2022: Küresel Jeopolitiğin Ekonomi-Politikle Kesişmesi
2022, küresel jeopolitik eğilimleri şekillendirme gücüne sahip olan aktörlerin ve dinamiklerin küresel ekonomi-politik devinimlerle karşılaşma yılı olacaktır. 2022 bir yönüyle bu karşılaşmanın başlangıcı olsa da önümüzdeki yıllar boyunca küresel jeopolitiğin bu gerilim içerisinde hareket etmesi beklenebilir.
Soğuk Savaş sonrası, özellikle de milenyumdan bu yana, belli bir çerçeveye oturan, emperyal veya bölgesel kurucu bir vizyona yaslanan, kuşatıcı veya katılımcı jeopolitik arzı hem küresel hem de bölgesel düzeyde ciddi anlamda azalma eğilimi içerisine girdi. Buna mukabil küresel kalıcı sonuçları olan ekonomi-politik dinamikler ise güçlenmeye başladı. Etkili güçler ya da jeopolitik düzen veya eksen inşa edebilecek kapasitedeki aktörler, “terörle savaş” dinamiğine esir oldukça, jeopolitik daralma arttı. Bu jeopolitik düşüşten Çin ekonomi-politik bir yükseliş imkânı buldu. Küresel düzeni asgari düzeyde mümkün kılan Kuzey’in sağladığı arzla Güney’in ortaya çıkardığı talebin buluştuğu denge noktası hem çok hareketlendi hem de kısa sürede radikal kaymalar yaşandı. Fiyat istikrarından arz dengesine, caydırıcı güvenlik dengesinden bölgesel istikrara, küresel kurumların asgari işlevselliğinden bölgesel organizasyonların etkisine, büyük güçler rekabetinden komşu ülkeler arası güvenlik politikalarına varıncaya kadar bir dizi etkin dinamiğin yönetilebilir dengesi de bir yönüyle mezkûr jeopolitik ve ekonomi-politik arz ve talebin buluşmasıyla gerçekleşiyor.
Düzen kurucu ve dengelenmeyi sağlayıcı jeopolitik arzın gerilediği son 20 yılın ardından ortaya çıkan COVID’le, cari denge aynı anda her iki dinamiği de derinden sarstı. ABD’de Trump’ın kaybetmesiyle milenyum sonrası dönemdeki jeopolitik yönsüzlüğün sona ereceğine dair beklentiyle de pandemi sonrası arayışlar hızlandı, yeni dengelenmenin küresel ve bölgesel projeksiyonları ortaya çıkmaya başladı. 2022, küresel jeopolitik eğilimleri şekillendirme gücüne sahip olan aktörlerin ve dinamiklerin küresel ekonomi-politik devinimlerle karşılaşma yılı olacaktır. 2022 bir yönüyle bu karşılaşmanın başlangıcı olsa da önümüzdeki yıllar boyunca küresel jeopolitiğin bu gerilim içerisinde hareket etmesi beklenebilir.
2022 jeopolitik/ekonomi-politik kesişmesi sadece büyük güçler rekabeti açısından sert bir karşılaşma olmayacak. Aynı zamanda bu karşılaşmanın dinamikleri içerisinde yer alan hemen her ülkeyi de etkileyecek. Başta AB olmak üzere Rusya, Türkiye, Körfez ve İran, Hindistan, Japonya ve Latin Amerika’daki büyük ülkelerin de pozisyonlarını gözden geçirmek ve güç maksimizasyonu için güncellemeler yapmaları gerekecek. AUKUS (Avusturalya-ABD-İngiltere) paktıyla ilk adımını dar bir Anglo-Sakson eksen inşasıyla atan yeni jeopolitik dinamiğin; ABD-Çin rekabetiyle oluşacak sıkışmayla küresel bir “jeopolitik ve ekonomik basınca” dönüşeceğini tahmin edebiliriz. Bu basıncın hissedilmeye başlanacağı 2022’de; son 20 yılın oluşturduğu yönsüzlükten çıkmakta zorlanan aktörler dış politika, güvenlik, jeopolitik ve ekonomi-politik başlıklarda ciddi sorunlar yaşayabilir. Bu sıkışmanın fırsatlar oluşturacağı da öngörülmelidir. 2022 değerlendirmesine, öncelikle tam da yukarıdaki karşılaşmayı farklı sorun başlıklarında hissedecek olan Türk dış politikası açısından projeksiyonları ele alarak başlamak, bizlere daha derli toplu bir jeopolitik okuma için yardımcı olabilir.
