ABD Başkanlık Seçiminde Anketleri Nasıl Okumalıyız?
Bu seçimde herkes anket sonuçlarına nasıl temkinli yaklaşıyorsa anket şirketleri de araştırmalarını aynı titizlikle yürütüyorlar. Bu yüzden anket sonuçlarını ciddiye almakta, anketlere olan aşırı güvensizliği törpülemekte fayda var.
ABD başkanlık seçimlerine yaklaşık bir ay gibi bir süre kalmışken seçimleri takip eden herkes mevcut anketlerin güvenirliğine ve Başkan Donald Trump’ın yeni bir sürpriz yapma ihtimaline odaklanmış durumda.
Bir önceki seçimde yaptıkları yanlış tahminlerden dolayı anketlere karşı yükselen güvensizlik herkesi bu sefer yoğurdu üfleyerek yemeye zorluyor. Çünkü kampanyasının başından itibaren kötü bir şaka olarak görülen Trump’ın ipi önde göğüslemesi birçok insanda büyük bir hayal kırıklığı yaratmakla kalmadı, insanların anketler, siyasi analizler, ana akım medya başta olmak üzere bütün bir sistemi, kendi düşünsel dünyalarını, toplumsal okumalarını da sorgulamalarına yol açtı.
Bu her ne kadar Amerikan toplumu için sistemlerinin zayıf yönlerini görme ve Amerika’nın otoriterlikten münezzeh istisna bir liberal demokrasi olduğu fikrini sorgulamalarına yol açsa da, önemli oranda yükselen, herkese ve herşeye olan güvensizlik halinin ise sağlıklı olmadığı aşikar. Trump olgusunun küçümsenmesi, şakaya indirgenmesi, onu besleyen ve kırk yıldır yükselen yeni nesil muhafazakarlığın ve ırkçılığın, sınıfsal ekonomik ve kültürel çatışmaların ihmal edilmesi ne kadar yanlış bir tutum ise, mevcut toplumsal güvensizlik, inançsızlık ve depresyon hali de o kadar sakat bir tutum. O yüzden anket tartışmalarına bakarken anketlere olan güvensizliğin anketlerin teknik kapasitesiyle sınırlı olmayıp bu toplumsal psikolojiyle bağlantılı olduğunu gözden kaçırmamak lazım.
Mevcut Anketlere Güvenmeli miyiz?
Anketlerin, sadece yapıldıkları anı yansıttığını, teknik olarak üstesinden gelemedikleri sorunların olduğunu (utangaç seçmen gibi) ve geleceğe dair ise ancak önemli bir fikir verdikleri gerçeğini göz ardı etmezsek tabii ki de güvenebiliriz.
Öncelikle şunu kabul etmekte fayda var. 2016 seçimlerinde anketler ulusal bazdaki tahminlerinde yanılmadılar. Anketlerin yanıldıkları Pennsylvania, Michigan ve Wisconsin gibi kritik eyaletlerde ise Trump çok az farkla kazandı. Bunun en temel sebebi ise 2016 seçimlerinde son ana kadar kararsız seçmen oranının yüksek olması ve bu kararsızların önemli ölçüde Trump’a yönelmesiydi. Bunda ırkçı olarak görülmekten çekindikleri için mi yoksa seçimlere sadece onbir gün kala FBI’ın Hillary Clinton’ın email’lerine dair soruşturma başlatmasının mı etkili olduğunu bilemeyiz.
Kararsızları eşit dağıtan anket şirketlerinin de bunu tahmin etmelerinin olanağı yoktu. İkinci bir sorun ise anketlerin alt sınıf ve eğitim oranı düşük eski endüstri merkezlerinde mukim beyazların Trump’a olan sempatilerini ve Trump’ın arkaik ekonomik vaatlerinin onlar üzerindeki etkisini göz ardı etmeleriydi.
Fakat bu seçimde herkes anket sonuçlarına nasıl temkinli yaklaşıyorsa anket şirketleri de araştırmalarını aynı titizlikle yürütüyorlar. Önceki seçimde ağırlıklarını göz ardı ettikleri seçmen gruplarını daha dikkatle takip ediyorlar. Dahası aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi hem kararsızların oranı önceki seçimlere oranla ciddi şekilde düşmüş durumda hem de Trump destekçileri eskisi gibi utangaç değiller artık. Bu yüzden anket sonuçlarını ciddiye almakta, anketlere olan aşırı güvensizliği törpülemekte fayda var.
Trump’ın Avantajları ve Dezavantajları
Trump açısından anket sonuçları son derece iç karartıcı fakat düşük bir ihtimal de olsa Trump’ın seçimi yeniden kazanma ihtimali hala devam ediyor. Öncelikle şunu kabul etmek fayda var. Trump için seçimi kaybetmek sadece başkanlığının son bulmasından ibaret değil. Tam tersine seçimi kaybetmeyi sonunun başlangıcı olarak görüyor Trump. Azil sürecinde, onunla birlikte çalışanların yargılamalarında (ve bazılarının hapsedilmesinde) görüldüğü gibi başkanlığın sağladığı dokunulmazlık zırhının olmadığı bir dünya Trump için tam bir cehennem olacaktır. Hatta hapsedilmesi bile sürpriz olmayacaktır. O yüzden seçimi kazanmak için ne gerekiyorsa yapacağından şüphe yok.
