6 Şubat’tan Bize Kalan
Depremde en fazla can kaybının yaşandığı yer olan Hatay, aynı zamanda birçok ilçesini de büyük ölçüde kaybetti. Şimdilerde şehirdeki boşluk iş makineleriyle, inşaat şantiyeleriyle doldurulmaya çalışılıyor. Elbette depremde hayatını kaybedenlerin acısı, onları tanıyan son insan da bu dünyadan göçene kadar devam edecek.
Ülkenin bir köşesinde bir felaket yaşandığında, yüzlerce kilometre uzaktakilerde bir duygu uyanır. Kederin, dayanışmanın ve öfkenin toplamıdır bu duygu. Felaket bizim başımızda patlamamıştır, hayatımızı doğrudan etkilememiştir ama acısını hissederiz. Geçici bir durumdur bizler için ama o ilk günler sokağa çıkınca daha anlayışlı oluruz mesela. Trafikte birbirimize yol veririz. Kişisel gündemlerimizi unuturuz, başka bir şey yapmayı, farklı bir şeyle ilgilenmeyi büsbütün ayıp sayarız.
6 Şubat da bütün memleket için böyleydi.
Depremin ardından bölgeye doğru yola çıkanlar bu duygunun ete-kemiğe büründüğünü de canlı kanlı görüyordu.
Yollar, bölgeye yardım yetiştirmeye çalışanlarla doluydu. Böyle bir milletin evladı olduğumuz için yaşadığımız gururun yanı sıra en küçük depremde kendimiz ya da sevdiklerimizin enkaz altında kalacağını bilmemizin verdiği öfke ve çaresizliğin bileşkesinden doğan bir duygu yaşıyorduk yollarda. Elbette, hâlâ enkazlarda yardım bekleyen binlerce dermansız nefesin acısını hissederek…
Galiba, “Bu millet, devletten büyük” cümlesi ilk o zaman aklımdan geçti. Hatay’a vardığımız ilk anda, enkazın başında yakınlarını kurtarmak için çırpınan Antakyalı bir hanımefendi “Ellerimizi kepçe yaptık, kazıyoruz, ne yapalım” diyordu mesela. İnsanüstü bir çabaya ama insanın sınırlarını zorlayan koyu bir çaresizliğe tanık olduk.
İlk günlerde herkesten “koordinasyonsuzluk” kelimesini duyuyorduk.
“Arama-kurtarma çalışmalarının koordinasyonsuzluğu”, “Tahliye koordinasyonsuzluğu”, “Yardım dağıtım koordinasyonsuzluğu”…
“Koordinasyon” diye ortaya konulan mimariye göre, örneğin Hatay’da deprem olursa Kahramanmaraş’tan ekipler yönlendirilecekti; Kahramanmaraş’ın imdadına Gaziantep yetişecekti ancak koordinasyonu yapacakların da depremde enkaz altında kalabileceklerine, Kahramanmaraş’ın, Hatay’ın, Gaziantep’in, Adıyaman’ın aynı anda yıkılabileceğine yönelik bir öngörü yoktu. Kamu görevlilerinin aynı gün, aynı anda ailelerinin canlarının derdine düşebileceği düşünülmemişti.
Oysa tarih, bir-iki kez değil tam altı kez; 47, 115, 341, 458, 526 ve 528 yıllarında bu depremi bize haber vermişti. Roma’da “tanrıların gazabı” olduğuna inanılan ve coğrafyada en çok can kaybına neden olan depremler arasındaki bu felaketlere rağmen ovaya şehir kurma ısrarımız bitmedi.
Sağ siyasetin sevdiği bir slogan vardır: “Halka hizmet Hakk’a hizmettir.” Sosyal-demokrat belediyeler, muhafazakâr müteahhitler ve taşeronlar el ele vererek, örneğin Kahramanmaraş’ta bostanları imara açarak, imar planlarıyla oynayarak bu “hizmetin” en veciz örneklerini gösterdiler. Hakk’a hizmet ettiler mi bilmiyoruz ama imar tanrılarına çok kurban verdiler.
6 Şubat’tan Sonra Hatay
6 Şubat depremleri konuşulurken Hatay’ın daha yakından incelenmesi gerekiyor. Çünkü depremde en fazla can kaybının yaşandığı yer olan Hatay, aynı zamanda şehir merkezi olan Antakya ile birlikte birçok ilçesini de büyük ölçüde kaybetti. Hatay’a Adana üzerinden gelirken değişen coğrafyayı çok yakından hissediyorsunuz. Adana da depremden etkilenmişti ancak bugün şehir tüm dinamikleriyle ayakta. Hatay’da ise maalesef tablo çok daha ağır…
Şimdi, çoğu deprem bölgesinde olmak üzere milyonlarca insan “normalleşmeyi” bekliyor. İlk etapta kurulan çadır kentler yerini konteyner kentlere bıraktı. Depremin hemen ardından farklı şehirlere giden bölge halkının ise geri dönmeye başladığını öğreniyoruz. Bu durum özellikle deprem bölgelerindeki insanların psikolojisini, bir nebze de olsa olumlu etkiliyor.
