ABD Seçimleri: Harris Olasılığı ve Türkiye
Dosya hakimiyeti, dosyaları ayrıştırma yaklaşımı, iletişimi muhafaza etme yeteneği ve kurumsal iletişim kapasitesi gibi konular dikkate alınırsa, seçimi kimin kazandığından bağımsız olarak, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sayfa açılabilir. Türkiye, Amerika ile ilişkilerinde elinin zayıf olmadığı bir dönemde bulunuyor. Üstelik Washington’ın son yıllarda içine düştüğü ekonomik milliyetçiliğin Ankara’ya yeni müttefikler ve hareket alanları açtığını da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Seçime girip girmeyeceği tartışılan Joe Biden, başkanlık yarışından çekildi ve yerine yardımcısı Kamala Harris’in aday olmasına ilişkin talebini ve desteğini dile getirdi. Harris, resmen Demokratların başkan adayı değil. Ancak aday olma olasılığı güçlü görünüyor. Bu olasılık dikkate alındığında, genelde dış politika, özelde ise Türkiye konusundaki tutumunun ne olacağı merak konusu. Başkan yardımcılığı sürecinde aktif olmayan ve “Meksika sınır güvenliği” konusu dışında, sahici bir dosya teslim edilmeyen Harris’in, Biden’ın izlediği dış politikayı sürdüreceği söylenebilir. Bununla birlikte olası Harris başkanlığını, yeni bir Obama dönemi olarak okumak daha doğru olur.
Harris, başkan yardımcılığı döneminde uluslararası alanda sadece iki toplantıya katılmıştı. İlki, 2022 Münih Güvenlik Konferansı’ydı. Bu konferansta ABD heyetine başkanlık etmişti. İkinci ise Haziran 2024’te de İsviçre’de yapılan Ukrayna Barış Zirvesi’ydi. Buna rağmen birçok kişi, bu iki toplantıda Harris’e eşlik eden ve dış politika deneyimleri yüksek olan isimlere dikkat çekiyor. Münih Güvenlik Konferansı’nda Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsviçre’deki Ukrayna Barış Zirvesi’nde ise ABD’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan kendisine eşlik etmişti.
Demokratların Harris’i başkan adayı yapmaları ve seçimi kazanmaları durumunda ABD-Türkiye dosyalarını, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren konular ve bölgesel jeopolitik durum nedeniyle Türkiye’nin etkilenebileceği konular şeklinde tasnif etmek mümkün. Dolaysıyla, bu iki başlığın alt başlıklarına, bunlara ilişkin sergilenebilecek tutumlara odaklanmakta yarar var. Elbette, şu an kesin kanaatler geliştirmek doğru olmaz. Ancak ana noktalara dikkat çekmek mümkün.
Türkiye’yi Doğrudan İlgilendiren Konular
ABD ile ilişkilerde, Türkiye açısından en önemli konulardan ilki PKK, PKK’nın Suriye’deki unsurlarıyla kurulan ilişki ve Suriye meselesinin çözümü konusunda takınılacak tutumdur. Başkan yardımcılığı döneminde, Harris’in bu konularda ne düşündüğüne ilişkin bir veri yok. Ancak Trump’ın izlediği Suriye politikasını eleştirdiği biliniyor. Özellikle, Suriye’deki ABD askerlerini geri çekme kararının yanlış olduğunu belirtmiş ve yönetimi eleştirmişti. Türkiye bu başlık altında, Biden döneminde var olan sorunları çözmek bir yana, zaman zaman farklı dozda yeni sorunlar (Türkiye’ye ait insansız hava aracının vurulması, KYP üzerinden PKK’ya destek verilmesi, YPG’ye eğitim/silah/ekonomik desteğin artırılması vs.) yaşadı. Demokratların seçimi kazanması durumunda, PKK ile mücadele, Suriye’de PKK varlığı ve Suriye meselesinin çözümü konusunda ABD’yle sağlıklı ilişki kurmak sorun olmaya devam edebilir.
