“6’lı Masa” Korkusu – II

Sistemik değişim, halihazırdaki de facto “Güçler Birliği”ni olumlu anlamda törpüleyeceği gibi, gücün farklı toplum kesimlerinin temsilcileri arasında paylaşımını getireceği ölçüde de bir arada yaşamın farkındalığını ve siyasetin normalleşmesinin değerinin kavranmasını artıracaktır.

“6’lı Masa” Korkusu - II

Yazının birinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.

 

“6’lı Masa”ya dönük anti-propagandaların karakter tahlili şu şekilde özetlenebilir:

 

  • Masaya yönelik anti-propagandaların göz boyamacılık dışında bu ülkeye sağladığı hiçbir fayda yok. (Yazının birinci bölümü girişinde maddeler halinde belirttiğimiz, sistemin yapı sökümüne uğratılması açısından faydalı olması istisna.)

 

  • “Beş benzemez” ithamına birinci bölümde kısmen değinmiştik. Ama yapılmak istenen kafa karışıklığına ilişkin şunların altını çizmemiz gerekli:

 

Bu benzetme, tam anlamıyla milletin aklıyla alay etmeyi beraberinde getiren bir safsatadır. Oysa Türkiye toplumunun ve siyasetin, sadece seçimler için değil, geleceğe dönük bir sosyo-politik kültür geliştirme adına acil ihtiyacı olan şey, üç ana damarı temsilen partilerin bir araya gelişinin, tam da demokratik kültürün ihtiyacı olan şey olduğudur.

 

Tam da zaten kaybettiğimiz, bizi birbirimize yaklaştırıp tanış olma halini pekiştirecek ve geçmiş “bagaj”lardan kurtulma çabasıyla birlikte, birleşilen noktalarda ortak akılla çözümler üretme ihtiyacının bir uzantısıdır.

 

Milletin zihninde de tahfif edip yara aldırmaya çalıştıkları şey, aslında tam da bu ülkenin ihtiyacı olan şeydir. Farklı toplum kesimlerinin güven ve huzur duygularını tatminle birlikte, hep birlikte yaşadıkları ekonomi-politik sorunların çözümüne ilişkin umudun inşasıdır.

 

Maalesef bu “Beş benzemezci” akıl, herkesi tektipleştirmeye çalışan geçmiş örnekleri hatırlatan, kutuplaşmadan da imkân devşiren statükocu zihniyetle aynı kodlardan beslenmektedir! (Özelde de dertleri sadece iktidar korumak değil, kendi çıkarlarının da yara almasından duydukları endişedir.)

 

  • Masadaki partilerin kendilerine özgü siyasi geçmişlerinin, dünya görüşlerinin, önceliklerinin vb. olması gayet doğaldır. Masayı değerli kılan da zaten budur. Kutuplaşmadan uzaklaşıp, asgari müşterekleri müzakere edip, istişare ve uzlaşmaya dayalı bir zemin aramanın nesi kötüdür?

 

  • Üstelik zaten daha önce elimizde var olup da kaybedilen şeyler üzerine yeniden bir uzlaşma zemini bulmak için gayret sarf edilmektedir. Eğer iktidar odakları topluma ve siyasete geçmiş birikimlerini kaybettirmeselerdi, bu bir araya gelme çabasına da gerek olmayacaktı.

 

  • Masaya istihza, öfke ve iftiralarla yaklaşanlar, “Geleceğin Türkiyesi” adına ellerinin ne kadar boş ve çözümsüz olduğunu da ifşa etmiş oluyorlar.

 

  • Masayı salt “Erdoğan devirme” olarak okuyan birileri, sadece vukufiyetsizliklerini değil, acizliklerini de ortaya yere seriyorlar. 

 

Böylelikle Erdoğan’dan başka tutunacak dalları olmadığı ve kendilerinin de onsuz irapta mahallerinin olmadığını itiraf ediyorlar. (Oysa mesela iktidara desteğini sürdüren dindar-muhafazakâr kesimler tam da sistemin burasına itiraz etmelidirler. Peki yarın bu güç tasvip etmedikleri birilerinin eline geçerse ne olacaktır? O yüzden, -bugün Erdoğan, yarın başkası- Erdoğan olsun olmasın herkes bu sisteme itiraz etmelidir. Yukarıda bahsettiğimiz Kenan Evren örneği burada da geçerlidir. Kenan Evren bu gücü kullansaydı sağcısı, solcusu, dindarı, seküleri bütün bir toplum olarak buna itiraz etmeyecek miydik? Bunun tersi de vaki. Birileri de meseleyi “Erdoğan devrilsin de gerisi ne olursa olsun” diye bakmaktalar ki bu vizyonsuzluğun da Geleceğin Türkiye’sini inşa etmesi mümkün değildir. Demek ki mesele fanilerin ötesinde bir anlam ihtiva etmekte ki hem ‘beka’ hem de ‘ilkesellik’ açısından sorunun burasına odaklanmak gereklidir. İşte Güçlendirilmiş/Genişletilmiş Parlamenter Sistem üzerinde uzlaşmak bu açıdan da değerlidir.)

