20. Yaş Günün Kutlu Olsun Euro!

Euro, bu zamana dek yaşanan tüm borç krizlerine ve dönemsel türbülanslara karşı direnç gösterdi ve AB’nin birliği ve istikrarına hatırı sayılır bir sembolik ve maddi katkıda bulundu. Dünya çapında dikkatler kripto para sektörüne odaklansa da halen güvenilir bir liman ve dünyanın konvertibilitesi en yüksek para birimlerinden biri olmaya devam ediyor.

20. Yaş Günün Kutlu Olsun Euro!

1 Ocak 2002 tarihinde 11 ülke bir araya gelerek dönemin şartlarına göre vizyoner ve cesur bir adım atıp para birimlerini ortaklaştırarak Euro’yu piyasaya sürdü. Tam da o gün Avrupa çapında ATM’lerin önünde kuyruğa giren yüz binlerce insan, tedavüle girecek olan bu nevi şahsına münhasır para birimine en sonunda dokunmak için sabırsızlanıyordu.

 

Amaç, Birlik üyeleri arasındaki ticaretin kur dalgalanmalarından korunması, ortak bir pazarda tek bir para birimiyle ülkelerin karşılıklı ticari bağlarının güçlendirilmesi idi. Ortak para biriminin fikir babaları ise Almanya’nın eski başbakanlarından Helmut Schmidt ve Fransa eski Cumhurbaşkanı Valéry Giscard D’Estaing olarak biliniyor.

 

Bu tarihi anın üzerinden tam tamına 20 yıl geçti ve bu yıl artık 19 AB ülkesinde -Almanya, Avusturya, Belçika, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İrlanda, İspanya, İtalya, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Malta, Portekiz, Slovakya, Slovenya ve Yunanistan- yaklaşık 340 milyon vatandaş, tüm akçeli işlerinde Euro para birimini kullanıyor.

 

AB üyesi yedi ülke ise ilgili Maastricht Kriterleri’ni (enflasyon, bütçe açıkları, devlet borcunun GSYİH’ye oranı, döviz kurlarında istikrar, uzun vadeli faiz oranı istikrarı) karşıladıkları zaman Euro’ya geçmek zorunda. Danimarka, İsveç ve Çek Cumhuriyeti, bu tartışmaların dışında bilinçli olarak kalarak kendi para birimlerini koruyor.

 

Öte yandan dünya çapında, halihazırda AB üyesi olmayan 60 ülke -yani 175 milyon kişi- Euro’yu para birimi olarak kullanıyor.

 

Euro’nun güçlenmesi, sağlam bir kurumsal yapılanma, şoklara dirençli bir AB bankacılık sistemi ve likit sermaye piyasalarına bağlı.

 

Avrupa Kamuoyu Euro Yanlısı

 

Eurobarometre’nin son verilerine göre (Mart 2021) Avrupa çapında vatandaşların yüzde 80’i Euro para birimi hakkında olumlu bir görüşe sahip. Bu, 2002’den beri yıllık olarak yapılan kamuoyu yoklamalarında erişilen en yüksek oran. Almanya’nın efsane şansölyesi Angela Merkel, “Euro ortak kaderimiz, Avrupa ortak geleceğimiz. Eğer Euro başarısız olursa Avrupa da başarısız olur” demişti.

 

Öte yandan, 20 yıldır tedavülde olan Euro banknotlarının yeniden tasarlanması ve kamuoyunun görüşleri ışığında 2024 yılına kadar yeni tasarımların bir uzman grubu tarafından belirlenmesi öngörülüyor. Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Moritz Körner, geçtiğimiz günlerde, COVID-19’a karşı geliştirdikleri aşı ile insanlığa çok büyük bir katkı sunan ve Türkiye kökenli olmalarıyla çifte gurur kaynağımız olan bilim insanları Özlem Türeci ve eşi Uğur Şahin’in fotoğraflarının da yeni kâğıt paraların üzerinde yer almasını önerdi.