2022 Riskleri ve Türk Dış Politikası
2021, Türk dış politikası açısından pandeminin dondurduğu birçok jeopolitik başlığın mütevazı da olsa hareketlenmeye başladığı bir yıl olarak kayda geçti. Ancak bu hareketliliğin Türk dış politikası açısından kayda değer neticeler ortaya çıkardığını söylemek zor. F-35 sorunundan Doğu Akdeniz’e, AB’den ABD ile ilişkilere, Suriye krizinden Rusya ile ilişkilere varıncaya kadar birçok başlıkta statüko korundu. Buna mukabil Azerbaycan-Ermenistan savaşı, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Körfez, Mısır ve İsrail’le ilişkilerin yeniden tesisi gibi başlıklarda ise hareketlilik yaşandı. Bu başlıklar içerisinde 2021’de Türk dış politikasını şekillendiren ana dinamik, Washington’la ilişkilerde devam eden negatif gündemli donmanın ilan edilmemiş bir statükoya dönüşmesi oldu. Kasım 2020’de Trump’ın seçimi kaybetmesiyle Ankara’nın Biden’la yeni bir sayfa açma arzusu görülmesine rağmen, tarafların sorun başlıklarında pozisyonlarını değiştirecek adımlar atmamasından ve müzakere süreçlerini başlatmamalarından dolayı 2021 ABD ile ilişkilerde sorunların statükosunu koruduğu bir yıl olarak geçti.
2022’de Türk dış politikasına geçen seneden kalan en önemli bakiye ise BAE, Ermenistan, İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkileri düzeltme, geliştirme ve normalleştirme süreçleri için altlık hazırlanmasıdır. BAE ile 10 yılı bulan ilişkilerin bozulma süreci oldukça hızlı kabul edilebilecek diplomatik adımlar neticesinde düzeltildi. Mısır’la alt düzeyde de olsa diplomatik temaslar başladı. İsrail’le Cumhurbaşkanları düzeyinde telefon görüşmeleri yapıldı. Bu üç ülkeyle kurulan temasın oluşturduğu zemin Suudi Arabistan’la da ilişkilerin yeniden tesisinde yardımcı olacaktır. Pozitif ajanda korunabilirse 2022’de her üç ülke ile de en azından iletişimin açık olduğu bir ilişki düzeyi yakalanabilir. Bu dört ülke ile ilişkilerin düzelmesi Ankara’nın özellikle Güneydoğu ve Doğu Akdeniz jeopolitiğinde risklerinin azalması veya daha yönetilebilir olmasına yardımcı olacaktır. Ancak bu olumlu meyveye rağmen, Türkiye’nin dış politika yapımında yaşadığı yapısal sorunlardan dolayı ilişkilerin düzelmesi, bölgesel normalleşmenin Ankara’nın jeopolitik çıkarlarına uyumlu bir şekilde dönüşebileceği anlamına gelmemektedir. Her dört ülke ile de hedeflenen diplomatik derinlik, ilişkilerin düzelmesi neticesinde açık iletişimin ve ekonomik ilişkilerin yeniden tesisinden ibarettir. Zira Türk dış politikası iç siyasetin dar ekseninin inşa ettiği yeni zeminde, sürdürülebilir derinlikli jeopolitik açılımlardan ziyade taktiksel adımlara, akışkan ittifaklara ve seçmen odaklı siyasal iletişime yönelmiş durumdadır. Başka bir ifade ile Türkiye, “dış politikadan” tekrar “dış ilişkiler” düzeyine rücu etmiş durumdadır. Ekonomik ve demokratik daralma devam ettiği sürece “dış ilişkiler” derinliğini aşacak bir vizyonun ortaya çıkması için zemin de oluşmayacaktır.
2022’de pozitif bir diğer gündem ise Azerbaycan-Ermenistan savaşı sonrasında açılan fırsat penceresinden Erivan’la da ilişkilerin geliştirilmesi girişimidir. 10 yıl önce başlayan girişimlerin akamete uğramasından bu yana donmuş bir sorun alanı olarak kalan Türkiye-Ermenistan ilişkileri üç yeni dinamik yardımıyla gündeme alınıyor. Bunlardan birincisi Ankara-Erivan ilişkileri üzerinde hem jeopolitik hem de siyasal bir vesayet dinamiği oluşturan Azerbaycan’ın Ermenistan’la yaşadığı kısa süreli savaştan kazanan olarak çıkarak “normalleşme sürecine” olumlu yaklaşmasının beklenmesi. İkincisi ise gerek iktidardaki milliyetçi koalisyon hükümetinin gerekse de muhalefetin ezici çoğunluğunun Türkiye içerisindeki Ermenistan ile bir normalleşmeye karşı oluşabilecek toplumsal atmosferin yönetilmesinde tahrik eden değil iktidar lehine tahkim eden bir yaklaşım sergilemesi ihtimali. Son olarak, Türkiye gündeminin ağırlıklı olarak ekonomik kriz tartışmalarıyla şekillendiği bir ortamda yıllardır hem kültürel hem de psikolojik olarak gerilimli bir başlığa dönüşen “Ermenistan’la ilişkilerin tesisinin” daha kolay ele alınabilme imkânıdır.
