2023 Yılında Uluslararası Siyasete Panoramik Bir Bakış – I

Savaşlar, sıcak çatışmalar, darbeler, dini ve etnik temelli şiddet hareketleri, uyuşturucu kartelleri, korsanlık faaliyetleri, bireysel silahlanma ve artan “yalnız kurt” eylemleri… Dünya hızla ciddi bir şiddet sarmalının ortasına düşmüş vaziyette. Bütün bu süreçler, 2023’te bir önceki yıla göre artış kaydetmiş durumda ve yakın zamanda durulabileceğine, insanlığın sükûnete erebileceğine dair somut bir emare maalesef yok.

2024 yılı benim için kişisel bir güzel haberle başladı; yeni dönemde dış politika ve uluslararası siyaset ağırlıklı analiz yazılarıyla, iki haftada bir siz değerli Perspektif okurlarının karşısında olacağım. Yılın ve yeni dönemin bu ilk yazısında ise, 2023 yılında uluslararası siyasete hâkim olduğunu düşündüğüm bazı temel trendler ve kalıplaşmış eğilimler üzerinden panoramik bir bakış geliştirmeye ve geçtiğimiz yılın kavramsal düzlemde bilançosunu çıkarmaya çalışacağım. 

 

Bu çerçevede 2023 yılında uluslararası siyasete yön veren dört temel kalıp ve çerçeve olduğunu düşünüyorum (ilk iki maddeyi bu yazıda okuyucunun dikkatine sunuyorum, diğer iki madde bir sonraki haftalık yazıda olacak):

 

1) “Güç” olgusunun önlenemeyen yükselişi ve silah kullanımında artış

 

Uluslararası siyaset araştırmacıları açısından, devletler ve toplumlar arası ilişkilerde siyasa yapıcı ve belirleyici temel faktörün ne olduğu sorusuna dair tartışmaların uzun bir arka planı ve tartışma literatürü var. Her ne kadar çeşitli “değerler, ilkeler” vs. gibi subjektif kriterlerden bahsedilse ve bu görüşlerin ciddi alıcısı olsa da, uluslararası dengelere yön veren temel belirleyici faktör “güç” olgusudur ve son birkaç on yıl -hatta her gün yeniden ve bir kez daha- bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.

 

Küresel ölçekteki sıcak çatışma alanları ve süregelen savaş/çatışma dinamikleri 2023 yılında da tesirini artarak sürdürdü. 

 

– Kremlin’in 2022 Şubat ayında başlattığı Ukrayna’daki işgal ve savaş hali yoğunluk kaybetmekle birlikte devam etti ve yakın zamanda 2022 öncesi statükoya dönülme ihtimali olasılık dahilinde değil.

 

– Yemen’de İran ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği bölgesel bloklar arasındaki çatışmalar durulmadı ve ülke içi güç bölgeleri daha da tahkim edildi.

 

– Bugün hazana dönüşen “Arap Baharı” ülkelerinden Libya, Sudan ve Suriye’deki iç savaş süreçleri durulmuş değil, bölgesel ve uluslararası aktörlerin kanlı vekâlet savaşı hız kesmeden sürüyor.

 

– Karabağ’da 1990’ların başındaki güç dengesi bozuldu ve bu sefer Azerbaycan Ermenistan’a güçle boyun eğdirdi.

 

– Asya-Pasifik bölgesinde Çin’in hem kara hem denizdeki komşularıyla yaşadığı sorunlara güç kullanılarak ve savaş yoluyla çözüm bulunmak istendiğine dair öngörüler hızla arttı 2023’te de. Artık Çin’in içinde olacağı bir sıcak çatışma ihtimali herhangi bir gözlemciye uzak ve imkânsız görünmüyor ki bunun bölgesel ve küresel yayılım alanları herkesi haklı olarak endişeye sevk ediyor.

 

– Sahra Afrika’sında bölgesel ve küresel aktörlerin destek ve himayesinde darbeler süreci, keza devam ediyor; eski Avrupalı sömürgeci güçlerle, Çin ve ABD arasındaki yeni emperyalizm mücadelesi Afrika’da kendisine velut ve kanlı bir sahne bulmuş durumda.

 

– Orta ve Latin Amerika ülkeleri ise farklı tür bir şiddet sarmalının ortasındalar: Suç ve uyuşturucu kartelleri belirli yerlerde devlet otoritesini çoktan buharlaştırmış halde ve bu trend artış eğilimi gösteriyor.

