7 Ekim Saldırılarının Arka Planı: Milat Değil Dönüm Noktası

7 Ekim başlangıç olmasa da dönüm noktasıydı. Saldırıların nasıl gerçekleştiği bir yana hangi arka planda ortaya çıktığı ve nasıl bir motivasyonla gerçekleştiği de önemli.

7 ekim saldırıları hamas

7 Ekim 2023, yerel saatle sabah 06:00 sularında, Gazze’den İsrail’e yönelik geniş çaplı bir saldırı dalgası yaşandı. Konunun hacminin büyüklüğü sebebiyle kapsamlı bir rapor haline dönüşen çalışmayı üç temel başlık altında ayrı makaleler şeklinde yayınlamak okunabilirlik açısından daha doğru olacağından “saldırıların arka planı, aslında 7 Ekim’de ne olduğu ve saldırıların sonuçlarını ayrı ayrı ele alacağız” demiştik. Bu makalemizde 7 Ekim’i hazırlayan sebepler üzerinde yoğunlaşacağız.

 

Sözlük anlamlarını esas alarak herhangi bir olumlu ya da olumsuz bir anlam yüklemeksizin, örgüt mensubu silahlı unsurları “militan” sivil olup silahlı olan paramiliter unsurları da “milis” olarak tanımlamak gerekiyor. 

 

BM Genel Sekreteri António Guterres’in de dediği gibi, “Hamas saldırılarının durduk yere ortaya çıkmadığının da bilincinde olmalıyız. Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz tutuluyor.” 56 yılın üzerine İsrail tarihinin en radikal sağcı hükümeti, Binyamin Netanyahu liderliğinde 29 Aralık 2022’de kuruldu. 

 

İki devletli çözüme zaten oldukça uzak olan İsrail, aşırı sağcı hükümetin her geçen gün artırdığı baskı ve gerilim politikalarıyla 7 Ekim’in de yapı taşlarını oluşturacaktı. 37’nci İsrail hükümetinin temel politikası, İsrail vatandaşı olan 2,3 milyon nüfusa sahip Filistinlilerin tüm haklarını kısıtlamak, Yüksek Mahkeme’yi etkisizleştirerek ülke içerisinde otoriterleşmeyi hızlandırmak, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yasa dışı Siyonist yerleşimlere hız vermek, son olarak da Gazze’ye yönelik ablukayı sıkılaştırmak oldu. Tüm bunlara Mesid-i Aksa’ya yönelik taciz ve baskınların ve Batı Şeria’da paramiliter Siyonist milislerin (yerleşimcilerin) terör eylemlerinin artması eklenince bölgedeki gerilim zirveye ulaşmıştı. Aşırı sağcı Netanyahu hükümeti, sınır geçişinde patlayıcı madde yakalanmasını gerekçe göstererek 5 Eylül’de Gazze’nin Batı Şeria’ya ve İsrail’e olan tüm ihracatını durdurdu. Bu karar Gazze’nin zaten can çekişen ekonomisine ağır darbe anlamına geliyordu.

 

Son iki yılda İsrail hükümeti şu adımları attı:

 

  1. İsrail içerisinde yaşayan Arap nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki adi suçlara kasten müdahale etmemek ve Araplar arasındaki suç oranının artmasını sağlamak.
  2. İsrail içerisindeki Arap kentlerinin belediyelerine ayrılan devlet bütçesinin kesilmesi ve bu meblağın Batı Şeria’daki Siyonist yerleşimcilere verilmesi.
  3. Batı Şeria’da Doğu Kudüs ve İsrail’de hak gaspına uğrayan Arapların başvurabildiği ve kısmen de olsa haklarını geri alabildikleri İsrail Yüksek Mahkemesi’ni “Yargı Reformu” adı altında işlevsizleştirmeye çalışmak.
  4. Mescid-i Aksa külliye alanına Siyonist grupların hukuk dışı yaptığı baskınların devlet eliyle artırılması. Hz. İbrahim ve Hz. Yusuf camilerine yönelik benzeri tacizlerin artması.
  5. Kudüs’teki bazı kiliselere ve Hristiyan mezarlıklarına Siyonistler tarafından saldırılar düzenlenmesi. 
  6. Doğu Kudüs’te Şeyh Cerrah gibi Filistin mahallelerine yönelik demografik tasfiye ve kentin Yahudileştirilmesi politikalarına hız verilmesi.
  7. Batı Şeria’daki paramiliter Siyonist yerleşimcilerin terör eylemlerinin devlet korumasında artırılması.
  8. Gazze’ye yönelik ambargonun sıkılaştırılarak Gazze’den İsrail’e yapılan tarım ürünleri ihracatının yasaklanması.