Türk dış politikasını 2022’de bekleyen iki zorluk bulunuyor. Bunlardan birincisi Ankara’nın; ülke içerisindeki daralmış siyasal atmosferde ve demokrasi kalitesinde ciddiye alınacak bir değişim olmadığı sürece “yeni bir jeopolitik” açılım ihtimalinin oldukça daralması. ABD’den Rusya’ya, AB’den Körfez’e, Suriye ve Irak krizlerinden Doğu Akdeniz’e varıncaya kadar bütün başlıklar bu daralmanın içerisinden ele alınmak durumundalar. İkinci dinamik ise Ankara’nın muhataplarının tamamının “seçime giden Türkiye” atmosferi içerisine girmiş olmalarıdır. Yapılacak seçimlerin “iktidar değiştiren bir seçim olma” ihtimali güçlü bir “bekle gör” atmosferinin ilişkilerin üzerine çökmesine yol açmış durumda. 2022’nin ilerleyen aylarında benzer bir refleksin, kendi iç gündemine odaklanarak Ankara tarafından da sergilenmesi tabii olarak beklenebilir. Dolayısıyla Ankara hem içeride inşa ettiği siyasal ve psikolojik daralmanın sınırları dahilinde kalarak hem de dışarıda oluşan “bekle gör” yaklaşımıyla muhatap olarak jeopolitik sorun alanlarını yönetmek durumunda kalacaktır.
2022’de Ankara’yı doğrudan etkileyebilecek Ukrayna ve Suriye’de sıcak kriz ihtimalleri bulunsa da birinci senaryomuz ve projeksiyonumuz 2021 statükosunun korunacağı yönündedir. Ayrıca bu kriz alanlarında sıcak çatışma olması durumunda bile Ankara’nın doğrudan ve çok ciddi şekilde etkilenme ihtimalini zayıf görmekteyiz. Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarını maksimize etmek adına Rusya ilişkilerinde kalite, ABD ile sorunları çözme veya azaltma, AB ilişkilerini gözden geçirerek pozitif bir ajanda ile güncelleme talebi olmadığı sürece, 2022’de de Ankara’nın risk primlerine katlandığı ancak kazanabileceklerinden vazgeçtiği 2021 statükosu sürdürülebilirdir. Ankara açısından ekonomi-politik bir avantaja ve fırsata dönüşmesine rağmen jeopolitik birer kaldıraç olarak kullanamadığı dinamikler ise “ABD-Çin rekabeti” ve “Washington-Moskova muhtemel yeni normali” karşısında sergilenen yönsüzlüktür. Ankara’nın jeopolitik ve ekonomik çıkar maksimizasyonu için fırsat sunan bu başlıklar karşısında taktiksel adımlardan sıyrılıp stratejik bir yönü olan jeopolitik yaklaşım sergilemesi, çıkarları için elzem görünüyor. Ancak 2022’de iç gündemine çok daha fazla odaklama eğilimi gözüken Türkiye’nin, yeni yılda 2021 statükosunu sürdürmesiyle oluşacak fırsat maliyetini önümüzdeki yakın dönemde daha sert hissetmesi muhtemeldir.
Küresel Riskler
2021’i bütün küresel ekonomik ve jeopolitik dinamikleriyle pandemiyi yönetilir kılmaya gayret eden bir sene olarak geçirdiğimizi söyleyebiliriz. 2019’un son gününde haber akışlarına ilk olarak 2019-NCov ismiyle düşen zatürre haberleri fazlaca dikkat çekememişti. Bir iki hafta sonra pandeminin boyutu ve muhtemel etkilerine dair tablo ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak tam iki yıldır, bütün küresel gündem, korona pandemisinin etkileri altında şekillendi.
