AB’nin Polonya ile, Polonya’nın Demokrasi ile Sınavı
İtirazlar ve kaygılar büyük olsa da Duda’nın seçim galibiyeti, politik söylemlerinin Polonya halkının çoğunluğunda karşılık bulduğuna işaret etmektedir. Ağırlıklı olarak kırsal ve muhafazakar kesimden aldığı destek Duda yönetimine özellikle de yargı ve basın özgürlüğü ile ilgili politikalarını önümüzdeki dönemde daha cesur bir şekilde yürülüğe koyma imkanı da sağlayacaktır.
Demokrasi, dünyada o kadar büyük sorunlar yaşıyor ki demokrasi sınavından kalan ülke listesinin giderek uzaması da artık kimseyi şaşırtmıyor. Öyle ki, demokrasi için referans kabul edilen Avrupa Birliği’nden de bu listeye uzun vadede gerçekleşen siyasi uygulamalar sonucunda yeni örnekler ekleniyor; ve Polonya da listedeki örneklerden birtanesidir. AB içerisinde yaşanan geri gidişler ve hukuk devletini yaralayan uygulamalar dünyadaki kötü örnekler için referans teşkil edebilir.
Doksanların başında Sovyetler’den kurtulan Polonya şimdilerde dramatik bir şekilde çoğulcu demokrasiden uzaklaşıyor. Lech Walesa öncülüğündeki dayanışma hareketinin çıkışıyla komünizmin yıkılmasından sonraki süreçte pek çok adayın katılımıyla gerçekleşen 1991 parlamenter seçimi Polonya’nın o dönemde bir ilk olarak tecrübe ettiği özgür ve rekabetçi bir seçim olarak akıllara gelmektedir.
Ülkenin 1999’da NATO’ya ve 2004’te Avrupa Birliği’ne üye olmasından bu yana ülkede siyasal, toplumsal ve ekonomik alanlarda pek çok şey değişti. Artan performansıyla Polonya, AB’nin sekizinci en büyük ekonomisi oldu. AB üyesi olmak Polonya’nın ekonomik gücünü ve üçüncü ülkelere karşı avantajını arttırdı. Fakat siyasal ve hukuki alanlarda ülke aynı ölçüde ilerleyemedi. Polonya özellikle son birkaç yılda hukukun üstünlüğü, demokrasi, basın özgürlüğü ve temel haklar konusundaki gerilemeden dolayı kaygı verici bir seyir izliyor. Son seçimler tam da bu siyasi atmosfer içerisinde gerçekleşti.
Duda’ya Onay Veren Seçim
Bu yılın Temmuz ayında gerçekleşen seçimleri, ikinci turda Sivil Platform Partisi’nin adayı Rafal Trzaskowski’ye karşı küçük bir farkla oyların yüzde 51’ini alan mevcut Cumhurbaşkanı Andrzej Duda kazandı. Covid-19 salgını ortamında yapılan seçimler yüzde 68 katılımla tamamlandı.
Parlamenter Cumhuriyet rejimine sahip olan Polonya’da yönetim Cumhurbaşkanı -devlet başkanı- /Başbakan -hükümet başkanı- şeklinde oluşmaktadır. Cumhurbaşkanı beş yıl olmak üzere en fazla iki dönem için seçiliyor. Andrzej Duda 2015’te Hukuk ve Adalet’in (PiS) adayı olarak yüzde 52 oy ile Sivil Platform (PO) tarafından desteklenen bir önceki Cumhurbaşkanı Bronislaw Komorowski’yi yenmişti. Muhafazakar merkez sağ partisi olan PiS Haziran 2001’de Lech Kaczynski ve Jaroslaw Kaczynski tarafından kuruldu. Diğer taraftan Polonya’daki en büyük muhalefet partisi olan liberal muhafazakar merkez PO, Ocak 2001’de Donald Tusk, Andrzej Olechowski ve Maciej Plazynski tarafından kurulmuştu. 2015 seçimlerinde PiS parlamentoda da çoğunluğu kazanmış, özellikle ülkenin muhafazar ve kırsal kesiminden destek almıştı.
Demokrasiden Uzaklaşmak
Son birkaç yıla bakıldığında Polonya’nın Avrupa Birliği kriterlerine uygun liberal demokrasi standartlarından uzaklaştığı görülüyor. Kendisini Polonya’nın Katolik değerlerinin koruyucusu olarak gören Duda’nın kampanyasında destek olan Katolik Kilisesi bu açıdan Duda’nın politikalarını anlamada katkı sağlamaktadır. Roger Eatwell ve Matthew Goodwin National Populism The Revolt Against Liberal Democracy adlı kitabında “Katolikliğin Macaristan’da Fidesz ve Polonya’da Hukuk ve Adalet partisinde güçlü bir etkisinin olduğunu” ve “ikisinin de gittikçe artan liberal ve seküler olarak gördükleri dünyada dini ve geleneksel inançları muhafaza etmek için çabaladıklarını” vurguluyor.[1] Bu anlayışın siyasete yansıması Polonya’da iktidarın söyleminde ve uygulamalarında hissediliyor. Örneğin, Duda’nın AB için “fazla bir şey kazanmadığımız hayali topluluk” açıklaması özellikle yönetimin AB’ye bakışını ve -AB üyesi olmasına rağmen- iktidarın birliğe karşı mesafeli olduğunu da gösteriyor.
