktan çıkmayan değil, arı gibi çalışan lider” istiyorlarmış. Bu isteklerini ifade eden bir pankart bile yapıp, tüm eril gururla miting meydanlarına inerlermiş.  

 

Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun mutfaktan ulusa seslenmesini bir “zayıflık” olarak görüyorlarmış. Erkek, “kadına ayrılmış alan” olan mutfağa girerse, bu bir “teslimiyet” ve “toplumsal yozlaşma” demekmiş. 

 

Tüm bu kakofoniye yanıt olarak, Can Yücel’in Duygu Asena’ya yolladığı şiir kitabının içine “Türk Karı Kuvvetleri olarak öperim seni” notu gündeme geldi. 

 

Kılıçdaroğlu da “Biz hayatı paylaşmaktan gurur duyarız. Alın şimdi bu fotoğrafı pankartınıza koyun” diyerek Meral Akşener’in eşiyle birlikte mutfakta bardaklara çay servisi yaparken fotoğraflarını paylaştı. 

 

Akşener’in de yanıtı gecikmedi: “Kadın işi, erkek işi yoktur. İnsan işi vardır, paylaşmak vardır, yardımlaşmak vardır” şeklinde bir tweet paylaştı. 

 

Ancak bir yandan da kapitalist çark son sürat devam ediyor. Bu yıl seçimle aynı güne denk gelen Anneler Günü için markalar her sene olduğu gibi bilinçli bir bilinç kaybına uğrayarak, anneleri bir kez daha temizlik-yemek-bakım üçgenine indirgemek suretiyle mutfak eşyaları kampanyaları yapıyor. 

 

Zaten pandemi döneminde evden çalışmanın kadınlar için tüm yükleri aynı mekânsal kısıtlar altında göğüslemek anlamına geldiği görülmüşken, kadınların her türlü kriz ortamında varoluş mücadelesi son sürat ilerliyor. 

 

Toplumsal Cinsiyet Temelli İş Bölümü Ne Demek? 

 

Toplumsal cinsiyet temelli iş bölümü, toplumdaki iş bölümünün ataerkil düzenin bir sonucu olarak cinsiyet üzerinden hiyerarşik şekilde tanımlanması ve kadın ile erkeğin işlerinin bir hiyerarşi dahilinde birbirinden ayrılması anlamına geliyor. 

 

Yemek, temizlik, ütü, çocuk ve yaşlı bakımı, mutfak alışverişi gibi sorumluluklar, “ev içi ücretsiz sömürü” mekanizması gereği kadınlara “havale” edilerek, erkeği “eve ekmek getiren kişi” konumuna indirgiyor. Erkeğin yaptığı işe, bu mekanizma dahilinde daha fazla değer atfedilmiş oluyor. 

 

Dünyaya bu perspektiften bakan kişi, erkeğe politik, iktisadi ve toplumsal erki veriyor ve erkeği sadece eve gelir getiren değil aynı zamanda karar alma mekanizmalarında da sözü geçen, toplumda prestijli meslekler ve pozisyonlarda öncelikli olarak işe alınan, kadınlar üzerinde her türlü toplumsal, politik, iktisadi ve hatta cinsel tahakkümde bulunabilen bir konuma “yükseltiyor”. 

 

Bu toplumsal kabule göre, erkekler evin geçimini sağlıyor, kadınlar ise evi “çekip çeviriyor”. Üniversite okusun veya okumasın kadınlar mesleksiz bırakılabiliyor ve şayet çalışırlarsa eve “ek gelir” getirmiş oluyorlar. Oxfam verilerine göre dünyadaki ücretsiz bakım emeğinin dörtte üçü kadınlara ait iken, Türkiye de benzer bir eğilimin izinden gidiyor. 

 

Derin eşitsizliğe dayalı bu bakış açısı, “eşit işe eşit ücret” gereğini de umursamıyor. Orta Çağ’daki “cadı avı”, o dönemlerde erkek egemen düzene direnen kadınları diri diri yakarken, günümüzde post-modern biçimlere bürünür, “kimse geride kalmasın” denmesine rağmen kadınlar kendilerini hep geride bırakılmış ve hatta unutulmuş bulurlar. 