  

  • Bu troller, diğer taraftan ülkenin onca sorununu umursamadıklarını, verili durumun sürgit devamını arzuladıklarını, toplumun bu ezberden çıkmaması gerektiğini, yüz yıldır ne yaşadıysak bunda hiçbir değişimin olmayacağını, hayallere kapılmamak gerektiğini, topluma güvensizlik ve korku salarak iktidarda kalmak dışında bir vizyonları olmadığını da ortaya koyuyorlar.

 

  • Böylelikle Kutuplaşma, Rövanşizm ve Ekonomi-politik bataklıktan nasıl çıkılacağına dair de bir reçeteleri olmadığını itiraf etmiş oluyorlar.

 

  • Başkanlık Sistemi’nin sorunlarını sıraladığınızda; “Tamam, siz gelince Merkez Bankası özerk olsun, DPT’yi yeniden kurun, şeffaflığı getirin, denetimi geliştirin, Meclis’e ya da bakanlara şöyle muamele edin; bunun için sistem değiştirmene gerek yok ki” diyerek aslında sistemin hem kitabi yönünü hem de Erdoğan’ın yönetme biçimini direkt-dolaylı eleştirmiş oluyorlar:

 

  • “Bu sorunlar sistemden kaynaklanmıyor ki” demeleri, “Güçlendirilmiş parlamenter sistem değişikliği”ni tahfif etmenin ötesinde Erdoğan’ın iş yapma tarzını da -farkında olmadan- tefe koymuş oluyorlar. Çünkü “Bu dediklerinizi sistemi değiştirmeden de yaparsınız” tarzındaki topu taca atma hali, tam da aslında kendi kazdıkları kuyuya düşmelerini beraberinde getiriyor. Yani mefhumu muhalifinden “tespitlerinizde haklısınız” demiş oluyorlar. Hem de Erdoğan’ın iş tutuş biçimini eleştirerek.

 

  • Diğer yandan; Erdoğan’ın iş tutuş biçiminin de aslında güç zehirlenmesi oluşturan sistemden kaynaklandığı ortada. Erdoğan’dan sonra kim gelirse gelsin aynı tılsımdan içecek ve zehirlenecek. Bunu gördükleri halde inkâr ediyorlar. (Yani aslında sadece iktidar koalisyonunun kaybetmemesine dayalı, kendi kısa vadeli çıkarlarını önceleyen bir tutum benimsediklerini de itiraf etmiş oluyorlar.)

 

  • Nitekim kendilerine sorsak ve desek ki; “Peki mesela siz bu sistemin hangi yönlerinden şikâyet ediyorsunuz? Hangi alanlarda yeni bir sisteme geçmeden bu alanların tamirine gidilebilir? Bize somut olarak o alanın başlığını ve ne türden değişiklikler önerdiğinizi söyler misiniz?” Bu tartışma hem sistemin hem de uygulamadaki zaafların lime lime edilmesini beraberinde getireceği için, argümanlarını sadece “karşı tarafı” mugalataya boğmada kullanmaktalar.)

 

  • Nitekim sistemik değişim, halihazırdaki de facto “Güçler Birliği”ni olumlu anlamda törpüleyeceği gibi, gücün farklı toplum kesimlerinin temsilcileri arasında paylaşımını getireceği ölçüde de bir arada yaşamın farkındalığını ve siyasetin normalleşmesinin değerinin kavranmasını artıracaktır.

 

  • Yani parlamenter sistem yukarıdan aşağıya doğru işletildiğinde, sadece yönetimdeki zaaflar değil, toplumsal kültürün normlarında da olumlu anlamda değişim yaratacaktır.

 

  • Yani; “Hadi bakalım şunu nasıl düzelteceksiniz?” sorusu aslında halihazırdaki durumun da itirafıdır. Her tahfif, mevcut sistemin dibe vuran yönüne ayna tutan bir itiraf hükmündedir. (Bu soru, bu sistemin ülkeyi bataklığa sürükleyen yönlerini maskeleme gayreti içermekte. Zaten “şunun şöyle olmasını istiyoruz” diyeceğiniz her cevap gücün törpülenmesini içereceğinden bir sonra kuracakları cümle “siz yönettirmemek istiyorsunuz” olacaktır. O güç kullanımının şu anki liderin meşru hakkı olduğunu düşündüklerinden, güç kullanımının maliyetini konuşmaktan sürekli kaçmaktadırlar.)