Bahsettiğimiz türden olumsuzluğu aşmanın yolarından birisi, ilişkileri retorik düzeyde değil, dosya içeriği ve somut veri üzerinden konuşmak. Önümüzdeki süreçte bu konularda Pentagon ve CIA kararının belirleyici olacağı söylenebilir. Dolayısıyla sağlıklı kurumsal karar alma süreçleri daha etkili olabilir. ABD karar alma mekanizmalarında ortaya çıkan olumsuzluklara rağmen, iyi yönetildiğinde, Türkiye’nin lehine sonuçlar alınabilir. Burada NATO merkezli ve iki ülke kurumları arasındaki ilişkileri aktifleştirmekte yarar var. Dikkat edilmesi gereken konu, Türkiye’nin dosya hakimiyeti ve ilişkileri kurumsal zemine çekme kapasitesi olacak. Ayrıca terörün bölgesel ve küresel güvenlik sitemine olası etkilerine dayalı izahlar da sürece katkı sağlayabilir. Türkiye, sorunları ayrıştırarak, kendi gündemine bağlı kalarak konuşmayı ve çözüm üretmeyi tercih ederse sonuç alınabilir.
Türkiye’nin iç siyasetinde yer edindiği için Ermenistan ve 1915 olayları, önemli bir dosya olarak gündemi meşgul edecek. Bunda, seçilmesi durumunda Harris’in konuya ilişkin yaklaşımı etkili olacak. Harris, 2019’da ABD Senatosu’nda kabul edilen 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarıyla ilgili tasarıyı hazırlayan isimlerden birisiydi. 2021’de ise Biden’ın, 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanıyan açıklamasına destek vermişti. Dolayısıyla bu dosya, Türkiye’nin kafa yorması ve kendi içinde konuyu gündemden düşürecek çözümlere ilişkin adım atması gereken bir konu. İç politik kaygılardan sıyrılarak, ülkenin ve coğrafyanın geleceğini önceleyen üst/kurucu bir perspektif, bu dosyayı sorun olmaktan çıkarabilir.
Doğrudan Türkiye’yle ilgili olmasa da NATO meselesi gündem dosyalarından biri olmayı sürdürecek. ABD’de yapılan NATO zirvesinde, gündeme gelen konuların çoğunluğunda Türkiye merkezi konumda. Dolayısıyla NATO bu başlıklarda sonuç almak istiyorsa, Türkiye ile yakın işbirliğini sürdürmek zorunda. Bununla birlikte, bildiride Rusya ve Çin’in açık bir şekilde hedefe konulması, Türkiye’nin dikkatlice analiz etmesi gereken bir konu. 2026 toplantısının Türkiye’de yapılacak olması da önemli. Ancak ABD açısından temel konu, iki partinin NATO’nun geleceğine ilişkin yaklaşımları. Trump, üye ülkeleri sorumluluklarını yerine getirmemeleri durumunda NATO’dan çıkma ve bu ülkelerin işgal edilmesi için Rusya’yı teşvik etme üzerinden tehdit etmişti. Harris ise ABD’nin NATO’ya karşı yükümlülüklerini yerine getireceği taahhüdünde bulunuyor. Ayrıca Trump’la ilgili olarak “acımasız bir diktatörü müttefiklerimizi işgale teşvik etmesi ve bunu oturup izleyeceğini söylemesi, Rus diktatöre boyun eğmektir” demişti. Konunun bu yönüne de bakmakta yarar var.
Türkiye’nin savunma ihtiyaçları, F-35 meselesi, F-16’ların yenilenmesi, ABD’nin Yunanistan ile geliştirdiği ilişkiler ve Yunanistan’da üslerin kurulması gibi konular gündemi meşgul etmeye devam edecek. Bu konuların tümünün çözülmesi elbette mümkün olmayabilir. Asıl olan sorunları iç siyasi mücadelenin aracı yapmadan çözmek veya yönetebilmek için uğraşmaktır.