 

Bu gerçek zamanlı kâbus senaryosunda ekonomik güvencesizlik ortamı derinleşiyor ve emek piyasasından çekilerek varlığı değersizleştirilen kadının elinden boşanma halinde nafaka hakkının alınması tehdidine dek varan bir silsile ortaya çıkıyor. 

 

Veriler Ne Söylüyor? 

 

Veriler de bu tabloyu doğrular nitelikte. TÜİK İşgücü İstatistikleri 2022 Kasım verisine göre istihdama dahil olamayan kadınların sayısı 20 milyon 887 bin. Türkiye, kadınların işgücüne katılımında ise OECD sonuncusu. TÜİK’in işgücüne dahil olmama nedenlerinden biri olarak “ev işleriyle meşgul olmak” gösteriliyor ve bu durum da yaklaşık 10 milyon kadını kapsıyor.

 

Uluslararası Çalışma Örgütü ve TÜİK ortak çalışmasıyla hazırlanan Cinsiyete Dayalı Ücret Farkının Ölçümü – Türkiye Uygulaması Raporu, Türkiye’de toplumsal cinsiyete dayalı olarak ücret farklarını kanıtlıyor; zira erkek ve kadınların aldığı maaşların oransal olarak farkı yüzde 15,6 düzeyinde. Yani, bir kadının maaşı, çalıştığı işyerinde veya iş kolunda aynı işi yapan erkekten daha düşük.

 

BM Kadın Birimi’nin 2022 yılı araştırmasına göre ise, kadınlar “bakım emeği” adı altında günde ortalama 4,7 saatini ev işleri ve çocuk-yaşlı bakımına ayırıyor. Evdeki cinsiyet rollerine dayalı paylaşım “gereği”, bu oran erkeklerde 1,7 saate karşılık geliyor. 

 

Özgürleşmenin Yolu Eşitlikten Geçiyor 

 

Oysa kadınların her anlamda özgürleşmesi, eşit bir toplumun temelini oluşturur. Bu da toplumdaki iş bölümünün eşitlikçi bir biçimde dağıtılmasını gerektirir. Toplumsal cinsiyet temelli iş bölümünü içselleştirmemiş toplumlarda temel bir demokrasi ve ayrımcılık sorunu söz konusudur. 

 

Meclis’teki milletvekillerinin sadece yüzde 17’si, işgücü piyasasındaki bireylerin sadece üçte birinin kadın olduğu bir ortamda, erkeklerin mutfağa girmesinin halen yadırgandığı bir patriyarkal sömürü zihniyetine karşı tek çözüm, acilen bir Kadın Bakanlığı kurulmasından geçiyor. 

 

Zira neoliberal düzen içerisinde toplumsal cinsiyet temelli iş bölümüne -veya daha doğru bir tabirle, işlerin birlikte üstlenilmesine- dair kabullerde bir dönüşüm yaşanması, ancak siyasal alanı kapsayan, toplumsal cinsiyet eşitliğini merkezine alan birleşik bir mücadele zeminiyle mümkün.  

 

Mesele, nüfusun yarısını kadınların oluşturduğu, ancak sayısal eşitliğin niteliksel eşitliği getirmediği bir ülkede, iktidara gelindiğinde herkese altın bilezik dağıtmak değil; tam tersine kadınların emek piyasasında “altın bilezikleri” olan istihdam kolları yaratmak, onları o istihdam alanlarına katılacak şekilde yetiştirmek veya zaten yetişmiş emek gücüyse onun önündeki engelleri ve cam tavanları kırmak; klişe deyişle, balık tutmayı öğretmek… 

 

Babalık İzinleri 

 

Bunun yolu, Türkiye’de kadının işgücüne katılımının niçin AB ülkelerinin çok altında olduğunu, toplumsal cinsiyet iş bölümündeki ataerkil kabullerin ve katı gelenekçi dinamiklerin bu süreçte nasıl engeller doğurduğunu sorgulamaktan ve soruna yönelik çözümler geliştirmekten geçiyor. 

 

Finlandiya’dan İspanya’ya, Almanya’ya dek doğum sonrası çocuk bakımının paylaşılması amacıyla verilen “babalık izni”nin süreleri konusundaki uygulamaların öneminin incelenmesi, bu açıdan bir gereklilik. 