 

Euro bu zamana dek yaşanan tüm borç krizlerine -özellikle de 2008 yılında yaşananlara- ve dönemsel türbülanslara karşı direnç gösterdi ve AB’nin birliği ve istikrarına hatırı sayılır bir sembolik ve maddi katkıda bulundu. Amerikan dolarının ardından Euro artık dünya çapında ikinci en büyük rezerv para birimi…

 

Dünya çapında dikkatler kripto para sektörüne odaklansa da Euro halen güvenilir bir liman ve dünyanın konvertibilitesi en yüksek para birimlerinden biri olmaya devam ediyor. 2020 yılı Aralık verilerine göre, uluslararası ödemelerin yüzde 36’sı Euro cinsinden yapılıyor. Buna karşılık ABD dolarının toplam ödemelerdeki payı yüzde 38.

 

Popülizme Karşı Euro Çıpası

 

Avrupa Birliği entegrasyonu artan bir popülizm dalgasının tehdidi altındayken Euro sadece finansal değil ekonomik olarak da bir çıpa işlevi görüyor. Fransa’da Marine Le Pen ve İtalya’da Matteo Salvini gibi popülist politikacıların Euro’yu bir tehdit, hatta modern zaman kâbusu olarak görmesi, para biriminin milliyetçi söylem karşısında bütünleştirici gücünün en çarpıcı işaretlerinden olsa da, diğer taraftan AB ülkeleri liderlerine büyük bir sorumluluk yüklüyor. Zira öncüllerinin attığı bu cesur adımı devam ettirmek ve daha nice yaş günlerini aynı Birlik ruhuyla sürdürmek için çaba göstermeleri gerekecek. Almanya’nın eski şansölyelerinden Gerhard Schröder’in bir zamanlar yaptığı o önemli tespiti anımsarsak, “Euro’nun yaratıcıları, onu siyasi birliği teşvik eden bir enstrüman olarak düşünmüşlerdi”.

 

Avrupa Birliği karşıtı tavrıyla bilinen aşırı sağcı siyasetçi Marine Le Pen, 2017 cumhurbaşkanlığı seçim kampanyaları sırasında iktidara geldiği takdirde Euro’dan çıkıp ulusal para birimi Fransız frangını geri getireceğini vaat etmiş, ancak Euro’nun Fransız şirketler tarafından kullanılmaya devam edeceğini söylemişti. Bu ikircikli ve net olmayan öneri ise onu birçok çevrede gülünç duruma düşürmüş, ayrıca Fransa’nın finans sektörünün büyük tepkisini almıştı.

 

Gerek pandemi döneminin etkisi gerekse bölgesel faktörler sebebiyle dünya çapında bir resesyon beklentisi varken ve bu beklentiye türlü ticaret savaşları eklenirken, Euro için her an daha büyük bir mücadele alanı doğuyor. Eğer bu mücadeleden sağlam çıkarsa, yeni aldığı biçim çerçevesinde çok daha güçlü bir para birimi olarak rüştünü ispatlamış olacak. Bu bir nevi Euro için de bir ölüm-kalım savaşı. Bu açıdan Avrupa çapındaki kritik seçimlerin sonuçları ve Fransa gibi lokomotif ülkelerdeki ekonomik reformlar belirleyici nitelikte.

 

Euro, özellikle AB’nin kırılgan ekonomileri için büyük bir güven kaynağı haline geliyor. Her şeyin küreselleştiği bir ortamda küresel bir para birimi de bu ülkelerin elini güçlendiriyor. 2008 yılında yaşanan küresel kriz sırasında Yunanistan, İspanya, İrlanda ve Portekiz gibi ülkeler borçlarını ödeyemezken, Euro bölgesinde olmaları sebebiyle düşük faiz ortamından dolayı kamu borçları da arttı, hatta Maastricht Kriterleri’nin aksine kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 60’ların çok üzerine çıktı, büyüme oranları yavaşladı. Devasa kurtarma paketleri devreye girdi. Bu süreç antitezini de doğurarak, ortak para birimi karşıtı siyasi partilere popülarite kazandırdı. Ancak yine de Euro’ya olan halk desteği gücünü korudu.