Trump ve ekibi her ne kadar kamuoyu önünde anketleri ciddiye almadıklarını söyleseler de şu anda seçim kampanyalarına ek olarak seçimi kaybettikleri takdirde buna nasıl itiraz edecekleri, tartışmalı bir ortam olursa başkanlığın yetkisini geçiş sürecinde kendi lehlerine nasıl kullanacakları üzerine özellikle Pennsylvania gibi kritik eyaletlerde hummalı bir çalışma yürütüyorlar. (Biden da geniş bir hukukçu ekibi ile seçim gecesine hazırlanıyor.)
Küçük bir ihtimal de olsa Trump’ın hileye başvurmadan veya yasal sınırları zorlamadan seçimi önde bitirme şansı hala mevcut. En büyük avantajı ise bütün yaşananlara rağmen Cumhuriyetçi tabandaki konumunu sağlamlaştırmış olması. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi Trump’ın Cumhuriyetçi tabandaki desteği Biden’ın Demokrat Parti tabanındaki desteğinden çok daha fazla.
Trump’a verilen bu desteğin parti tabanının Trump’ın kişiliğini de aşan radikalleşmesinin ve son onyıllarda gittikçe artan kutuplaşmanın etkisi çok büyük. Siyasi kutuplaşma öyle bir noktaya varmış durumda ki her iki partinin de tabanları artık kendi partilerine ülke için daha iyi fikirlere sahip olduğuna inandıkları için değil karşı tarafın iktidarının ülkenin sonunu getireceğine inandıkları için destek veriyorlar. Aşağıdaki tablo toplumdaki kutuplaşmanın Amerikan Kongresine de yansıdığını gösteriyor.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Bu kutuplaşmanın temelinde son 40 yıldaki neoliberal dönüşümle yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel sebepler yatsa da medya dünyasındaki dönüşümün de bu ayrışmada önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Anaakım geleneksel medyanın çeşitlenmesiyle tetiklenen kutuplaşma sosyal medya çağıyla zirveye çıkmış görünüyor.
Özellikle Cumhuriyetçilerin 1980’lerden itibaren kendi tv, gazete, dergi ve radyolarını kurmalarıyla ülkede çift kutuplu bir medya düzeni oluştu. Geleneksel medyayı aşıp, dünyayı bütünleştireceği düşünülen sosyal medya ise insanları sayfalarında tutmak için onlara hep hoşlarına gidecek şeyler vermeye odaklı algoritmalarıyla kutuplaştırmayı ve radikalleştirmeyi daha da derinleştirmiş durumda.
Sürekli kendi medyalarını takip eden, sanal dünyalarını ise kendileri ile aynı düşüncedeki insanlarla donatan, hep aynı ama adım adım radikalleşen içerikleri tüketen kutuplaşmış kitleler için bir meseleyi önemli kılan meselenin ne olduğu değil karşı tarafın o meseleye nasıl yaklaştığıdır artık.
Küçük bir örnek vermek gerekirse Başkan Nixon azledildiğinde hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar bütün azil sürecini sınırlı birkaç görsel ve yazılı yayından takip ettiler. Vardıkları sonuç farklı olsa da aynı suçlamaları dinleyip aynı savunmayı izlediler. Donald Trump azledildiğinde ise bir tarafın medyası iddiaların ne olduğuna bile bakmaksızın suçlamaların yalan ve komplo olduğunu öne sürerken diğer tarafın medyası ise iddiaların suç teşkil edip etmediğini bile değerlendirmeden onu görevden almaya hazırdı.
Donald Trump’ın bir diğer avantajı ise toplumda kökleşmiş olan ırkçılık. Beyaz çoğunluk var olan veya var olduğuna inandığı ayrıcalıklarını ve imtiyazlarını kaybetmek istemiyor. Tipik bir vaka olarak dezavantajlı durumdaki çeşitli toplumsal grupların hak elde etmelerini kendi imtiyaz ve ayrıcalıklarının kaybı olarak görüyor.
Adalet, eşitlik çağrısı yapan herhangi bir yapısal değişim talebini kendi kimliklerine saldırı olarak görüp, ayrıcalıklarını korumayı vadeden liderlerinin arkasında ısrarla durmaya devam ediyorlar. Bu noktada Trump’a Mesih’in temsilcisi kutsal kişilik muamelesi yapan da var, onu kutsal mesajın taşıyıcısı bir günahkar ve bu yüzden tanrının mucizesi olarak görüp destekleyen de var. Çünkü temelde ilgilendikleri nokta Trump’ın beyaz üstünlükçü siyasetini devam ettirmesi ve özellikle yargıç atamalarında muhafazakar tabanın taleplerini öncelemesi.
