3. Yol
Siyaseti saplandığı bataktan çıkarmak ve bunu yaparken bir ‘3. Yol’ belirlemek kaçınılmaz. Bunun için iktidarın da, muhalefetin de çizdiği ve oyun sathı olarak belirledikleri cendere alanından çıkmayı göze almak; 28 Mayıs öncesinin kodlarıyla düşünme ve eylemeyi terk etmek gerekmekte.
Seçim sonuçları muhalefet cephesinde masaya yatırılıyor. Sihirli kelime “değişim” rafa kalkmış durumda. “Normalleşme” tartışmaları başka baharlara havale edilmiş halde. Her kesimde, faturayı ya ana kimlikten uzaklaşmaya ve siyasetsizleşmeye sebebiyet veren Masa sürecine ya da kendi hinterlantlarındaki rakip gruplara kesme iştahının kabardığı açık. Kazanıldığında ötelenecek pek çok mesele, kaybedildiğinde iğneden ipliğe pazara serilmekte.
Altılı Masa’da ortaya konan mutabakat maddeleri ve yeni anayasa ideali, teoride ülkenin daha iyi bir noktaya taşınması için ciddi bir fırsattı. Ama bu fırsat, sürecin organik olmadığını ortaya koyan pek çok gelişmeyle baltalanmış oldu.
Ufak tefek dalgalanmalarla birlikte, 2018’den bu yana ülke sathında kemikleşmiş sosyo-kültürel yapının kararlarını etkileyecek bir siyasi heyecan ve tsunaminin yaratılamadığı ortaya çıktı. İktidarın 21 yıllık tarihinin en kötü karnesi bile sosyo-kültürel yapının politik tercihlerinde değişime vesile kılınamadı.
Organik Olmayan Süreçlerin Bedeli
Bu tabloyu birkaç maddede somutlaştıralım:
- Kitlelerin modernite ve küreselleşmenin yarattığı sorunlar karşısındaki çözümsüzlük ve zayıflık hissi yeter derecede doğru okunamadı. Aynı modernitenin kaba hallerine alternatif bir din ve milliyetçilik yorumu, iktidara yakın kitlelerin verili kimlikleri korumadaki ısrarını pekiştirdi.
- Aynı şekilde bölgesel jeopolitik karşısındaki çaresizlik ve tedirginliklere, terör ve beka korkularına panzehir olacak bir siyaset içeriği ve dili geliştirilemediği için, iktidar bu alanda dilediği gibi at koştu ve yine çözümün kendisinde olduğuna kitleleri ikna etti.
- Organik olmayan bir ‘değişim’ önerisinin inandırıcılık sağlayamayacağı ortaya çıkmış oldu.
“Helalleşme” vurgusu yapaylık sınırını aşamadı. Bu, sadece Kemal Kılıçdaroğlu’nun yalnız bırakılmasıyla açıklanacak basitlikte bir mesele değildi. 10 yıldan fazla bir zaman önce AK Parti’nin başlattığı ve her veçhesiyle organik olduğuna toplumun inandırıldığı süreçlerin benzeri burada oluşturulamadı. Niyetler kâğıt üzerinde kaldı. Taban, teşkilatlar, toplum kesimleri bir yana, asıl olarak aydınlar-entelektüeller, medya, siyaset üçlüsünün buna niyeti olmadığı, hazır olmadıkları; aksine, değişim, sorgulama, yüzleşme, ideolojik tortuları, ezber kalıpları, yaşanmışlıkları evrensel normlara vuracak yola asıl bunların köstek olduğu görüldü. Nitekim elbirliğiyle Millet İttifakı’nın zayıf ayaklarına getirdikleri eleştirilerin haksız oluşunun verilerle bile ispat edilmesi bir yana; “özgür” kutuplaşma zeminlerini dumura uğrattıkları muamelesine tabi tutuldular.