 

Tüm bu adımlar atılırken barış sürecinin rafa kaldırılması ve siyasi çözüme İsrail yaklaşmazken Türkiye’nin yanı sıra Fas, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi bir dizi Arap ülkesinin İsrail’le normalleşmesi Filistin kamuoyunda derin bir terk edilmişlik ve umutsuzluğa yol açmaktaydı.

 

Dinî Siyonizm’in frenlerinden boşalarak İsrail ve Filistin’e egemen olması, İsrail içerisinde geniş kitlelerin muhalefetine sebep olurken Filistin kamuoyunun toplumsal cinnetini had safhaya çıkartacaktı.

 

Bu iç bağlamın yanı sıra Türkiye ve Arap dünyasının İsrail’le herhangi bir barış sürecine girmeksizin normalleşme sürecine adım atmaları, İran ve müttefiklerinin ise bölgede ciddi bir kriz yaşamaları, 7 Ekim saldırılarının bölgesel dış bağlamı olarak okunabilir.

 

Saldırıların küresel dış bağlamı ise ABD-İsrail-AB hattının Ukrayna, Güney Kafkasya, Doğu Akdeniz, Afrika ve Güney Asya bölgelerinde Rusya-İran-Çin hattının nüfuz alanını geriletmesi üzerinden okunabilir.

 

İsrail Saldırıları Önceden Biliyor muydu?

 

ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal (WSJ), 15 Nisan’da İran’ın İsrail’e saldırı düzenlemek için Hamas, Hizbullah ve Filistin İslami Cihad Hareketi’yle görüştüğünü öne sürdü. Haberi okuyalım:

 

“WSJ’ye konuşan ve kimlikleri açıklanmayan kaynaklar, İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin geçen hafta gizlice Lübnan’a giderek Hamas, Hizbullah ve İslami Cihad liderleriyle görüştüğünü iddia etti. Görüşmenin Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki İran Büyükelçiliği’nde gerçekleştirildiği savunuldu. 

 

WSJ’ye konuşan kaynaklar, Kaani’nin Hamas’ın lideri İsmail Haniye ve yardımcısı Salih Aruri’nin yanı sıra Hizbullah’ın genel sekreteri Hasan Nasrallah’la görüşüp, bu saldırıyla ilgili planlara son halini verdiğini iddia etti.

 

Kaani’nin Ortadoğu’daki militanları kendi yanına çekerek İsrail’e karşı tehdit oluşturduğunun savunulduğu haberde, şu değerlendirmelere yer verildi: ‘Kaani’nin Hizbullah, Hamas ve diğerlerini bir araya getirerek yaptığı son çalışmalar, İsrail için büyüyen bir tehdide işaret ediyor. Ayrıca Çin ve Rusya gibi diğer güçlerin Ortadoğu’da daha büyük roller kazanmaya çalıştığı bir dönemde ABD için de sorun yaratıyor.” WSJ, Tahran’ın asıl amacının bölgedeki diğer ülkelerin İsrail’le diplomatik bağlar kurmasını engellemek olduğunu savundu.

 

Londra merkezli Suudi gazetesi Şarku’l Avsat 2 Ekim tarihli “Netanyahu güvenlik istişarelerinde aşırı sağcı Ben Gvir’i dışlıyor” başlıklı haberinde 1 Ekim’de İsrail’de düzenlenen üst düzey güvenlik toplantısına şöyle yer verdi:

 

“Pazar günü (1 Ekim) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Şin Bet Başkanı Ronen Bar, Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ve genelkurmayın üst düzey yetkilileri de dahil olmak üzere Savunma Bakanı Yoav Galant ve güvenlik şubesi başkanlarının katılımıyla güvenlik istişareleri gerçekleştirdi.