Aralık 2021 itibarıyla, açıklanan ve kayda alınabilen resmi rakamlara göre en az 300 milyon kişi hastalığa yakalandı ve yine en az 5,5 milyon insan hayatını kaybetti. Dünya genelinde 9 milyara yakın insan aşılanmasına rağmen COVID, yeni varyantlarıyla can almaya ve yayılmaya devam ediyor. 2020’de salgının erken döneminde kafa karıştıran ve çoğu kez tutarsız olan pandeminin sonlanması projeksiyonlarının ardından, 2022’ye pandeminin endemiye, yani yerel salgın(lar)a döneceği tahminleri eşliğinde giriyoruz. Ancak her senaryoda artık COVID’in yaşamımızın bir parçası olduğu gerçeği ortaya çıkmış bulunuyor. Seyahatten eğlenceye, eğitimden üretime, güvenlikten aile hayatına varıncaya kadar COVID’le birlikte yeni yaşam tarzına hemen herkes adapte olmak zorunda kaldı. 2022 için en olumlu senaryo COVID’in pandemi statüsünü kaybedip endemi haline dönüşürken mevsimsel bir grip olmaya doğru ilerlemesi. Bu kısmen pozitif kabul edilebilecek projeksiyon altında; jeopolitikten arz sorununa, güvenlikten enflasyon beklentilere kadar birçok başlığın dönüşmesini şaşırtıcı olmayacaktır.
2021 sonu itibarıyla dünya nüfusunun yüzde 60’ı civarında insan (yaklaşık 5 milyar) bir doz COVID-19 aşısı oldu. Ancak küresel aşılama eşitsizliği oldukça acımasız bir tablo da içeriyor. Amerika ve Kanada’da yüzde 74, Latin Amerika’da yüzde 71, Pasifik’te yüzde 68, Avrupa’da yüzde 68, Ortadoğu’da yüzde 49 ve Afrika’da sadece yüzde 12, en az bir doz aşı uygulanabildi. Aşıların yüzde 73’ü yüksek ve üst-orta gelirli ülkelerde uygulanırken düşük gelirli ülkelerin payına 2021 sonu itibarıyla ancak yüzde 0,9 aşı düşebildi. Pandeminin, başlangıçta sıkça dillendirilen “büyük eşitleyici” etkisinin, salgını durdurmak için aşıya -gelir ve coğrafyayı aşan bir yaklaşımla- herkesin ulaşması gerektiği gerçeğine rağmen ortaya çıkmadığını söyleyebiliriz. Bunda düşük gelirli ülkelere aşıyı ulaştırmak için kurulan COVAX aşı ittifakının 2021’deki ilk hedefi olan 1,9 milyar dozun sadece 400 milyonun gerçekleşmesi ciddi rol oynadı. Bu aşılama hızıyla Afrika’nın 2023, hatta sonrasında bile kabul edilebilir aşı oranlarına ulaşması zor olacaktır. 2022’de aşılama hızında radikal bir değişim olmadığı sürece Hindistan’da çıkan Delta, Güney Afrika’da çıkan Omicron gibi varyantlarla bütün dünya aşılamadan çok daha ağır faturalar ödeyerek yüzleşmek zorunda kalacak.
Küresel Ekonomi-Politik ve Jeopolitik
Pandemiyle küresel ekonomi-politik önce radikal daralma ardından da birikmiş talep karşısında arz zincirinde bozulmalar ve enflasyon sorunuyla baş başa kaldı. Aynı dönemde küresel jeopolitik ABD’nin Trump sonrası döneme dair ortaya koyduğu vizyonun baskısı altına girerken, ortaya çıkan basıncın ana odağında da küresel üretimin yüzde 30’una yakınını gerçekleştiren Çin yer aldı. Soğuk Savaş sonrası ilk kez bu denli sert bir şekilde küresel ekonomi-politik ve jeopolitik karşı karşıya gelmiş oldu. Bu karşılaşmanın sebep olduğu gerilim başta 2022 olmak üzere ilerleyen yılların da ana teması olmaya devam edecektir. 2022, bu gerilim kadar küresel-ekonomi politiğin en güncel başlığı olan ve “gri kuğu” dinamiği olarak da ele alınan enflasyon risklerinin yönetilmesi senesi olarak kayda geçecek. Bu sene, 1973’ten bu yana en yüksek orana ulaşarak, yüzde 5,6’yı bulması beklenen küresel ekonomik büyümenin, 2022’de ılımlı bir yavaşlama ile yüzde 4,5’a inmesi bekleniyor. 2022’de pandemi sonrası ortaya çıkan talebe yetişmeye çalışan küresel üretim, arz zincirinde radikal bozulmalara da yol açmadan ortaya çıkan enflasyonla da boğuşmak zorunda. Enflasyonla mücadelenin 2022’de başarılı olması bekleniyor. En büyük risk başta gıda fiyatları olmak üzere temel ihtiyaç mallarında fiyat istikrarsızlığının veya arz sorunlarının artmasıyla ortaya çıkabilecek sıcak gerilim ve çatışma riskleri. Bir diğer önemli başlık ise iklim değişikliğinin, 2022’de çevresel olduğu kadar jeopolitik olarak da ısınmaya yatkın olması. Düzensiz ve kırılgan bir küresel ekonomik toparlanmanın ortasında, önümüzdeki yıl, büyüme ve istikrar arayan ülkeler için zorlu olmaya devam edecek.