AB, Polonya hükümetinin icraatlarını özellikle hukukun üstünlüğü, yargı, temel haklar ve medya bağlamında açıkça eleştiriyor. Yargı sistemindeki değişim fazlasıyla dikkat çekti. Freedom House’a göre, “2015’te yönetime geçmesinden beri PiS hükümeti yargı üzerinde egemen olmak için agresif bir şekilde hareket etti”. “Polonya ve Macaristan Gözardı Edilmemeli” başlıklı makalelerinde Michael Abramowitz ve Arch Puddington, PiS liderliğinin yaptığını “dünya genelinde diğer pek çok anti-demokratik hükümetlerin yaptığı gibi, Polonya anayasal yönetimin ve hukukun üstünlüğünün kısıtlamalarından yakasını sıyırmak için yargıyı ehlileştiriyor” sözleriyle eleştirdi.
Bir ülkede demokrasinin varlığı için, seçimlerin halkın katılımı ile düzenli bir şekilde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği tek bir kriter olarak alınmamalı. Polonya’da yaşananlar da bunu açıkça gösteriyor. Fikir ve ifade hürriyeti, insan hakları ve özgürlüklerinin korunması, adalet sisteminin her hangi bir ideoloji yada güçten bağımsız karar alabilme yetkisine sahip olabilmesi ve medyanın bağımsızlığı demokrasi tanımını tamamlıyor. Kurumların güvenilirliği ve insanların korku duymadan hayatlarını sürdürebilmeleri ayrıca bir demokrasinin vazgeçilemez vaatleri arasındadır. Bu unsurların eksikliği ülkenin demokrasiden uzaklaşma eğilimini yansıtıyor. Nitekim 2015’te yönetime geçmesinden beri PiS’in ülkenin güçler ayrılığını dağıtmaya girişmesi ve kamu yayınını da propaganda aracına indirgemesi dikkat çekiyor.
Polonya’da Basın Özgürlüğü Kayboluyor
Polonya’da ise sadece yargı değil basın özgürlüğü de tehdit altında görünüyor. Freedom House’a göre Polonya’da medya özgürlüğü her geçen gün kötüleşmeye devam ediyor. PiS manifestosunda da partinin “yeni medya düzeni” oluşturmayı amaçladığı açıkça belirtiliyor. Cumhurbaşkanı Duda seçim kampanyası boyunca –tahmin edileceği gibi- aralıksız olarak yabancı medyayı ülkesine karışmakla eleştirmişti. Reporters Without Borders’ın 2020 Dünya Basın Özgürlüğü Indeksi’ne göre Polonya 180 ülke arasında 2019’da 59. sırada iken 2020’de 62. ye kadar geriledi. Basın özgürlüğünde yaşanan bu gerileme Polonya için hiç de olumlu bir tablo çizmiyor. Bu arada aynı listede Macaristan da 89. sırada bulunuyor.
Öte yandan, birçok ülkede olduğu gibi Polonya’da da LGBT hakları alanı tartışma konusu oluyor. Geçtiğimiz haftalarda Polonya milliyetçileri ve LGBT savunucuları Varşova’da karşı karşıya geldiler. Temmuz ayında yeniden seçilen Cumhurbaşkanı Duda’nın seçim kampanyasında LGBT haklarına karşı tartışmalara yol açacak ifadeler sarfetmişti. Duda, kampanya konuşması sırasında LGBT hakları için “komünizmden daha yıkıcı bir ideoloji” şeklinde konuşmuştu. Seçim sonrasında da bu konu yoğun bir tartışma alanı ve yer yer protestolara yol açıyor. Bir başka eleştiri konusu olan Avrupa’daki en katı yasaya sahip olan Polonya’nın hükümetinin kürtaj karşıtı tutumu ve uygulamaları ülkede tepkilere ve protestolara sebep olmuştu.
AB, Polonya İçin Ne Yapabilir?
Popülizmin son dönemlerde farklı örneklerle de -Macaristan gibi- yayılmasıyla birlikte önümüzdeki dönem Polonya’nın AB’nin gündeminde daha fazla yer almasını gerektiriyor. Polonya’nın bir sorun olmaktan çıkacağımı yoksa hukuk ve demokrasi alanlarında tablonun daha vahim bir hal mi alacağı cevap bekleyen önemli bir sorudur. Fakat şu an için Polonya’nın uluslararası alanda çizmiş olduğu imaj göz önüne alındığında durum Varşova yönetimi için hiç de iç açıcı gözükmüyor. Bununla birlikte Avrupa Birliği de Polonya konusunda eleştirilmektedir. Elinde güçlü araçlar olmamakla birlikte AB’nin Polonya’daki gelişmelere ne kadar sabredeceği merak konusu olmaya devam ediyor. Birlik içerisindeki liberal demokrat çevreler AB’nin daha ne kadar müsamaha göstereceği sorusunu tartışıyor.