 

İsrail medyası, toplantıda İsrail’in tüm cephelerde ve sektörlerde karşılaştığı güvenlik sorunlarının ele alındığı ve İran tehdidi ile İran’ın İsrail’e karşı uzaktan operasyonları yönlendirme ve destekleme girişimlerine odaklanıldığını aktardı.

 

Önceden planlanan toplantı, Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya baskınları ve Filistinli grupların Batı Şeria ve Gazze’deki gerilimi tırmandırma tehdidi göz önüne alındığında İsrail güvenlik kurumunun Yahudi bayramları sırasında olası bir gerilime hazırlık yaptığı bir dönemde gerçekleşti.

 

İsrail, mevcut dönemde kendisini çok cepheli bir çatışmaya sürükleyecek bir gerilime dönüşebilecek saldırıların gerçekleşmesini bekliyor.

 

İsrailli güvenlik yetkilileri, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad’ın bu alanları İran’ın rehberliği altında birbirine bağlamaya çalışmasıyla tırmanışın Batı Şeria’da başlayacağı ve Gazze ve Lübnan’a doğru hareket edebileceği bir senaryo belirledi.

 

Çatışma ya da çok cepheli savaş, İsrail ordusunun onunla mücadele etmek için eğittiği bir senaryo ve bu senaryo, Batı Şeria ve iç kesimlerdeki Arapların yanı sıra Gazze, Lübnan, Suriye ve belki de İran ile bir çatışmanın patlak vermesine dayanıyor.

 

İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant, tatil sırasında Filistinlilerin Yahudilere yönelik saldırı planları konusunda uyarı yaparak, ‘Bütün terör örgütlerine şunu öneriyorum: Bizi sınamayın’ dedi.

 

Tartışmalar güvenlikle ilgili olsa da Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir dışarıda bırakıldı. Makan radyosu, Yediot Ahronot gazetesi ve televizyon kanalları, Ben Gvir’in dışlanmasının sızıntı korkusu da dahil olmak üzere çeşitli nedenlerden kaynaklandığını söyledi.

 

Netanyahu’nun ofisinden bir yetkili de dahil İsrailli yetkililer, aşırı sağcı Ben Gvir’in önerilerinin genellikle popülist olduğunu ve Netanyahu’yu utandıracağını ve onu uluslararası toplumla daha fazla kargaşaya sokacağını söyledi.”

 

İsrail medyasına yansıyan ve Şarku’l Avsat tarafından da Arap dünyasına aktarılan 1 Ekim güvenlik toplantısından çok önce Mossad ve Şin Bet’in Hamas’ın saldırısından haberi olduğunu da biliyoruz. Eski Savunma Bakanı Avigdor Liberman savaş planlarına ilişkin belgeyi ortaya koydu.

 

Çok gizli olarak sınıflandırılan belgeye göre Liberman, Netanyahu hükümetinde Savunma Bakanı iken ona 11 sayfalık ayrıntılı bir muhtıra gönderdi. Muhtırada Hamas’ın, hedefi “İsrail’i 2022’ye kadar ortadan kaldırmak ve Filistin topraklarındaki herkesi özgürleştirmek” olan bir saldırıyı planlayan iddialı bir askeri güç haline geldiğine dikkati çekti.

 

Yediot Ahronot gazetesinin yayınladığı belgede “Hamas’ın elit güçler gibi büyük ve iyi eğitimli güçleri İsrail topraklarına sızarak ve bir İsrail kasabasını işgal ederek” yaklaşmakta olan çatışmayı İsrail topraklarına aktarma niyetinde olduğu belirtiliyor. Belgeye göre bu durum İsrail vatandaşlarının farkındalığının ve moralinin de ciddi şekilde hedeflenmesine yol açacak.

 

Belgede ‘Hamas’ın kendisine açık bir hedef belirlediği, bunun da İsrail’i 2022’ye kadar ortadan kaldırmak olduğu’ belirtiliyor. Hareketin 25-27 Eylül 2016’da Katar’da gerçekleştirdiği Yürütme Komitesi toplantıları çerçevesinde yapılan bir dizi müzakerede, gücünü ve hazırlığını tamamlaması için bir sakinleşme dönemine ihtiyacı olduğu açıklanmıştı.