 

Eğer bir ülkede eğitimli kadınlar bile kariyer ve aile arasında sıkışıp kalıyorsa, çocuk ve yaşlı bakım yükü en modern görünümlü ailelerde bile kadının önüne camdan tavanlar örüyorsa, bu sorgulamanın bir sonraki aşamada çok-boyutlu bir şekilde eyleme dönüştürülmesi de önemli. 

 

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, Direktör Yardımcısı Dr. Gökhan Şahin Güneş ve Araştırma Asistanı Mehmet Cem Şahin tarafından hazırlanan ve Salı günü açıklanan “İstanbul’da işten memnuniyetsizlik” başlıklı araştırma notundaki bir bulgu bu açıdan oldukça ilginç: Eğitim düzeyleri dikkat alındığında daha çok düşük eğitimli ve yüksek eğitimli kadınların işlerinden memnun olmadıkları görülüyor. 

 

Aynı araştırmaya göre, kadınlar memnuniyetsizlik nedeni olarak aldıkları ücreti (yüzde 39,3), çalışma saatlerini (yüzde 27,4), terfi imkânlarının olanaksızlığını (yüzde 26,5) ve eğitimleriyle işleri arasındaki uyumsuzluğu (yüzde 17,1) gösteriyorlar. 

 

Sosyolojik dönüşüm için kültürden siyasete, toplumsal kabullerden eğitime, istihdama dek güçlü bir muhalefet gerekiyor ve bu muhalefeti sadece kadınlar değil, bu toplumsal iş bölümünün öznelerinden biri olan erkekler de omuzlamalılar. 

 

Kadın ve erkeğin toplumsal iş bölümünü eşitlikçi ve hakkaniyetli bir şekilde, dayanışmayla üstlenmesi için ücret sistemlerinin cinsiyetçilikten arındırılması, kadınların sırtından bakım yükünü alacak şekilde ücretsiz kreş hakkının bir norm haline getirilip tüm işyerleri ve fabrikaları istisnasız şekilde içine alacak şekilde genişletilmesi gerekiyor. 

 

Bu açıdan örneğin Mart ayında Avrupa Parlamentosu’nun aldığı ücretlerde saydamlık kararı, bir referans teşkil ediyor. Böylelikle bir işyerinde aynı işi yapan kişilere sırf biri kadın diğeri erkek diye farklı ücret verilmesinin önündeki “gizlilik perdesi” kaldırılmış oluyor.  

 

Söz konusu asimetrik iktidar ilişkilerinin yıkılması, bir ütopya değil. Ancak bakım ekonomisinden ev-içi hizmetlere dek kadınlar ve erkeklere eşit ve daha iyi şartlar sağlamasıyla mümkün. Bu da toplumsal zenginleşme, emek piyasasının güçlenmesi, ücretlerin iyileşmesi ve enflasyon karşısında erimemesiyle gerçekleşebilir.  

 

Sivil Oluşumların Katkısı

 

Bu açıdan, örneğin geçen senelerde toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yol açan her türlü etken ve önyargıyla mücadele amacıyla kurulan YANINDAYIZ Derneği gibi dayanışmacı sivil oluşumların medyada daha fazla yer bulması gerekiyor. Tıpkı çok önemli bir sembolik adım olarak mutfağa giren Kılıçdaroğlu örneğinde olduğu gibi erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitliğini savunması, bu konuda bilinçlenen erkeklerin diğer erkeklerle aralarında bilişsel köprü kurmaları şart. 

 

Kadınlar kadar erkekler de mücadelenin bir parçası olduğu zaman, “karı gibi mutfağa girmek” tabirleri Orta Çağ’ın dipsiz kuyularında derin bir suskunluğa ve toplumsal ayıplamaya konu olacak. 

 

Kadınlara insan onuruna yaraşır, eşit şartlar ve imkânlarda istihdam olanakları sağlandıkça, esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinden medet umulmadıkça, istihdamda gerçek anlamda kadın işgücüne pozitif ayrımcılık uygulandıkça, arkaik zihniyetler de yerlerini öykündüğümüz Batı tarzı toplumsal cinsiyet eşitliği modellerine bırakacak. 