 

– İnsanlığın korkulu rüyası nükleer silahlarda ve askeri amaçlı nükleer başlık envanterinde kaydedilen artış da 2023 yılının dikkate alınması gereken tehlike potansiyelleri arasında. Bilhassa Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore gibi ülkelerin nükleer silah envanterindeki genişleme (konuya dair periyodik bir rapora buradan ulaşabilirsiniz), söz konusu ülkelerdeki karar alma süreçleri ve tehdit algılamaları düşünüldüğünde ciddi bir kaygı unsuru. Çok kısa süre önce Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin, ABD eski Başkanı Trump ve İsrail kabinesinden bir bakanın nükleer silah kullanımına yaptıkları atıflar meseleyi daha tehlikeli bir hale getirme potansiyeli taşıyor.

 

– Ve elbette Filistin… 7 Ekim saldırılarının ardından başlayan topyekûn İsrail saldırıları ve Gazze işgalinde öldürülen Filistinli sayısı 24 bini, yaralı sayısı ise 60 bini geçmiş durumda. ABD’nin destek ve himayesindeki İsrail saldırganlığı, bağımsız bir Filistin devletinin yaşama ve hayatta kalma imkânlarını maddi ve manevi açıdan çoktan tüketmiş durumda.

 

Savaşlar, sıcak çatışmalar, darbeler, dini ve etnik temelli şiddet hareketleri, uyuşturucu kartelleri, korsanlık faaliyetleri, bireysel silahlanma ve artan “yalnız kurt” eylemleri… Dünya hızla ciddi bir şiddet sarmalının ortasına düşmüş vaziyette ve pek az bölge bu şiddet ağının etkisinden -kısmen- muaf kalabildi. Bütün bu süreçler, 2023’te bir önceki yıla göre artış kaydetmiş durumda ve yakın zamanda durulabileceğine, insanlığın sükûnete erebileceğine dair somut bir emare maalesef yok.

 

2) Küresel barış umudunun ve uluslararası örgütlere güvenin aşınması

 

20’nci yüzyılda yaşanan üç büyük savaşın da ardından -I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş- idealist liderler ve liberal düşünürlerin öncülüğünde uluslararası ilişkilerin genel çerçevesine küresel barış idealinin egemen olduğu kabul edilir. Büyük savaşların ve ekonomik/toplumsal felaketlerin getirdiği yıkımlar, bu yıkımların tekrarını önlemeye matuf olarak, kurumsal yapılar öncülüğünde bir küresel barış idealini canlandırmıştı. 

 

Nitekim Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler, Avrupa Kömür ve Çelik Birliği (bilahare AET ve AB) gibi kurumsal yapılar bu felaket dönemlerinin ardından kurulan ve yeni savaşların yaşanmasını engellemeyi amaçlayan yapılardı. Keza 1990’lı yılların başında Doğu Bloku’nun dağılmasının ardından esen “bahar havası” ve ekonomik entegrasyon temelli küreselleşme vurgusu da bu sürecin devamı mahiyetindeydi.

 

Uluslararası sistemde “güç” olgusunun belirleyici olduğunu savunan ve sistem vurgusuyla analiz çerçevesini kuran -klasik, neo-klasik, neo-realist vb. tüm varyantlarıyla- Realist siyasetçi ve düşünürler ise bu bahar havasını suni ve geçici görmekteydi. Nitekim Moskova ve Pekin’in 1990’ların sonundan itibaren yeniden güçlenerek küresel sistemde çok-kutupluluk arayışlarını zorlamaları ve bu yolda kendilerine çok sayıda müttefik bulabilmeleri, ABD öncülüğünde kurulmaya çalışılan tek-kutuplu barışçıl dünya düzeni arayışlarının defolarını da hızla ortaya çıkardı.

 

Ancak gelinen noktada asıl büyük sorun, bilhassa Birleşmiş Milletler özelinde Güvenlik Konseyi yapılanmasının savaşları ve sıcak çatışmaları durdurmadaki başarısızlığının uluslararası toplumu hayal kırıklığına uğratması ve küresel barış idealinin temelsiz ve suni olduğunu göstermesi oldu. En son İsrail’in Gazze saldırılarını durdurmakta başarısız olunması ve buna varana kadar yaşanan onlarca benzer hayal kırıklığı, “güç” olgusuna yaslanmanın daha güvenli olduğunu ve barış idealinin özünde ham bir hayal olduğunu toplumlara açıkça gösterdi.

 

Bu noktada devletlerin ve devlet dışı aktörlerin, Neo-Realizmin yaşayan en önemli teorisyenlerinden John Mearsheimer’ın deyimiyle, “Uluslararası siyasetin anarşik dünyasında, Bambi olmaktansa Godzilla olmayı” tercih ettiği bir dönemin ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalı.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.