Jeopolitik Sorunlar
Jeopolitik sorunlar bağlamında, Türkiye’nin öncelikli olarak takip ettiği dosyalardan birisi İsrail, Filistin ve Gazze dosyasıdır. Bu dosyada ABD seçimlerindeki iki taraf da çok büyük oranda örtüşmektedir. Ancak kimi farklılıkların olacağı da açık. Harris, 7 Ekim’den sonra İsrail’e büyük destek vermişti ve “kendini savunma hakkından” bahsetmişti. Daha da ileri giderek, “İsrail’e kendisini savunması için verdiğimiz desteğe herhangi bir koşul getirmeyeceğiz” ifadelerini kullanmıştı. Bununla birlikte; Trump döneminde imzalanan “İbrahim Anlaşmalarını” desteklemesi, sonrasında ABD’nin iki devletli çözüme ilişkin adımları atması gerektiğini vurgulaması, İsrail’in Gazze’deki katliamları konusunda Biden’dan ‘ayrışması’, Gazze’deki durumu “insani yıkım” olarak tanımlaması, ABD’de İsrail’e karşı yapılan üniversite gösterilerine müdahale edilme biçimine itiraz etmesi, İsrail’in sınır geçiş noktalarını açmasına ilişkin talebi, insani yardım çalışması yapanların korunmasına ilişkin çağrı gibi başlıklar da ‘olumlu’ değerlendiriliyor. Başkan yardımcılığı döneminde iki kez Ortadoğu’yu ziyaret etmesine karşılık İsrail’i ziyaret etmemiş olmasına da dikkat çekiliyor. Elbette sadece bu saydıklarımız üzerinden politika değişikliği beklemek doğru olmaz. Netanyahu’nun Kongre konuşmasında iki partinin sergilediği ve dünya genelinde tepkilere neden olan görüntüler ortada. Ancak konuyu daha sağlıklı değerlendirmek için bu tür verilere de bakmakta yarar var.
ABD ile ilişkiler açısından önemli dosyalardan birisi, Ortadoğu dosyası. Tarihi, dinî ve kültürel ilişkilerimizin yanı sıra coğrafi konumumuz nedeniyle konu önemli. Ortadoğu’daki ülkelerle ilişkide ortaya çıkacak olumlu veya olumsuz sonuçların tümü, Türkiye’yi doğrudan etkileyebilir. Bu konuda Harris’in birkaç tutumuna dikkat çekmekte yarar var. Örneğin; Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinde oynadığı rol nedeniyle Suudi Arabistan’a silah satışının kısıtlanması yönünde oy kullanması, 2018-2019’da Suudi Arabistan’ın Yemen’deki faaliyetleri nedeniyle ABD’nin askeri işbirliğinin sonlandırılmasını öngören yasa tasarıları hazırlamış olması akla gelen ilk konular. Bu tür değerlendirmelere rağmen, ABD-Arabistan ve ABD-Körfez ülkeleri ilişkilerini ABD’nin çıkarlarına ekonomik katkısı üzerinden değerlendirmek gerekir. Bu bağlam nedeniyle köklü bir politik değişiklik beklemek doğru olmaz.
ABD ile Türkiye’nin tutumlarının kesiştiği alanlarından birisi Ukrayna meselesi. Bu konuda Türkiye’nin izlediği politika, büyük oranda, ABD ile uyumlu. Hatta Türkiye’nin arabuluculuk girişimleri ve tahıl sorunun çözümü konusunda geliştirdiği ve hayata geçirdiği çabaların olumlu karşılık bulduğu açık. Harris’in seçilmesi durumunda Biden’ın izlediği politikaların sürdürüleceği ve bunun Rusya tarafından da öngörüldüğü dikkate alındığında, bu konuda ilişkileri sarsıcı bir değişiklik beklenmiyor. Ancak Harris’in, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve Rus muhalif Alexander Navalny’nin ölümü konusunda Putin’e yönelik sert açıklamalar yaptığını da unutmamak lazım. Dolayısıyla bu dosya başlığında Türkiye’yi bekleyen ciddi bir sorun olmayabilir. Ancak dosyanın Avrupa ile ilgili kısımları da dikkate alındığında ciddiyetle takip edilmesi gerektiği açıktır.