İronik bir şekilde Trump’ın konumunu sağlamlaştıran etkenler aynı zamanda güçlü bir şekilde onun aleyhine de çalışıyor. Trump kendi tabanını konsolide eden adımlar attıkça karşı tarafın da safları sıklaştırmalarına, sandığa daha yüksek oranda gitmelerine ve kendi farklılıklarını, eksikliklerini göz ardı edip birleşmelerine yol açıyor. 2018 ara seçimlerindeki tarihi katılımı buna bağlamak gerek. Özellikle azınlıklar ve gençler rekor katılım sağlayarak Demokratların temsilciler meclisinde çoğunluğu elde etmelerine ön ayak oldular.
Diğer yandan Trump’ın muhafazakar ve milliyetçi ajandaya iyice angaje olması hem belli bir partiye üye olmayan ve kararını adaya göre veren bağımsızları hem de sayıları az olsa da muhafazakar partideki ılımlıları kendisinden uzaklaştırıyor. Bu durum Trump’ın sadece kritik eyaletleri değil geleneksel olarak Cumhuriyetçi partiye oy veren eyaletleri de kaybetmesine yol açabilir. Özellikle son 10 yıldır iç göçlerle de demografik yapısı dönüşen Arizona ve Texas’ı kaybetmesi dahi sürpriz olmayacaktır.
Trump’ın bir diğer dezavantajı ise artık kendisini sistem dışından gelip bataklığı kurutacak kahraman olarak sunamıyor olması. 2016 seçiminde Washington’daki düzenden şikayet eden, her iki partinin de elitleri ile sorunlu olan ve bu düzenin temsilcisi Clinton ismine büyük alerji duyan ciddi bir kesim siyasette yeni bir yüz olan ve radikal ekonomik vaatlerde bulunan iş adamı Trump’a yönelmişti. Fakat başkanlık süresi boyunca Trump hemen hemen hiçbir vaadini (duvar inşası, Amerika’yı endüstriyel üretim merkezi yapma, Ortadoğu’dan asker çekme, ülkedeki tüm alt yapıyı yeniden inşa etme vs.) doğru düzgün gerçekleştiremedi.
Son yılını ise başarısız bir pandemi yönetimiyle harcıyor. O yüzden Trump 2020 kampanyasının merkezine geleceğe dair umut veren vaatlerini değil Biden’ın yaşını, korku politikalarını ve muhafazakar tabanın geleneksel olarak ilgilendiği kürtaj meselesini koyuyor. Oysa kürtaj odaklı siyasetin 2016’da önemli çoğunluğu Trump’a oy veren beyaz kadınları kendisinden uzaklaştırma ihtimali oldukça yüksek ki bunun önemli emarelerini 2018 ara seçimlerinde gördük.
Biden’ın sağlığı miti ise adayların birlikte çıktıkları ilk tartışma programı ile çöktü. Biden’ı sıkıştırmak, baskı altına almak ve konuşamayacak duruma getirmek üzerine kurduğu stratejisi Biden’ın gayet rahat bir performans sergilemesiyle bertaraf oldu. Diğer yandan protestolar karşısında seslendirdiği kanun ve nizam vurgusunun kendi tabanında bir karşılığı olsa da bundan beklediği sonucu alması çok kolay değil. Çünkü örnek aldığı Nixon muhalefetteyken yaptığı bu vurguyla iktidara gelirken, Trump hem mevcut kanunları çiğnemekte beis görmeyen biri olarak hem de iktidarda ve geniş yetkilere sahipken bu vurguyu yapıyor. Ayrışmayı arttıran tutum ve söylemi ise olayları yatıştırmıyor tam tersine protestoları körüklüyor, şiddeti besliyor.
Sonuç olarak son bir ay içerisinde eğer radikal bir değişim olmazsa başkan Trump Beyaz Saray’a veda edecektir. Ömrünün geri kalanını ise iş hayatına, özel hayatına ve kısa siyasi hayatına dair açılan davalarla geçirmesi büyük olasılık.
Trump’ın yenilgisi demokrasilerinin zayıflığıyla, kökleşmiş ırkçılıkla, yabancı düşmanlığıyla, giderek derinleşen gelir eşitsizliğiyle yüzleşen Demokratların ve ılımlı Cumhuriyetçilerim 4 yıllık yıkımı hafif sıyrıklarla atlatıp başkanın otoritesini de sınırlayarak sistemi yeniden inşa etmelerine fırsat verecektir. Aksi takdirde her iki kampın daha da ayrışıp radikalleşmesi, kurumların iyice zayıflaması, Trump’ın etrafındaki çıkar gruplarının hem iç hem dış siyasete iyice hakim olmaları kaçınılmaz olacaktır.