2022’de küresel risklerin çeşitliliği ve bunları yönetme zorluğu dikkat çekiyor: Arz zincirinde yaşanan sıkıntılar, küresel fiyat istikrarsızlıkları, çevre krizlerinin sebep olabileceği tahribatlar, Omicron ve çıkabilecek yeni varyantlar, ABD-Çin rekabeti, hızla artan eşitsizlikler, Ukrayna ve Tayvan’ı etkileyen devletlerarası çatışma senaryoları, Afrika’da derinleşen çatışmalar ve devam eden düzensiz insan hareketliliği. Bunların tümü, güvenlik ve istikrar üzerinde daha geniş etkilere yol açma, küresel tedarik zincirlerinde ve enflasyonda bozulmayı sürdürme, ekonomik toparlanmayı ve büyümeyi tehdit etme, küresel gerilim ve çatışma bölgelerinde krizlerin büyümesine yol açma kapasitesine sahipler. Kurallara dayalı uluslararası düzen ve onun çok taraflı kurumları zayıflıyor. ABD’nin kurumları ve kırılgan küresel düzeni koruma taahhüdünün azalması, Çin’in düzen önermeyen küresel domine edici güç arzusu, demokrasiler arasındaki bölünme, otoriterliğin yayılması ve büyük güç rekabetinin derinleşmesi, yapısal riskleri artırıyor. Bu eğilimlerin hiçbiri, önümüzdeki yıl dünya çapında çatışma ve istikrarsızlık riskinde bir azalmaya işaret etmiyor. ABD ve Çin arasındaki büyük güç rekabetinin 2022’de tüm bölgelerde daha geniş jeopolitik riskleri şekillendireceğini öngörülmelidir.
ABD-Çin Rekabeti
Küresel jeopolitiği 2022’de ilgilendiren temel konu, ABD ve Çin arasında farklı başlıklar ve bölgelerde yaşanan rekabetin sertleşmesi. Büyük güçler geriliminde henüz çok aktif bir şekilde eksenler oluşmuş değilse de Washington’ın 2021’de AUKUS üçlüsünün Fransa’yı açıkça dışlayarak oluşturduğu ittifakla dünyaya net bir mesaj vermesine şahit olduk. ABD bu tarz adımlarını 2022’de atmaya devam ettikçe daha fazla Soğuk Savaş sahneleri görmeye başlayacağız. İki güç arasındaki farklı ekonomik hedefler, siyasal tasavvur ve jeopolitik eksenler uğruna devam eden gerilim ister istemez dünyanın geriye kalanını da içine almaya başlamak durumunda.
Çin Komünist Partisi’nin ilan ettiği “ana stratejisi”, 2049 yılına kadar “Çin ulusunun büyük gençleşmesini” gerçekleştirmek ve Çin’i dünya sahnesinde refah içerisinde bir güç ve liderlik konumuna “geri döndürmek”. Askeri modernizasyonunu 2035’e kadar tamamlamak için planlamalar yapmış olan Çin, bu stratejiyi uygularken, ihtiyaç duyduğu kaynakları ve pazarları güvence altına almak için ülkeler ve tedarik zincirleri üzerinde siyasi ve ekonomik kontrol nüfuz ağı oluşturmayı hedefliyor. Xi’nin Kuşak ve Yol Girişimi, aşı diplomasisi, finansman destekli zorlayıcı diplomasi kullanımı ve Çin’in otoriter hükümetlere kitlesel gözetim teknolojileri ihracatı, bu hedefin son birkaç yılda göze çarpan bazı unsurları sadece. Çin’in 2022’de bu yaklaşımı sürdürmesi beklenmelidir. Ancak başta Çin emlak piyasasında yükselen riskler (Evergrande’nin durumu) olmak üzere, pandemiyle birlikte küresel üretimde yavaş yavaş başlayan eksen kaymalarının da 2022’de Çin üzerinde baskı oluşturacağı gözden çıkarılmamalıdır.