- “Tanzimatta bu yana…” diye başlayan ve ülkenin fay hatlarına yeni bir açılım getirme yüksek idealinin her cepheden arkasında durulmadan; -“Ben merkezli” siyasi çekişmelerin de buna eklenmiş olmasıyla- iktidarın propagandasına sahici malzemeler taşıyan; toplumun, gerçek olan ile olmayanı sarih biçimde ayrıştıramamasına sebebiyet veren bir düzlem oluştu.
- Muhalefet, iktidarın hikâyesine alternatif sahici, samimi, gerçekçi bir hikâye ortaya koyamadı.
- Lider odaklılığı aşılamayan siyasetin muhalefet cephesinde de yeter derecede var olduğu, denenen şeyin denenmiş olandan farklı olmadığı örneklerle ispat edildi.
- “Reis” ile “Aday”ın yarıştığı gerçeği sosyo-politik olarak bir kez daha ispat edilmiş oldu. Bu gerçeği aşacak yüksek sebeplerin oluşmadığı ve oluşturulamadığı yinelenmiş oldu.
- Kaybettiğinde toplumu suçlayan analizlerin kaybetmekten hiç kurtulamayacağı; özeleştiriye açık olmayan tutumların bir sonraki aşamalarda da hatalarını yineleyerek sürdüreceği bir kez daha kendisini gösterdi.
- Bu tablonun, değişmeyen odakların, alınmayan risklerin, sabredilmeyen süreçlerin, verilmeyen tavizlerin, paylaşılmak istenmeyen emeklerin, kıl payı kazanılsa bile topluma bir Pirus zaferinden fazlasını vadedemeyeceği anlaşılmış oldu.
Toplumun rasyonel biçimde bunu okuduğu, güven vermeyen, korkuların pekiştirildiği, elinde olanın da kaybedileceği vehmini kuşandığı; bilinmezlikler içeren, kaygıları çoğaltan görüntülere prim vermemeye devam edeceği sarih biçimde görülmüş oldu.
- Partilerin sokakta birlikte çalışan teşkilat ve tabanları bile bu inorganik hali kabullenemediler. Yeni partilerin teşkilatları “yeni” olmak hasebiyle, kendilerini henüz ispat etmeden, kimlik, kişilik kazanmadan girilen yolun risklerini hissettiler; güçlü olan ana ve yavru muhalefet ise kendisini sürekli ödün veren konumda hissetti. Aslında bu tablonun kendisi zaten ana ideolojik kompartımanlardan çıkılamadığını, birliktelik görüntülerinin de içine sürüklendikleri sürece ihanet etmemek ve olası matematiği zedelememek motivasyonuyla hareket ettiğini gösterdi. Şimdi insanların zincirleri boşalmışçasına “hata yapıldı” tahlilleri yapmalarının yavan zannedilmesi de bundan kaynaklanmakta. Oysa asıl organik olan taraf burası. Nitekim kazanmaya “mış gibi” yaparak odaklanmak ile kazanmayı bir sosyolojik sürecin nimeti olarak görmek arasında ciddi fark vardır. Tıpkı AK Parti’nin yarıdan fazla süreçlerinin bu organik arayış ve yönelimlerle dolu olmasının ona kazandırdıkları gibi. Hatta şu son süreçte bile o yılların ekmeğini yemenin olduğunu kabul etmek gerekir. Kitleler güçlü yazılan hikâyelerden çıkmak için sebep aramazlar. Öyle bir karar anı bile gelmiş olsa, o hikâyeden daha güçlü ve sahici sebepler ararlar. O arada, bu sebepleri kendilerine sunan alternatif hatlar var mı yok mu diye de etrafı kolaçan ederler. Sonuca bakıp eşitsiz koşulların dezavantajlarını ve halkın eğitim durumunu vb. ilk maddeler arasına koyup hem tarihe hem de aynaya bakmayı öteleyenler, bırakın güçlü sebepler üretmeyi, daha buna gerek olup olmadığını bile fark etmemiş olanlar olarak patinaj yapmayı sürdüreceklerdir.