 

2016 tarihli belgeye göre Hamas, Gazze Şeridi’ne ek olarak Lübnan, Suriye, Ürdün, Sina gibi ve hatta civardaki Yahudi hedeflerine karşı başka cepheler inşa ederek İsrail’e karşı bir sonraki savaşın çok cepheli olmasını istiyor. Belgede, Hamas’ın savaşçılarının saflarını 2020 yılına kadar 40 bin militana çıkarmayı hedeflediği ve kara muharebe sistemindeki gücü kuvvetlendirileceği aktarılıyor. Belgeye göre artan ekonomik sıkıntının ardından hareket, İran’dan 50-60 milyon dolar tutarında yardım talep etti.

 

Belgede, İsrail’in 2017 ortasına kadar inisiyatif almamasının, İsrail’i zor bir stratejik duruma sürükleyecek ve plansız bir bozulmaya yol açacak ciddi bir hata olacağına dikkat çekiliyor. Böyle bir senaryoda İsrail, Hamas’ın askeri kolunun liderlerine suikast düzenleyemeyecek veya daha kötüsü, Hamas’ın kendisine yönelik uygun bir zamanda çatışma başlatmasını önleyemeyecek. Ayrıca belge, Liberman’ın “Hamas tarafından yapılacak böyle bir operasyonun sonuçlarının geniş kapsamlı olacağına ve bazı açılardan sonuçların Yom Kippur Savaşı’nın (Ekim 1973) sonuçlarından daha ağır olacağına inanıyorum” ifadelerine de yer veriyor.

 

“Yediot Ahronot gazetesi, ‘Liberman’ın 7 Ekim’deki Hamas saldırısını doğru bilgilere dayanarak tahmin ettiği ve doğruluğu şaşılacak derecede kanıtlanmış bir senaryo geliştirdiği çok açık. Ancak Netanyahu uyarıyı ihmal etti ve ciddiye almadı. Bunun yerine Hamas’a planını uygulaması için gereken zamanı ve 100 milyonlarca dolar değerinde fon sağlayan bir politika yürütmeye başladı’ ifadelerini kullandı. Gazete, “Başbakan Binyamin Netanyahu ve dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eizenkot da dahil olmak üzere bu belgeyi gören hiçbir yetkili bunu ciddiye almadı. Ancak bu, İsrail’de ordunun başkomutanı olarak kabul edilen ve genelkurmay başkanından daha da önemli şekilde hükümetin başı olarak birincil sorumluluğu Netanyahu’ya yükledi’ dedi.

 

İbranice yayın yapan gazete, ‘Liberman, 2018 yılı sonunda Savunma Bakanı olarak görevinden istifa etmişti. Bunu, İsrail’in Hamas’la ateşkes yapmayı ve Katar’dan Gazze Şeridi’ne ayda 15 milyon dolar tutarında mali yardım getirmeyi kabul etmesiyle meşrulaştırdı’ ifadelerini kullandı.

 

Belge, Netanyahu’yu Hamas saldırısının herkesten önce ve herkesten daha fazla ilk sorumluluğunu taşıyan biri olarak sanık sandalyesine oturtuyor. Bu durum şöyle yorumlandı; ‘Normal bir durumda Netanyahu, kamuoyu önüne çıkıp istifasını açıklardı. Ancak İsrail o ülke değil ve Netanyahu da o sorumlu lider değil. Öncelikle sessiz kaldı ve ne kendisi ne de ofisi, Liberman’ın belgesi hakkında yorumda bulundu. Bunun üzerine gazete onun istifa etmesi ya da kovulması yönünde bir çağrı başlattı. Mümkün mü?’”

 

ABD merkezli haber ajansı Associated Press’in (AP) 8 Ekim tarihli haberine göre, isminin gizli kalmasını isteyen Mısırlı bir istihbarat yetkilisi, Filistinli grupların saldırısı için İsrail’i önceden uyardıklarını söyledi.

 

Mısırlı yetkili, Hamas ile İsrail arasındaki çatışmadan önce devam eden esir takası görüşmelerinde Tel Aviv’deki muhataplarını Gazze’deki durum hakkında uyardıklarını belirterek “Durumun patlama noktasına geldiği ve bunun çok büyük olacağı konusunda İsraillileri defalarca uyardık. Ama bunları hafife aldılar” ifadelerini kullandı.