Amerika’yı Bekleyen Riskler
ABD Başkanı Joe Biden, 2022’deki politika gündemini ve partisinin Kongre üzerindeki kontrolünü kaybetmesine yol açacak bir dizi iç ve dış zorlukla karşı karşıya. Bu durum, ABD’de, son 70 yıldır, iktidar partisinin ara seçimlerde ortalama 25 sandalye ve en az bir meclisi kaybetme geleneğiyle uyumlu bir gelişme olacaktır. ABD’deki siyasi iklim, 2020 başkanlık seçimlerinin çalkantısından bu yana iyileşirken, siyasi, sosyal ve ekonomik konulardaki derin partizan bölünmeler hâkim olmaya devam ediyor. Pandemi başta olmak üzere iç sorunlara yol açan dış riskler, artan küresel istikrarsızlık, Çin ile stratejik rekabet ve tüm bunların küresel tedarik zincirleri ve büyüme üzerindeki etkisi de kaçınılmaz baskılar oluşturmaktır.
Biden’ın önümüzdeki on yılda 3 trilyon dolar harcanmasını öngören iddialı sosyal politika ve altyapı faturaları ana gündemdeki ağırlığını koruyor. Çin ile rekabet etme stratejisi Washington’ın müttefiklerini Pekin ile karşı karşıya gelme riskini taşıyan politikalar benimsemeye ikna etmeyi de gerektiriyor. Bu başlıkta Washington’ın 2022’de sıkıntılarla karşılaşacağı ancak bunların aşılmasının çok zor olmayacağı beklenebilir. Zira ABD’nin Çin’le gerilimini “Soğuk Barış” ekseninde tuttuğu sürece müttefikleriyle süreçleri yönetme kapasitesi bulunuyor. Ancak Soğuk Barış’ın Soğuk Savaş’a dönüşmesi Washington’un stratejisinde ciddi boşluklar ve sorunlar çıkaracaktır.
ABD’nin Çin’i püskürtme stratejisinin müttefikleri açısından ikna edici en önemli unsuru pandeminin sebep olduğu arz zinciri ve dolayısıyla ortaya çıkan küresel enflasyonun artışı olabilir. Çin’e ciddi oranda bağımlı olan küresel üretimde yaşanan arz sorunları karşısında Washington’ın müttefikleri, milenyumdan bu yana şekillenen Çin üretici gücünün küresel ekonomi-politikte yaşanan kırılma anlarında oluşturduğu jeopolitik ve ekonomik riskleri 2021 boyunca fazlasıyla konuştular. Trump’ın oldukça dağınık, tutarsız ve müttefiklerini gözetmeyen Çin stratejisinden sonra Biden’la oluşabilecek katılımcı bir vizyonun kendisine daha fazla ortak bulacağını öngörebiliriz. Özellikle Fransa-Avusturalya denizaltı üretimi anlaşmasını fiilen müdahale ederek bozan Washington hem herhangi bir aktöre stratejik bağımsızlık alanı tanımayacağını hem de Çin’le ilişkilerde otonom davranılmasının sorun olduğunu göstermiş oldu. Biraz Bush’un Irak işgali öncesi 11 Eylül atmosferini suiistimal ederek “ya bizimlesiniz ya da terörle” sıkıştırmasına benzeyen bu yaklaşımın 2022’de sürdürüleceği beklenmelidir. Avrupa’nın, Fransa’nın dışlanmasını ve İngiltere’nin de Washington’la sorunlu sayılabilecek bir dönemde bir anda Çin karşıtı stratejinin sağladığı zeminde yeni paktın parçası olmasını dikkatle not ettiği biliniyor.