- Özellikle ana muhalefetin, aynı zamanda kendi içindeki rövanşistlere yenildiğini kabul etmek gerekmektedir. “Helalleşme”yi her fırsatta şımarık şekilde reddeden ve onun altını oyan muhalefet medyasının “Hesaplaşma” söylemini öne çıkartması boşuna değildi. Şimdi bile iktidar kitlelerinden oy alma zorunluluğu hâlâ orta yerde duruyorken, muhafazakâr ortakları “güvenilmez” sayan ve onlardan kurtulmayı tavsiye eden ruh hali, yazının başından bu yana çizdiğimiz organik-inorganik meselesinin turnusolü hükmünde. (Paradoks şu ki; seçimler öncesi asıl bu tutumları, kendilerinin ne kadar güvenilmez olduğunun muhafazakâr kitlelerce notlanmasında ve yeterli desteğin Masa’nın diğer aktörlerine verilmemesinde başat rol oynamıştır.)
- ‘Montaj’ denilen videolardaki örgüt yöneticilerinin demeçlerinin ortaya dökülmesi; bunlara ilişkin ciddi cevaplara Masa’dan hiç ses verilmemesi; Suriye’deki güvenlik meselelerinin görmezden gelinmesi; Suriye’den, Libya’dan asker çekme ve yabancılara açık düşmanlık eden ırkçı video ve afişlerin sosyal medyayı, cadde ve sokakları süslemesini bir kenara bırakıp da mütedeyyin halkın rasyonel davranmamakla, eğitimsiz olmakla, güce tapmakla, ahlak problemleri yaşamakla suçlanması ne kadar gerçekçidir? Asıl soru şu ki, bütün bu eylemlilikleri hiçbir akli-vicdani sorgulama yapmaksızın ortaya koyan bir irade, acaba bu kaba ideolojik konumlanmaya ilişkin bir sorgulama yapabilir mi? Halkın, yapamayacaklarına karar vermiş olduğuna şahitlik ettik.
3. Yol İçin Durum Tespiti
- Türkiye’de siyaset iki durum arasına sıkışıp kalmış haldedir.
- İktidarın zaaf, zayıflık, hata ve kötülükleri, yönetimsel beceriksizlikleri, yolsuzluk, hukuksuzluk ve kitlelerin yoksullaştırılması yönündeki hallerine rağmen Cumhurbaşkanı’na dönük itibar kodlamasının milim sapmamış olmasını önce bu büyük resim üzerinden görmek gerekmektedir. Toplum çözümlemesi içeren (ama “yozlaşmış cemaatler” ezberinden medet ummayı aşıp, laik kesimleri de içine saplandıkları ideolojik-kimliksel dogmaları üzerinden gözleme tabi tutan) alt başlıklar ise bilahare masaya yatırılmalıdır.
- Seçim kazanıp kaybetme meselesinden bağımsız şekilde öncelikle şunu kavramakta fayda var ki; Türkiye’nin genel sosyolojik resmi göz önüne alındığında, resmî ideolojinin köklü bir şekilde ele alınması meselesi gündemde değilse, gerçekçi bir değişim ve demokratikleşme rüzgârı hiçbir zaman yakalanamayacaktır. CHP’yi Atatürkçülükten uzaklaşmayla suçlayan AK Parti’nin de katkılarıyla bu ortam daha da bulanık ve kavi bir hale dönüşmektedir ki, ülkenin sahici dönüşümünün önündeki en büyük engellerin başında bu konu gelmektedir.
Militarizmden görece arınmış sivilliğin otoriter versiyonunun yarattığı vesayet biçimine toplum olarak teslim olduğumuz gerçeğiyle de yüzleştiğimizde, Kemalizm’in sağ ve sol versiyonları arasındaki tercihlerin salınımına kurban bir sosyo-kültürel yapının zemin bulduğu; güç mücadelesinin gerçek bir demokratikleşme ile bu olgular arasında olması gerektiği izahtan varestedir.