 

  • Normalleşme”den de korkuyorlar. Otoriterliğin nimetlerinin gözlerini döndürmüş olması bir yana, geleceğe dair sosyo-politik bir vizyonları da yok.

 

  • HDP konusunu da topluma korkular salmada Demokles kılıcı olarak kullanıyorlar. İçlerinde dün, zaten Açılım Sürecine karşı olan aktörler de var ve bugün hukuktan uzaklaşıp statükoculuğa, güvenlikçiliğe yaslanmış iktidar adına topluma korku pompalıyorlar. Dünkü öfkelerini, bugünün olmazsa olmaz politiği gibi sunuyorlar.

 

  • Sosyo-politik kültürel dönüşüm hepsini korkutuyor. Bu sayede gücün doğal paylaşımının sistemik olarak garanti altına alınacağına; insanın ve toplumun değişebileceğine, asgari müştereklerde bir medeni kamusal alan hukuku yaratılabileceğine dair inançları da yok! İstiyorlar ki toplum da bu konularda umuda yolculuk yapmasın.

 

Neticede; evrensel üst normlarda buluşma, kültürel değerlere saygı, sosyo-politik kültürel dönüşüm ihtiyacı, muhafazakârların olduğu kadar ana muhalefetin de sırtına yumurta küfesini koyuyor. Kendi tabanlarını bu alanlarda eğitme mecburiyeti onlar için de kaim. Adil olan, ezberlerin bozulmasını ve değişimi bütün toplumsal kesimlerden beklemek. Nitekim ‘sarmal’ın devamını hedefleyen ve ‘zehirli iklim’i evrensel normlar eşliğinde dönüştürme çabası serdetmeyen, yani tabanını yeni döneme hazırlamayan hiçbir siyasi çizginin gelecekte yaşam şansı olmayacak.

 

O yüzden, bu fotoğraf Türkiye’nin mutlaka denemesi gereken bir tecrübenin ilk adımı olarak görülmelidir. Hiç kimsenin kendisini dışlanmış, dezavantajlı konumda hissetmeyeceği bir ülkenin kurulmasına destek olunmaz ve küçük ajandalara-hırslara mahkûm olursak, sadece kendimizin değil, çocuklarımızın/gelecek nesillerimizin de umutlarını yıkmış oluruz!

 

“Masa”nın Önemine Dair Muhafazakâr Kesimin İkna Edilmesi Zarureti

 

CHP, İYİ Parti gibi siyasi çizgilerin de “yüzleşme” konuları üzerinden sırtlarına yumurta küfesi yükleyen, birlikte değişim-dönüşüm idealini tabanlarını ikna edecek tarzda içselleştiren, ezberler içeren konformizmin herkesin aleyhine sonuçlar doğuracağını kavrayıp, üzerinde anlaşma gerektiren konuları somutlaştırıp öne çıkarması gereken sorumluluk hali bir yana; özellikle Saadet-Deva-Gelecek partilerinin omuzlarına yüklenen sorumluluk alanından söz ediyoruz. Bu konuyu şu başlıklarda özetlemeye çalışalım:

 

  1. “Masa”nın anlamına ve muhafazakâr kesimlerin geleceğe dönük endişelerini gidermeye matuf çizilecek geniş vizyonel ve ilkesel çerçevenin önemi.

 

  1. Kötüyü de düşünerek; yarın beklenmedik durumlarla karşılaşılır ve masa yara alsa bile çizilen ilkesel duruştan asla taviz verilmeyeceği; geleceğin inşasının ancak bu bilinçle mümkün olacağı, bu vizyondan çark edenlerin yeni nesillerin gözünde ve geleceğin Türkiye’sinde yeri olmayacağının altının kalınca çizilmesi.

 

  1. Mezkûr partiler, muhafazakâr-dindar kesimi ikna çabası güderken, diğer partilerin de kendi tabanlarını bu vizyonel çabaya mebni bir gayretin içine girmeye davet etmeleri. İleriye/geleceğe dönük sorgulamanın her kesimde yapılması gerektiğinin gündem haline gelmesi.

 

  1. İçinden geçilen zorlu sürecin ne sadece seçime ne de sadece bir sistem değişikliğine odaklı olduğunun iyi izah edilmesi.