Benzer bir gerilim hattının Rusya ile ilişkilerde ortaya çıkmasını beklemiyoruz. Rusya’nın Ukrayna’da kısa süreli sıcak çatışmaları ve gerilimleri aşan bir savaş ya da Kırım benzeri bir ilhak hareketi başlatmadığı sürece Washington’ın “Moskova’yı sınırlama” stratejisinin Avrupalı müttefikleri ve Rusya açısından ciddi bir çatışma alanı oluşturması beklenmemelidir. Moskova’nın Ukrayna’da sürdürdüğü “tedbirli tahrik” politikası çatışma riskleri barındırsa da ABD ve AB ile yeni bir istikrarlı dönem arzusu da dikkat çekmektedir. Ülke içerisinde “Rus Dünyası (Ruskiy Mir)” ütopyası etrafında tam bir güç tahkimatı yapmış olan Putin yönetiminin, dış politika ve jeopolitik pragmatizminin arttığı da görülmektedir. Washington’ın “Çin’in püskürtülmesi” stratejisiyle ABD’nin güç konsolidasyonu yapmasından rahatsızlıkları olsa da Moskova’nın Çin’in sınırlandırılması sürecinden ve sonuçlarından şikâyetçi olması beklenmemelidir. Aksine Moskova’nın komşusu Avrupa’da yeni dönemde daha faydacı bir ilişkiye girmek isteyeceğini, ABD ile sorunlarını asgari düzeye indirme arzusunun artacağını ve bu yönde adımlar atmasının mümkün olduğu görülüyor. Ancak Moskova’nın jeopolitik pragmatizminin ve esnekliğinin artması, bölgesel askeri varlığının son yıllarda hareketlenmesi, Rusya’nın ana sorununu ortadan kaldırmamaktadır: “Ruskiy Mir” Moskova’nın demokratikleşme ve ekonomik sofistikasyon sınırlarında beklemek zorundadır. Zira bunlar, Rusya’nın hayalini kurduğu yeni bir Sputnik momenti yakalaması için aşması gereken iki temel sorun konumundalar.
Avrupa’nın Jeopolitik Yön Arayışı
Brexit’ten sonra jeopolitik tartışmaların Avrupa Birliği’ni de aşarak Avrupa’nın ne olduğuna kadar yönelmesinin ardından ciddi bir siyasal ve jeopolitik kırılganlıklar dönemine giren AB; göç krizinin ve popülist dalganın nispeten sakinleştiği bir dönem yaşıyor. Bunda elbette COVID darbesinin de ciddi katkısı oldu. Avrupa, 2022’ye, diğer birçok bölgeye göre ekonomik toparlanma için daha dayanıklı beklentilerle olsa da geçmişe göre zayıflamış bir durumda giriyor. Ayrıca, Macron ve Orban’ın hükümetleri dışında, yaklaşan ulusal seçimlerde çok az değişiklik bekleniyor. Hükümetler açısından görece bir süreklilik yılı olması muhtemel. Ancak bu, Avrupa’nın siyasi çalkantıdan kurtulacağı anlamına gelmiyor. 2022 çeşitli cephelerdeki krizlerin AB’yi test edeceği bir yıl olacak gibi görünüyor.
Yeni COVID-19 salgınları, küresel tedarik zincirlerinde ve özellikle enerji fiyatlarında devam eden bozulma, büyümeyi raydan çıkarabilecek veya yavaşlatabilecek bir dizi başka sorunu birleştirebilecek ana faktörler halinde. Bir bütün olarak Avrupa için bu risk faktörleri, daha geniş olumsuz jeopolitik eğilimlere ve istikrarsızlığa bağlı olan diğer bölgelerin toparlanma ve istikrar beklentileriyle büyük ölçüde bağlantılıdır. Özellikle, sadece Rusya, Çin ve ABD arasında değil aynı zamanda Avrupa’nın yakın çevresindeki daha küçük devletler arasındaki uluslararası ilişkilerin giderek artan sorunları, Avrupa’nın önümüzdeki yıl nasıl ilerleyeceği üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olacaktır. Polonya, Bulgaristan ve Batı Balkan ülkeleri gibi Doğu Avrupa ülkeleri, 2022’de AB’nin karşılayamayacağı ve önlemek için yetersiz donanıma sahip göründüğü krizlere karşı özellikle savunmasız durumda.
Almanya’da görev alan yeni hükümet, 16 yıllık Şansölye Merkel’in yönetiminden sonra değişim vaatleriyle geliyor. Şansölye Olaf Scholz yönetiminde politika değişikliğinin ılımlı olacağını tahmin ediyoruz. Almanya’nın yeni liderliğinin; ülkeyi ve AB’yi her ikisinin de karşı karşıya olduğu sert jeopolitik ortama uygun politikalar geliştirme konusunda, koalisyonun tabiatından dolayı, Merkel kadar etkin olamayacağı öngörülüyor. Fransa’nın Ocak ayından Haziran 2022’nin sonuna kadar Avrupa Birliği Konseyi başkanlığını elinde tutacak olması ve Nisan ayındaki Fransız Cumhurbaşkanlığı seçimleri de Avrupa için dikkatle izlenmesi gereken başlıklar.