Dün ordu, yargı, vesayet kurumları, medya, iş dünyası ve sözde sivil toplum görüntülü akredite örgütler üzerinden maruz kaldığımız kadükleşmeye bugün; ordunun yerine ikame olmuş, totalitarizme doğru evrilen sivil iktidarla maruz kalmaktayız. Bu maruz kalışın ideolojik kökleriyle hesaplaşılmadığı müddetçe cesur, samimi, sahici bir değişim modeli milyonlarla ifade edilen -özellikle- yeni nesil gençliğin önüne konamayacaktır! - Maalesef hiçbir siyasi çizgi de (toplumun buna hazır olmadığı sanrısıyla) sembolik alanlarda bile bu konuyu gündemleştirmeye cesaret edememektedir. Oysa içinde şahıs isminin geçtiği, bir şahsın ilkeleri üzerine yemin edilmek zorunda kalınan, anayasası halen 12 Eylül’ün darbeci zihniyetinin ağırlığı altında ezilen, bu paradigmayı tartışmayı vatana ihanetle eşdeğer gören bir zihniyetin sürekli yaygınlaştırıldığı bir ülkede yaşamaktayız.
Dün, kaba modernite, jakobenizm, laiklik ve ulusalcılıkla iş gören egemen zihniyet sahiplerinin yerini bugün, bunlarla hesaplaşır bir görüntü arz etse de, mezkur kavramların yerine ikame edilen millilik, yerlilik, din (daha doğrusu geleneksel dinin geniş sosyolojik algılarla barışık yorumu) ve parti-devlet anlayışı devralmıştır.
“Reis”in son seçim fotoğrafını Ayasofya’da, rakibinin Anıtkabir’de vermiş olması, kutuplaşmanın bahsettiğimiz mahiyetini sembolik olarak ortaya koyarken, aslında ülkenin demokratikleşmesi, özgürleşmesi, sahici dönüşümü önündeki ideolojik birlik fotoğrafını resmetmektedir.
Asıl seçim de maalesef işte bu iki fotoğraf arasında gerçekleşmiştir. Seçimin, toplum tarafından kodlanan niteliksel mahiyeti bu olmuştur!
Ne hazindir ki; bir zamanlar mütedeyyin kesim başta olmak üzere ülkenin demokrat kesimlerinin desteğini almış ve rejimin kalıntı olarak bıraktığı köklü sorunlarla yüzleşmeyi hakiki biçimde toplumun önüne koymuş AK Parti ile CHP’yi somut adımlarla dönüştürme yolunda ilerleme kaydederken ana akstan medya, siyaset lordları ve onların etki alanındaki taban ve kitle baskısıyla çıkamayan ve son düzlükte ırkçılıkla malul sol Kemalist fotoğraflar vermeye savrulmuş bir CHP zihniyeti kıskacına mahkûm edilmiştir siyaset.
Matematik, buradan farklı bir sonuç çıkmasına vesile olmuş olsaydı bile, sahici dönüşüm talebi hülya olmaktan arınabilecek miydi? Bu aslında cevabı çok da zor olmayan bir soru.