 

New York Times ise 30 Kasım’da  “gizli belgelere” dayandırdığı haberinde, İsrailli yetkililerin Hamas hareketinin İsrail’e eşi benzeri görülmemiş bir saldırı gerçekleştirmeyi amaçlayan planı bir yıldan fazla bir süre önce edindiğini ancak bu senaryonun gerçekçi olmadığını düşündüklerini bildirdi.  Habere göre, İsrail askeri istihbaratı, Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği ve yetkililere göre İsrail’de yaklaşık bin 200 kişinin ölümüne yol açan saldırının benzerini tek tek anlatan yaklaşık 40 sayfalık bir Hamas belgesi ele geçirdi. “Eriha Duvarı” adı verilen bu belgelerde olası bir saldırının tarihi belirtilmezken, şehirlere ve askeri üslere yapılacak saldırılar için kesin noktalar veriliyordu. Belgede daha kesin olarak bir füze yağmuru, insansız hava araçlarının güvenlik kameralarını ve otomatik savunma sistemlerini yok edeceği, ardından da savaşçıların paraşütlerle, arabalarla ve yaya olarak İsrail tarafına geçecekleri anlatılıyordu. Bütün bunlar 7 Ekim’de gerçekleştirilen Aksa Tufanı operasyonuyla uyuşuyor.

 

Temmuz ayında “Birim 8200” olarak bilinen İsrail sinyal istihbarat teşkilatından bir analist, Hamas’ın yürüttüğü askeri tatbikatların birçok noktada “Eriha Duvarı” belgesinde açıklanan saldırı planına benzediği konusunda uyarıda bulunmuştu. Ancak Gazze’den sorumlu askeri tümendeki bir albay, bu senaryoyu “tamamen hayal ürünü” olarak tanımladı. Analist, “Bu, savaş başlatmak için tasarlanmış bir plan. Bu sadece bir köye yapılan bir baskın değil” uyarısını yaptı ve “Aslında buna benzer bir deneyimi 50 yıl önce güney cephesinde hayali görünen bir senaryoda yaşamıştık. Dikkatli olmazsak tarih tekerrür edebilir” diyerek 1973’teki Yom Kippur Savaşı’na atıfta bulundu. New York Times, “Eriha Duvarı” belgesinin İsrail askeri hiyerarşisinde dolaşmasına rağmen Başbakan Binyamin Netanyahu ve hükümetinin bunu görüp görmediğinin bilinmediğini bildirdi. 

 

Gerek uzun zaman önce (2016 Belgesi ve Eriha Duvarı Raporu) gerek orta vadede (Mısır İstihbaratı ve WSJ’nin Nisan ayındaki haberi) gerekse de yakın zamanda (1 Ekim İsrail Toplantısı) yayınlanan bu bilgiler İsrail yönetiminin ve güvenlik makamlarının Hamas’ın kapsamlı saldırı planından haberdar olduğunu kanıtlıyor. Tüm buna rağmen Netanyahu yönetimi kasten ya da ihmalkâr olarak 7 Ekim Cumartesi sabahı saldırısına karşı hazırlıksız yakalandı. İsrail’in Gazze’yi bölme, yıkıma uğratıp halkını tehcire zorlayıp boşaltma planının ise yıllar önce hazırlandığı biliniyor. 

 

Netanyahu iktidarının saldırıya göz yummasının sebepleri arasında şu ihtimaller bulunuyor:

 

  1. İç politikada köşeye sıkışan Netanyahu Hamas’a sızdırdığı Mossad ajanları ile saldırıyı kendisi planladı.
  2. Küresel çapta Rusya ve Çin, bölgesel çapta ise İran iç politikada kargaşa yaşayan İsrail’e karşı Hamas’ı bu eyleme yönlendirdi.
  3. İran ve Hamas’ın planından haberdar olan Netanyahu yönetimi bunu fırsata dönüştürmek için kasten tedbirsiz davranarak saldırıya alan açtı.
  4. İsrail yönetimi Hamas’ın saldırısından haberdar değildi. Büyük bir istihbarat zafiyeti yaşadı.
  5. İsrail yönetimi içerisinde iç çatışma yaşayan kanatlardan biri diğerine karşı saldırı istihbaratını sakladı ve saldırının gerçekleşmesini istedi.