AB açısından hem birlik içinde hem de dış politika ve jeopolitik başlıklarda belirleyici önemli unsur Fransız-Alman ilişkilerinin kalitesi olacaktır. Bu ilişkinin kalitesi AB’nin Çin ve ABD ile ilişkilerini dengeleme kapasitesini de belirleyecektir. AB, her ikisinin de ekonomik ve siyasi baskısına karşı savunmasız durumda görünüyor. Özellikle stratejik sektörlerde yatırım yoluyla Çin’in ekonomik etkisini sınırlamayı amaçlayan AB; mevzuatını ilerletme çabaları da dahil olmak üzere, Çin’e karşı daha sert ama yine de çıkarlarını koruyan bir yaklaşım sergileyebilir. Bu tür önlemler Pekin tarafından misilleme riski taşıyor ve muhtemelen 2022’de hızla gerçekleşmeyecek, bu da AB liderlerinin uzun vadeli stratejik güvenlik projeksiyonları için zaman kazanmalarını sağlayacak.
Ortadoğu’da Kriz Statükosu
Ortadoğu, cari krizin bir statükoya dönüşmesinden dolayı 2022’yi de jeopolitik donma içerisinde geçirebilir. Bu durum, krizlerin azalacağı ya da siyasal, ekonomik, toplumsal ve jeopolitik maliyetlerin düşeceği anlamına gelmiyor. Suriye’de Şam merkezli bir düzenin kurulamadığı, Kuzeydeki otonom yapıların ise ne kendi bölgelerine ne de Suriye’nin geriye kalanına istikrar ihraç edecek kapasitelerinin ortaya çıktığı kısır döngü dengesi oluşmuş durumda. Amerika’nın Rusya ile 2022 içerisinde Çin stratejisi bağlamında alt bir başlık olarak Suriye’yi ele alması, ilk anda risklerin artması anlamına gelebilir. Böylesi bir gelişme, özellikle Türkiye’nin Washington-Moskova dengesinin Suriye’de bozulmasının ardından jeopolitik imkânlarının daralma sürecinin hızlanmasına yol açabilir.
Körfez ülkelerinin Katar ambargosunu sona erdirmeleri ve Türkiye-BAE ilişkilerinin düzelmesi de bölgesel kriz alanlarına pozitif olarak yansıyacaktır. Bu gelişmenin ardından Ankara’nın İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’la 2022’de ilişkilerini düzeltmesi daha gerçekçi bir ihtimale dönüşmüş durumdadır. Bölge ülkelerinin tamamının iletişimini birbirine açık hale getiren bu gelişme; Yemen’deki Husilerle kapsamlı, uzun vadeli bir ateşkes anlaşmasının müzakere edilebilmesine, Irak’ta hükümetin tesisine ve Lübnan’da istikrarın sağlanmasına katkı sağlayacaktır.
Irak’ta seçimler sonrası düzen kuramama riski devam etmektedir. Yeni bir eksen olarak “Sadr-Sünniler-Kürtler” ortaklığının oluşması Irak açısından olumlu bir gelişme olacaktır. Bu yönde çabaları İran’ın engelleme ihtimaline rağmen, Irak’ta da devam eden statükonun korunması ilk beklenti olmalıdır.
İran ve ABD’nin, önümüzdeki yıl JCPOA nükleer anlaşmasına en azından bir miktar uyum sağlayan bir anlaşma üzerinde anlaşmaya varmaları mümkün olabilir. İran’daki yeni yönetim tam anlamıyla bir kurumsal tahkimatın üzerinde oturuyor ve Washington’ın “tam baskı politikasından” kurtulmak için gerekli pragmatizme sahip görünüyor. İsrail’in görüşmelere karşı yüksek sesli muhalefetinin olmaması, Suudi yönetimi başta olmak üzere Körfez’in Trump sonrası Biden’la daha tutarlı bir ilişki kurma arzusu da anlaşma ihtimalini artırmaktadır. Ancak bu jeopolitik akış, ABD’nin bölge ülkelerini sahici bir şekilde ikna etmesiyle mümkün olabilir. 2021 içerisinde Çin’in İran’la geliştirdiği stratejik ilişkiler, BAE’nin Pekin yakınlaşmaları, Riyad’ın benzer şekilde proje ortaklıkları, Bağdat ve Erbil’in Çinli şirketlere açtıkları ihaleler, Ankara’nın Uygur Türklerine yönelik ağır insan hakları ihlallerini paranteze alarak Çin’le geliştirdiği ilişkiler, bölge ülkelerini Washington’la yeni bir düzlemde karşı karşıya getirecektir. ABD’nin bu düzlemi eksen tercihine zorladığı senaryoda gerilimler oluşması muhtemeldir.