Harris’in seçimi kazanması durumunda Türkiye’nin dikkatli izlemesi gereken dosyalardan birisi de İran dosyası olacak. Harris, İran’ın nükleer programını kontrol etmek için 2015 yılında yapılan anlaşmayı desteklemişti. ABD başkanları ile İran yönetimi arasında yaşanan sorunların coğrafyayı etkileme kapasitesi, İran’da Rehberlik makamında yaşanma olasılığı güçlü olan değişim ve bölgeye yayılan İran milli faaliyetleri gibi konular dikkate alındığında, bu dosya Türkiye için önemli bir dosya olma özelliğini muhafaza edecek. Obama ile Harris arasında kurduğumuz yakınlık, bu dosyada daha belirleyici olabilir.
Gözden Kaçırılmaması Gereken Mesele
Dünyanın karşısında yeni bir ABD’nin olduğunu bilelim. ABD’nin yeni müesses nizamı, tüm karar alma süreçlerini, veriler veya bilgiye göre değil, din ve ABD’de yaygın olan mezheplerin etkisine göre biçimlendiriyor. Soğuk Savaş sonrası eksen arayışında olan ABD’nin siyasi elitleri, aradıkları ekseni bulmuş oldular. Buna ilişkin birçok göstergeden bahsetmek mümkün. Evanjelik ve Siyonist görüşleriyle gündeme gelen isimlerin karar alma süreçlerindeki etkileri, senatörlerin ve Kongre üyelerinin bölgemizdeki sorunların tümünü din eksenli yorumlamaları sayılabilir. Ancak en önemlisi, 7 Ekim sonrası İsrail’e verdikleri siyasal, ekonomik, askeri ve ideolojik destektir.
İşin vahametini ortaya koyan konu ise İsrail ile din üzerinden kurdukları yakınlığı ifade biçimleri, bu yakınlığın dinî bir gereklilik olduğuna ilişkin vurguları ve “büyük İsrail projesine” verdikleri açık destektir. Bahsettikleri ‘büyük İsrail’ hayalinin, Lübnan, Mısır, Ürdün, Arabistan, Suriye, Irak, Kuveyt ve Türkiye gibi ülkeler için ulusal güvenlik sorunu olduğunun bilinmemesi mümkün değil. Bu yeni durum, bahsettiğimiz Evanjelik ve Siyonist ağın etkisinin ürünü. Bu ağ olmasa Gazze’yi işgal eden ve on binlerce insanı katleden soykırımcı İsrail başbakanı kongrede konuşturulmazdı. Gazze’de devam eden işgalin, soykırımın ortasında Netanyahu, dördüncü kez Amerikan Kongresi’nde konuşturuldu ve 56 dakikalık konuşmada, 50 kez ayakta alkışlandı. İşte bahsettiğimiz yeni durumun somut göstergelerinden birisi de bu.
Öncelikle, ABD’ye egemen olan bahsettiğimiz yeni anlayışın altını kalın çizgilerle çizmek şart. ABD devlet elitine düşünsel destek sağlayan düşünce kuruluşlarının ve üniversitelerin bu anlayışa ‘iman etmiş’ aktörlerden oluştuğu açık. Sorun, köktendinci/radikal dinci anlayışın ABD’nin öncü kurumlarında (dışişleri, istihbarat, pentagon vb.) da oldukça etkin olmalarıdır. Bu gerçeklik ortada durduğu müddetçe, ABD başkanının kimliği, kişiliği veya siyasal düşüncesi belirleyici olamayacaktır. Bunu gözden kaçırmamak gerekir. Dosyaları ve sorun alanlarını bu gerçekliği akılda tutarak konuşmakta yarar var.