Kürt Siyaseti de Aynı Cenderenin İçinde
Bu tabloya muhalif olduğu ve tahammül etmek zorunda bırakıldığı iddia edilen seküler Kürt siyaseti de bu resimden ari değildir. Liderlik kültünün en kaba halleri bir yana, yanaşık düzen hareket ettikleri Türk Solu’nun Kemalistik reflekslerine, “cemaatlerin tarikatların kökünü kazıyacağız” nidalarına tek söz söylemeyen “demokratlık”ı ne yapacağız!? Toplum onu malum örgütün vesayetinden kurtulma çabalarıyla değil, aynı örgütün devlet tarafından tırpanlanmasıyla oluşan “güvenlik ortamı”nda siyasetsizliğe savrulması ve anti-Erdoğanizmden öteye hiçbir ideolojik köklü özeleştiriye yanaşmamasıyla notlamakta. Yani karşıtından beslenen anlayışın iki adım ötesine taşamayan bir cendere hali. (Gençlerin silahlı örgütü besleyen kaba milliyetçilik hallerinden kurtulması ve daha folklorik, daha Türkiyeli bir arayışa yönelmesini, malum siyasi çizginin başarısı olarak mı okuyacağız sahiden yoksa dünyada da değişen koşulların ve siyasi algıların metazori dönüşümüyle mi?
3. Yol’un Zorunlu Halleri
Kısacası siyaseti bu saplandığı bataktan çıkarmak ve bunu yaparken bir ‘3. Yol’ belirlemek kaçınılmaz.
- Bunun için iktidarın da, muhalefetin de çizdiği ve oyun sathı olarak belirledikleri cendere alanından çıkmayı göze almak gerekmekte.
- 28 Mayıs öncesinin kodlarıyla düşünme ve eylemeyi terk etmek gerekmekte.
- Muhafazakâr kesimin içine katılamadığı bir dönüşüm idealinin zorlukları ortadadır.
Belli oranda da bir gücün ikame edilmediği bir dönüşüm hayalinin, o ideale yakın olmayan daha güçlü odaklarca her an itibarsızlaştırmaya maruz bırakılacağı gerçeği de görülmek zorundadır.
Eşit şartlara ulaşmadan seküler muhalif yapıların siyaset baronlarının değişimi baltalamaktan çekinmeyeceği; kabilesel menfaatleri bu ideallerin üzerinde tutacakları da fehmedilmek durumundadır.
- Ucube Başkanlık Sistemi’nin mahkûm ettiği alandan öncelikle paradigmal olarak çıkmak lazım.
- Maddi-fiziki koşulların dayattığı realitelere mahkûmiyetten de ancak ufka baktıracak ve elini taşın altına koymayı hedefleyecek bir vizyoner dönüşüm kurtarabilir.
- Sağlıklı olan, bu ihtiyacı kavramış siyasi çizgilerle birleşmektir. Değilse, bu cesaret isteyen alanı kuşatamayacak olanlarla yol yürümenin zor olacağı da ortadadır.
- Yol ile refikin aynı anda belirginleştirilmesi izahtan varestedir.
Özcesi, anın gerektirdiği sorumlulukları kuşanmaktan çekinmeyen, eklektik hallerden sıyrılmış, hem iktidar hem de muhalefete yol gösterecek bağımsız, radikal, devrimci bir yolu benimsemek kaçınılmazdır.
“Hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeyen”, samimi, sahici, yüzleş(tir)meci, özeleştiriye açık, tavizsiz, lider merkezlilik ezberinden zihnen kurtulmuş, empati çıtasını yükselten, özgürlükçü, insan onuru ve grup hakları odaklı hukuktan taviz vermeyen, toplumun en dezavantajlı kesimlerinin radikal ve görünür biçimde yanında yer alan bir anlayışı kuşanmak gerekmekte.
Tabii aynı anda bu yeni sürecin yeni paradigması ve kavramları üzerinde çalışmak, (kadim ile çağdaş olanı mezcederek bir inşai süreç izlemek) entelektüel birikimle siyasi tutumu tavizsiz şekilde atbaşı sürdürmek kaçınılmaz olan.
“Bu bahsedilen alanlarda toplumda görünürlük oluşturmak ancak güç/iktidar olunduğunda yapılacak iştir” zihniyetinden ivedilikle çıkılmadan hiçbir adım atmak mümkün değildir. Toplumun da arzu edilen vasatta dönüşümü, ancak bu zorlu ama bereketli yola tabi olmakla mümkündür.