Enkaz kaldırma çalışmaları büyük oranda tamamlansa da ağır hasarlı binaların yıkım sürecinin devam ettiğini öğrendim. AFAD’ın yayınladığı genelgeye göre orta hasarlı binalar güçlendirilmezse ağır hasarlı binalar gibi yıkılacak. Güçlendirme çalışmasının yapıldığı orta hasarlı binalara sahip vatandaşlar, denetimden geçerse binalarını kullanmaya devam edebiliyorlar. Hataylı bir arkadaşım, binalarının statüsünün “ağır hasarlıdan” orta hasarlıya çevrilmesi için yargı sürecini bekleyen mülk sahiplerinin, bina duvarlarına “Yargı kararı bekleniyor. Yıkmayın” diye yazdığını söylüyor. Bu, hayattan beklentinin devam ettiğinin göstergesi ancak alınan derslerin, yapılan ezberlerin çok kolay unutulduğunu da gösteriyor.
Hatay’ın Büyük Boşluğu
“Hatay büyük bir şantiye gibi” diyor arkadaşım Selim. Depreme Hatay’da yakalandı. “Enkazlar kaldırıldıktan sonra sokaklarda, meydanlarda boşluklar kaldı. İlk gördüğümde ‘bu benim şehrim mi’ diyerek yabancılık çekiyordum. Ama insan bu, her şeye alışıyor” diye ekliyor.
Özellikle geçen bir yılda deprem bölgelerinde tahrip olan iş alanlarının ayağa kaldırılma gayretiyle istihdamın yavaş yavaş normale dönüş eğiliminde olduğunu öğreniyorum sonra. Ancak yevmiye usulü veya parça başı hizmet veren iş kollarındaki insanların gelir temininde zorlandığı aktarılıyor. Bu nedenle deprem bölgelerine yönelik olarak tüm kesimleri kucaklayan istihdam projelerinin artırılması gerekiyor. Özellikle küçük esnafın konteyner gibi yapılarla tekrar oluşturmaya başladığı ticari konumun ilerleyen süreçlerde kademeli olarak inşa edilecek yeni ticari yapılara aktarılması ve bu çerçevede verilen teşviklere erişimin yine hayatın normale dönüş çabalarında etkili olacağı da belirtilen hususlardan biri.
Hatay’da görev yapan bir doktor, hem genel sağlık ihtiyaçlarına cevap verecek ciddi bir mekanizma kurulması hem de psikolojik ihtiyaçların karşılanmasının üzerinde ciddiyetle durulması gerektiğini ifade ediyor. Özellikle toplu barınma alanlarındaki yaşam ve yıkıma uğrayan şehirde solunan hava insanların sık sık hasta olmasına neden oluyor. Hülasa, deprem bölgesindeki hastanelerin ve sağlık personellerinin artırılması gerekiyor.
Bölge ile ilgili garip bir durum ise hâlâ hava ulaşımında yaşanıyor. Hatay’dan uçakla İstanbul veya Ankara’ya gidilebiliyor ancak Hatay’a gelinemiyor. Bu durumun en kısa sürede çözümlenerek Hatay’a uçakla gelişlerin yeniden açılması bölge halkı tarafından talep ediliyor.
Deprem sonucu organizasyon yapısı büyük oranda çöken Hatay Büyükşehir Belediyesi’ne karşı Hatay halkında bir rahatsızlık göze çarpıyor. Bu durum ilçe belediyeleri için de geçerli. Geçen bir yılın ardından insanlar olumsuzluklar hakkında konuşmak yerine daha ziyade sessiz kalarak tepkilerini göstermeyi tercih ettiler. Ancak depremin yıldönümünde, acı tekrar harlandığında, karşılarına çıkan Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfi Savaş’ın yuhalanmasıyla ilk yılın ardından ilk büyük toplumsal tepki hissedildi. Aslında önümüzdeki seçimler Hatay halkının birincil gündeminde değil. Asıl ihtiyaç, eşyanın tabiatına uygun olarak barınma. Bu nedenle TOKİ tarafından inşa edilen deprem konutlarının ne durumda olduğu her gün yakından takip ediliyor.
Depremden önce çok canlı bir şehir olan Hatay, şimdi Selim’in bahsettiği boşluğu iş makineleriyle, inşaat şantiyeleriyle doldurmaya çalışıyor. Elbette depremde hayatını kaybedenlerin acısı, onları tanıyan son insan da bu dünyadan göçene kadar devam edecek.