Sonuç Olarak
ABD’nin mevcut ekonomik verileri ve yapılan kamuoyu araştırma sonuçları seçimi Demokratların kazanma olasılığının hâlâ mümkün olduğunu gösteriyor. Halbuki, Biden yerine yeni adaylarını sene başından itibaren eyalet kongrelerinde çıkarmayı başarmış olsalardı, seçimlerde başarılı olma ihtimalleri daha fazlaydı. Kimin kazanacağından bağımsız olarak, Türkiye’nin kendi gündemini, dosyalarını netleştirmesi ve iki adayın kazanma olasılığına göre farklı stratejiler geliştirmesinde yarar var.
Bu seçimlerde akılda tutulması gereken ana konulardan birisi, başkan adaylarından ziyade başkan yardımcılarının süreçlere etkisi ve tutumları olacak gibi. Trump’ın yaşı ve Harris’in yönetim kapasitesi dikkate alındığında yardımcıların kimliği, siyasal pozisyonları ve geçmişleri daha da önem kazanıyor. Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı J.D. Vance’in oldukça sorunlu olduğuna ilişkin değerlendirmeler ürkütücü. Vance’in başkan yardımcılığından Trump sonrası başkanlığa geçme olasılığı dikkate alındığında, bu durumun dünya açısından taşıdığı risk daha da artacaktır. Demokratlarda ismi ön plana çıkan Pensilvanya Valisi Josh Shapiro da İsrail taraftarlığı ve radikal Siyonizm savunucusu olması nedeniyle sorunlu bir isim. Bu tür isimleri, “gözden kaçırılan konu” olarak tanımladığımız, ABD yönetim sistemine müdahale eden yeni anlayışın kurumsallaşma olasılığı üzerinden değerlendirmek gerekir.
Tüm negatif-pozitif verilere ve olası dış etkilere rağmen, bu süreçte belirleyici olacak olan, Türkiye’nin kendisidir. Dosya hakimiyeti, dosyaları ayrıştırma yaklaşımı, iletişimi muhafaza etme yeteneği ve kurumsal iletişim kapasitesi gibi konular dikkate alınırsa, seçimi kimin kazandığından bağımsız olarak, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sayfa açılabilir. Türkiye, Amerika ile ilişkilerinde elinin zayıf olmadığı bir dönemde bulunuyor. Üstelik Washington’ın son yıllarda içine düştüğü ekonomik milliyetçiliğin Ankara’ya yeni müttefikler ve hareket alanları açtığını da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
ABD sistemindeki lobi etkisinin Türkiye’nin aleyhine işlediği ve Türkiye’ye önerilen veya Türkiye’nin yapmaya çalıştığı lobicilik faaliyetlerinin etkili olmadığı ve sonuç vermediği açık. Burada asıl olan, Türkiye’yi ilgilendiren dosyaların lobicilik faaliyetleri üzerinden biçimlenmesi veya sonuç vermesi mümkün değil. Ayrıca bahsettiğimiz dosyaların hiçbirisinin propaganda malzemesi yapılacak dosyalar olmadığı açık. Rus tehdidinin aleni hale geldiği bir dönemde, ABD-Türkiye ilişkilerinde ciddi bir yeni zeminin ortaya çıkmamış olması, sebebi ne olursa olsun, önemli kayıp olarak görülmelidir. Türkiye’nin bu konuya odaklanmasında yarar var.
Akıldan çıkarılmaması gereken son bir nokta ise ABD’nin on yıllar sonra en tartışmalı ve gerilimli seçimlerinde Türkiye’nin maliyet oluşturacak retorikten uzak durmasının taşıdığı önem. Türkiye açısından seçimleri kazanacak isimlerin riskleri, avantajları, pozitif ve negatif etkileri olacak. Ancak bu tür imkân ve sıkıntıların mesajlarla değil, dosyalar üzerinden değerlendirilmesi en doğru yoldur. Çünkü rasyonel çabalar büyük imkânlar sunabilir