 

  1. Masadakilerin, ekonomi, dış politika, eğitim, tarım, sağlık gibi, her alandaki çözüm vaatleri dışında taahhütler oluşturacakları, o taahhütlere bağlı kalma noktasında her üç evreye dönük (seçim/ara dönem/sistem değişikliği sonrası evre), altına imza atılmış sağlam bir zemin oluşturulacağını anlatmak ve pratikte de serdetmeleri gerekiyor.

 

  1. Diğer iki evrenin nasıl işleyeceğinin turnusol kâğıdı seçime kadarki bu süreç olacaktır. Zaten toplum bunu benimser ve destek verirse, diğer iki evreye de kredi vermiş olacaktır. Dolayısıyla aslolan sonraki iki evre değil önümüzdeki süreçtir.

 

  1. Ortak adayın niteliklerinin önemli olduğu ama ondan önce bu adayın hangi zeminde siyaset yapacağını ve meşruiyetini hangi zeminden alacağını belirleyecek bu vasatın sağlam oluşması lazım. Yani önce zemin, bilahare aday. Zemin ikna edici olur ve yürürse, aday da o oranda meşruiyet kazanır. (Böylece “aday belirleyememe” yönünde gelen eleştirilere dönük de cevap ortaya konmuş olur.)

   

  1. Muhafazakâr kesim, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ve ekonominin ardından (ki bunlarda ikna görece kolay; özellikle hayata direkt dokunan ekonomi alanında) lakin öncelikli olarak özellikle dış politika gibi alanlarda tatmin edilmelidir. (Bunlara ek olarak halihazırdaki istihdam alanlarını kaybetmeme konusundaki endişeler; belediyelerde işten atılma korkusu, kamunun diğer alanlarında da görebileceği zararlardan endişe etmesi gibi.)

 

  1. “Çözerse yine Erdoğan çözer” düşüncesinin doğru olmadığı, meselemizin kişileri aşan bir sistem meselesi olduğunun altı sıklıkla çizilmeli, örneklerle anlatılmalıdır. Eleştiri ve çözüm önerileri sistem eleştirisi üzerinden yapılmalı; Erdoğan, sadece verilen örneklerin konusu olmalıdır. (Nitekim tersi olduğunda, “muhalefet liderleri kişisel bir hesaplaşma içindeler: Bütün dert Erdoğan’ı indirmekte. Dün ‘Seni Başkan yaptırmayacağız’ diyenlerle gizli ortaklıkları da bunun nişanesi” önermesi toplumun bir kesiminde karşılık bulmaya devam eder. Asıl maksadı kavramaları zorlaşır; sözün devamı dinlenmez olur. Zira, bu işin propagandasını yapanlar da meseleyi oraya tıkayıp ellerinin güçlendiğini düşünüyorlar. Onların elindeki bu kozu almak da; “Artık ne Erdoğan ne başkası çözebilir, çünkü sorun sistemde, işte kalem kalem sorunlar ve çözüm önerileri; varsa sözünüz konuşalım, tartışalım” şeklinde bir yol yürümekte fayda var.)

 

  1. Verilecek örneklerle muhafazakâr kesimi ezberleri bozucu şekilde düşündürtmek gerek. Mesela CHP/Kılıçdaroğlu ile bir araya gelişin hangi yüksek ideallere dayandığı iyi anlatabilmeli. “Eğer 100 yıllık ana damarlara kendilerini sorgulama, yüzleşme, helalleşme konularında fırsat tanımazsak; onlara yaklaşıp geçmişte yapılan hataların ülkeye verdiği zararlar ve bunlardan kurtulup geleceğe bakma yönünde tartışma zeminleri oluşturmazsak kendi korkularımızı oturduğumuz yerden izale edemeyiz!” teması iyi işlenmeli: “2000’li yıllarda, 10 küsur yıllık bir zaman diliminde, bizim de içinde olduğumuz o günkü AK Parti bunu yapmaya çalışmıştı. Statükoculara, vesayetçilere, onların sivil uzantıları olan partilere ezberlerini bozdurtmaya çalışmıştı. Siyasetin normalleşmesi için elinden geleni yapmıştı. Peki şimdi neden kendisini vesayet yerine koyup bu çabaları görmezden geliyor, asıl soru bu! Ne oldu da genlerde böylesi bir değişim yaşandı? Bizim bu iklimi tekrardan oluşturmamız gerekiyor. “Silm/barış” dini olan, merhameti, adaleti, inanç, yaşam, konuşma ve düşünmenin önündeki engelleri kaldırmaya çalışan İslam da bunu emretmiyor mu? Fitneden, ayrışmalardan, verilen sözlerin tutulmamasından, yapmayacağımız şeylerin iddiasında bulunmaktan, hukukun yerle yeksan edilmesinden uzaklaşmayı salık vermiyor mu? Tüm insanlığın “can ve mal emniyeti” kadar, “neslinin, aklının/fikrinin/düşüncelerinin ve dininin/yaşamsal medeni haklarının korunmasını temele koymuyor mu? Mü’min’in bir anlamı da, elinden ve dilinden emin olunan insan değil midir? Bizim bu toplumun tüm kesimlerine böylesi bir onur, güven ve huzur iklimi bahşetmemiz gerekmiyor mu?” şeklindeki ana vurgu, “Dün AK Parti yaptığında normal olanın, bugün SP-Deva-Gelecek yaptığında niçin anormal olduğu” sorgulaması üzerinden yürünmeli. Dün, 28 Şubatlardaki yaşanmışlıklara ve ondan önceki iklimlere rağmen, vesayeti geriletme adına geliştirilen, ileriye bakan, hukukun gelişimi, toplumun travmalardan çıkması, tüm toplum kesimlerinin yaralarının sarılması adına gösterilen çaba meşru da; bugün, yakın geçmişin kavgaları bahane kılınarak, sırf ülkeyi her yönden bataklığa sürükleyen bir iktidarın kaybetmemesi adına ürettiği algılara ve kriminalizasyon siyasetine teslim olmak niye?