 

Türkiye Euro’ya Geçer mi?

 

Tüm bu tabloya baktığımızda ülkelerin 20 yıl boyunca ortak bir para birimi etrafında birliklerini sürdürmesi, parasal politikalar konusundaki yetki alanlarını ortaklaştırmaları sıra dışı bir başarı öyküsü aslında.

 

Geçtiğimiz ay, ABD merkezli Politico dergisinde döviz kurunda artış, işsizlik, yoksulluk ve yüksek enflasyon kıskacındaki Türkiye’nin AB üyesi olmaksızın kısmen Euro’yu para birimi olarak kullanmasına izin verilmesi gerektiğine dair ilginç bir yazı yayımlanmıştı.

 

Benzer bir uygulama, AB üyesi olmayan ancak Gümrük Birliği içerisinde bulunan Andorra ve San Marino için de söz konusu. Aynı şekilde AB aday ülkelerinden Karadağ’da da Euro kullanılıyor.

 

Türkiye’deki ekonomik krizin AB’ye göç dalgası anlamına geldiği ve komşularını da olumsuz etkileyeceği söylenen yazıda, Türkiye’nin Euro bölgesinin GSYİH’sının yüzde 5’ine denk gelen bir ekonomisi olduğu, kur riskinin ortadan kalkmasıyla birlikte Türkiye’nin ucuz işgücünü kullanan Avrupalı şirketlerin avantaj sağlayacağı belirtilmişti.

 

Elbette Türkiye’nin özel koşulları ve sancılı adaylık sürecini bir yana bırakarak doğrudan Euro’ya katılımı ilk bakışta oldukça ütopik bir proje. Hele ki Gümrük Birliği’nin güncellenme sürecinin Türkiye’nin yıllardır tüm ısrarlarına rağmen başlatılamadığı, Türkiye’nin birçok açıdan öngörülemezliğinin AB kanadında bir caydırıcı faktöre dönüştüğü bir ortamda…

 

Sonuç mu Süreç mi?

 

Öte yandan bu tartışmaları nihai hedef yerine süreç -yani politika uyumu ve yakınlaşması- üzerinden değerlendirmenin daha sağlıklı olacağı kanısındayım.

 

2015 yılında Avrupa Birliği-Türkiye katılım müzakerelerinde Ekonomik ve Parasal Politika başlığı açıldı. 17’nci faslın amacı; aday ülkeyi Maastricht Kriterleri’ne uyumlaştırmak ve akabinde Euro’ya geçiş. İlgili ülkenin merkez bankasının bağımsızlığının sağlanması, kamu sektörünün merkez bankaları tarafından finansmanının yasaklanması ve kamu sektörünün finansal kurumlara imtiyazlı erişiminin önlenmesi hedefleriyle yürütülen müzakereler Euro’ya geçişin uzun ve netameli sürecinin yönetilmesini sağlıyor.

 

Ne de olsa bugünden yarına Euro’ya geçilmiyor, ciddi bir arka plan hazırlığı gerekiyor. Türkiye açısından da şu anda öncelikli olan şey hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları konusunda AB’nin Kopenhag Kriterleri’ni karşılamak; bu süreçte de ekonomisini kırılganlaştıran unsurları kontrol altına almak…

 

Euro’ya geçiş konusundaki beyin fırtınaları belki “Euro’ya geçmemi isteme benden, buz gibi soğurum senden” çizgisindeki kahvehane muhabbetinin ötesine geçmeyebilir ya da ütopik bir fikir egzersizi olarak görülebilir; ama orada da önemli olan Avrupa Birliği’nin bir aday ülkesinden ekonomik ve parasal politika açısından neleri beklediğini net bir şekilde görmek ve kendi içimizdeki eksikleri bu çerçevede yorumlamak, çuvaldızı da iğneyi de kendimize batırmak.

 

“Maastricht Kriterleri gider, Ankara Kriterleri gelir” denemeyecek kadar evrensel bir ekonomik fanus içinde yaşadığımız için bu tartışmaları siyasi uyum kriterlerinden azade düşünemeyiz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.