 

Meşal’in “Haberimiz Yoktu” Açıklaması

 

Saldırıların kararını kim vermişti? Bu sorunun cevabını tümüyle verebilmek için örgütün sırlarının ortaya çıkması gerekiyor. Ancak şu an itibarıyla elimizde sadece kamuoyuna yapılan açıklamalar var. Bunların başında ise Halid Meşal’in 14 Ekim tarihli Habertürk TV röportajı geliyor. Hamas’ın farklı kanatlardan oluştuğu, Türkiye ve Katar’a daha yakın duran kanatla İran ve Esed rejimine yakın duran kanatlar arasında da örgüt içerisinde bir rekabet olduğuna dair değerlendirmeler mevcut. 

 

Halid Meşal röportajda saldırıdan haberi olmadığını, kararı Yahya Sinvar liderliğindeki saha komutanlığının verdiğini, kendilerinin ise olayı televizyondan öğrendiğini açıkladı. Meşal aynı röportajda kasıtlı olarak sivilleri hedef almadıklarını ancak savaşta sivillerin de öldürülebileceğini savundu. Röportajı yapan Mehmet Akif Ersoy bu ifadeler üzerine “İnsanlar diyor ki Hamas bugüne kadar İsrail’e benzemiyordu ama artık öldürdü diyor. Siz öldürünce İsrail’e benzediniz mi?” diye sorunca Meşal, “Hayır, büyük fark var. Bizler bu vatanın sahipleriyiz. Yabancı işgalci ile halkı bir tutamazsınız. Dışardan düşman gelince asker de öldürse sivil de öldürse düşman. Ülkeme gelen herkes düşmandır, suçludur. Ben bu toprakların sahibiyim” şeklinde cevap veriyor. Yani yazımızın başında belirttiğimiz İsrail’de sivil yok herkes işgalci ve düşman argümanına geri dönüyor. Meşal, Hizbullah’ın savaşa katılmasına yönelik soruya da “Filistin sadece Filistinlilerin vatanı değildir” cümlesiyle karşılık verdi. 

 

29 Ekim’de bir diğer önemli Hamas yetkilisi Ebu Merzuk da kamuoyunun Hizbullah’tan ve Batı Şeria’daki yönetimden ortaya konulandan çok daha fazlasını beklediğini belirtti. 30 Ekim’de İran rejiminin resmî sözcüsü konumundaki Keyhan gazetesi, “İran’ın Filistin için doğrudan savaşa katılmayacağını ancak örgütler aracılığıyla vekalet savaşı vermeye devam edeceğini” yazdı. 3 Kasım’da Hizbullah’ın topyekûn savaşa dahil olması beklentilerine cevaben yaptığı konuşmada Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, İran rejimiyle aynı tutumu tekrarlayarak 8 Ekim’den bu yana düşük yoğunluklu yıpratma savaşı yaptıklarını, Hizbullah’ın İsrail’le topyekûn ve daha geniş bir savaşa girişmeyeceğini açıkladı. 

 

6 Kasım’da ise Hamas’ın İrancı kanadını temsil eden Üsame Hamdan, Beyrut’ta bir basın toplantısı düzenleyerek Nasrallah’ın konuşmasını övdü, Hizbullah ve İran rejimine teşekkür etti. Hamdan’ın çıkışı, Meşal ve Ebu Merzuk’a karşı örgüt içerisinde inisiyatif alma hamlesi olarak yorumlandı. İran rejiminin ve onunla irtibatlı örgütlerin ısrarla 7 Ekim saldırılarının kararında İran etkisi olmadığını vurgulamasının Tahran rejimini uluslararası baskılardan uzak tutma gibi bir amacı var.

 

7 Ekim başlangıç olmasa da dönüm noktasıydı. Saldırıların nasıl gerçekleştiği bir yana hangi arka planda ortaya çıktığı ve nasıl bir motivasyonla gerçekleştiği de önemli. Peki 7 Ekim’den kim nasıl yararlandı, kim kaybetti kim kazandı? Bu soruların cevaplarını da başka bir makalede arayalım…

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.