 

  1. Dindar-muhafazakâr kesimler şöyle düşündürtülmeli: Diyelim ki korkularımızı hiç masaya yatırmadık, bunların nasıl izale edileceğine hiç çaba harcamadık ve bu damarların geçmişten gelen ayrışma hatlarının sürekli körüklenmesini karşıdan seyrettik, “böyle gelmiş böyle gider” zihniyetine bizler de teslim olduk. Peki bu bakış açısı, seçim “karşı taraf”a kaybedildiğinde rövanşizm ve kutuplaşmanın önünün alınmasını ahlaken nasıl talep edecek?

 

  1. Bir diğer soru konusu şu olmalı: Sadece korkulara teslim olmuş bir zihniyet, bugünkü ekonomik, siyasi, sosyal sorunlarımızın çözümüne dair kimden ne ummaktadır? Bu sorunları, sorunlardan bizar olmuş bizler hep birlikte çözmeyeceksek, bizim yerimize kim gelip çözecek? Böylesi bir sistemle, kibre, hırsa, güce, iktidarda kalmaktan başka bir hedefe meyletmeyen bu iktidarın sorunlarımızı çözeceğine gerçekten inanıyor muyuz? Bu iktidar hasbelkader seçimde görece bir başarı kazandığında, bugün yaptıklarından farklı olmak kaydıyla topluma ne vaat etmektedir? Yaptıkları yapacaklarının teminatı değil midir? Verdikleri hiçbir sözü tutamamaları, ülkeyi soktukları cendereden çıkaramamaları, seçimden sonrasına ilişkin de bize bir fikir vermekte değil midir? Yoksa sadece bu iktidar sonrasına ilişkin belirsizlikler mi sizleri korkutmaktadır?

 

Eğer mesele bu belirsizliklerse, “İşte bizler buradayız. Sırf bu belirsizliklerin telafi edilmesi için bile bu bir araya gelişler değerlidir, önemlidir. Keşke bunu, hatalarını görüp bu iktidar yerine getirseydi. Keşke bunca kriz, bunca yap-boz olmadan, toplum bu derece konsolide edilmezden evvel her çizgiden partileri bir masaya bu iktidarın kendisi toplasaydı da topluma güven verseydi. Ama olmadı. Aksine tersi oldu. Ve toplumun önemli bir çoğunluğunun kendini güvende hissetmediği, gelecek endişelerine gark olmuş bir habitat oluştu. Peki şimdi söyleyin, ne yapmak lazım?”

 

Toplumun genelinin olduğu kadar, ziyadesiyle muhafazakâr kesimin endişelerini özetleyen -geçen ayki- makalemizden bir pasajı son not olarak buraya iliştirip bitirmiş olalım:

 

Kutuplaşma ve rövanşizmin siyaseti ve toplumu olabildiğince baskıladığı vasata merhem olacak çözümler ortaya konamazsa, salt bu hesaplar üzerine bir beklenti ülkenin meselelerini halledemeyecektir. Sorunumuz daha geniş kapsamlıdır ve hem sistemik yapının hem de sosyo-politik kültürün mahiyetini dönüştürecek şekilde bir vizyona sahip olunmalıdır.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Emanet

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.