 

Altılı Masa’nın Ocak ayında açıkladığı Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde yer alan “Kadınların işgücüne daha aktif katılımını sağlamak amacıyla okul sonrası eğitmenli aktivite merkezleri ile kreşlerin sayısını yerel yönetimlerle iş birliği içinde mahalle düzeyinde artırma ve yaşlı bakımına erişimi iyileştirme” hedefi somut temele kavuştuğu zaman, istisnasız tüm kadınlara toplumsal özgürleşme için zemin de yaratılmış olacak. 

 

Kadınlara seçme ve seçilme hakkını 89 yıl önce tanıyan bir ülkenin yurttaşlarıyız biz… 

 

Avrupa Patent Ofisi’nin 3 Mayıs’ta açıkladığı verilere göre, son 10 yılda Avrupa’da kadın mucitlerin en çok patent aldığı 10’uncu ülkeyiz biz… 

 

14 Mayıs’ta sadece aklımıza ve kalbimize hitap eden adaya oy vermeyeceksiniz, kadınlar için de adalet, saygı ve eşitlik arayanlara, İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden kavuşmak isteyenlere, kadın ile erkeğin omuz omuza bu hayatın zorluklarını göğüsleme mücadelesine oy vereceksiniz. 

 

“Hepimiz aynı gemideyiz” diyenlerin, işlerine geldiğinde geminin güvertesine erkekleri alıp mutfağa kadınları hapsettiğini, kadını nesneleştirdiğini, kadın emeğini sömürdüğünü ve değersizleştirdiğini unutmadan oy vereceksiniz. 

 

Kadınlar Oy Verecek, Türkiye Özgürleşecek 

 

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı sevgili Canan Güllü’nün de söylediği gibi, “Bir kadın olarak bu ülkede kimseye muhtaç olmadan eşit şekilde yaşayacağım, hakkın, hukukun ve sosyal adaletin tekrar tesis edildiği bir ülke hayal ediyorum. Kadınlar sandığa gidecek, Türkiye özgürleşecek.” 

 

Kadınlar, onları mutfakta pişen yemeğe, bebeğine verilen emziğe, kocasına hazırlanan köfteye, oğlu için ütülenen gömleğe indirgeyen zihniyetten özgürleşecek. Kadınlar siyasal, kamusal, sosyal ve ekonomik yaşantıda eşit yurttaşlar olmak gibi bir ortak hedefin peşinden giderken toplumun tüm kesimleriyle güç birliği yaparak özgürleşecek. Bunu da hem kendi zihinleri ve topluma bakış açılarını güncelleyerek hem de bu dönüşüm sürecine bir yoldaş olarak erkekleri katarak başaracaklar. 

 

Çocuğun beslenme çantasını gerektiğinde baba hazırlayacak, çocuğa sabah kahvaltısını gerektiğinde baba yedirecek, akşam yemeğini hazırlayacak; kendi gömleğini, eşinin pantolonunu da gerektiğinde baba ütüleyecek.

 

14 Mayıs’ta mutfakta eşiyle dayanışma içerisinde yük paylaşan zihniyete oy vereceksiniz. Bu seçimde yaşamak istediğimiz, toplumsal barış ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin hâkim olduğu bir ülke için oy vereceksiniz. Bu seçimde, mutfaktaki dayanışmaya oy vereceksiniz. 

 

* Kadının yerini mutfakla sınırlandıran anlayışın çağdışılığını tarihsel gerçekliklerle ispatlayan bir kitap okumak isterseniz, son dönemde çok keyif aldığım bir eseri tavsiye ederim: Kadınlar Cumhuriyeti – Bilimin Öncü Kadınları (Doğan Kitap, Özlem Özdemir). Kitapta, Cumhuriyet’in 100’üncü yılında, aydınlanmacı geleneğin izinde Cumhuriyet’in her açıdan özgürleştirdiği, eşit yurttaş haline getirdiği ve bilimin ışığında yürüyen 12 bilim kadınının -ilk kadın doktor Safiye Ali’den ilk jinekolog Pakize Tarzi’ye, cüzzamla mücadelede çığır açan ve kız çocuklarının eğitimine hayatını adayan Türkan Saylan’dan ilk kadın kimyager Remziye Hisar’a, ilk kadın matematikçi Fatma Selma Soysal’a dek- yaşam öyküleri anlatılıyor. 

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.