Bu bağlamda, AB Komisyonu’nun Polonya’ya karşı yürülüğe koymayı önerdiği, üye ülkelerin demokratik kurumları ve temel hakları tehdit ve ihlal edebilecek politikalar izlemelerini caydırmak amaçlı uygulanan ve ilgili ülkeden belli hakları almaya imkan tanıyan 7.madde kritik bir öneme sahiptir. Nitekim 2017’de AB Komisyon’u, “Polonya’da ciddi bir hukukun üstünlüğü ihlali riski bulunduğu” gerekçesiyle, Avrupa Birliği Antlaşması’nın 7. maddesinin gündeme alınmasını önermişti. Hükümetin bazı icraatları ve özellikle yargı alanındaki uygulamaları, Polonya’nın AB üyesi ülke olarak birlik içerisindeki pozisyonunu zorlayacak gibi gözüküyor.
Diğer taraftan Macaristan gibi AB içerisindeki diğer örneklere bakıldığında da, Avrupa Birliği’nin üye ülkeler üzerine uygulama yönünde etkili bir araca sahip olmadığı görülebilir. AB’nin genel olarak tecrübe ettiği sorunlar, post-Brexit ve İtalya gibi bazı üyelerin zaman zaman gündeme gelen ayrılma söylemleri bu bağlamda Brüksel’in hareket alanını daraltıyor. Nitekim Victor Orban yönetiminde olan AB üyesi Macaristan da, birlik tarafından sıkça eleştiri konusu olmasına rağmen geri adım atmaya zorlanamıyor.
ABD ile İlişkiler Seçimi Bekliyor
Polonya AB tarafından kritik ediliyor olsa da, Trump yönetimi tarafından eleştiri konusu değildir. Hatta, ABD Başkanı Donald Trump ve Polonya Cumhurbaşkanı Duda arasındaki samimi ilişki seçime ramak kala bile devam etti. Seçimlerden bir ay önce Duda Beyaz Saray’da Trump’ı ziyarete gitti ve şeçimin ardından da Trump, Duda’yı seçim galibiyeti için coşkuyla tebrik etti. Kısa bir süre önce gerçekleşen görüşmenin ardından Trump “iki ülke arasındaki hayati ittifakın” Duda ve kendisi tarafından “doğrulandığını” belirtti. Görülüyor ki Duda yönetiminin ABD ile ilişkilerinin kaderi bir ölçüde Kasım ayı seçimlerine bağlı. Trump’ın Beyaz Saray’da kalıp kalamayacağı Polonya Cumhurbaşkanı’nı yakından ilgilendiriyor. ,
Bir Başka Senaryo Nasıl Olurdu?
Muhalefet (PO) Anayasa Mahkemesi’nin en son gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçiminin adaletsiz olduğunu ilan etmesi için dilekçe vermişti. Muhalefet aynı zamanda Duda yönetiminin devlet idaresi ve kamu yayıncısı TVP’den çok fazla kampanya katılımı sebebiyle kuralları ihlal ettiğine inanıyor. İki aday arasındaki oy oranları birbirine yakın olmasına rağmen- Andrzej Duda yüzde 51 ve Rafal Trzaskowski yüzde 48- az farkla da olsa Cumhurbaşkanı Duda’nın göreve devam etmesi Polonya için özellikle demokrasi ve hukuk alanlarındaki kötü gidişin süreceği endişesini arttırıyor.
Temmuz seçimlerinde Rafal Trzaskowski’nin kazandığı senaryo hiç şüphesiz Polonya için farklı bir durum oluşturabilir ve demokrasi açısından olumlu bir gelecek vadedebilirdi. Hukukun üstünlüğü prensibi, bağımsız yargı ve basın özgürlüğü konusundaki düşünce ve politikaları bu iki ismi terazinin farklı kefelerine oturtmaktadır. Liberal bir siyasi dile sahip olan ve AB destekçisi olan Trzaskowski, Duda’nın devam etmeyi amaçladığı anayasal reform programına karşı AB ile ilişkileri iyileştirmeyi istiyordu ve buna ek olarak iki isim de sivil haklar konusunda şiddetle ayrılıyordu. Trzaskowski bir röportajında “mahkemeleri siyasallaştırma girişimlerini veto edeceğini ve başsavcılık ofisini bir kez daha bağımsız hale getirilmesini teklif edeceğini” söylemişti. Seçimleri kazanması durumunda Polonya’da demokratikleşme yolunda olumlu gelişmeler gösterebileceği beklentisi yaygındı. Böyle bir sonuç Avrupa Birliği’nin yüreğine de su serperdi.
Seçim kampanyasında işsizlik yardımlarını arttıracağını vadeden Duda’nın iktidarda kalacağı önümüzdeki yıllarda istihdam konusunda sözlerini ne derece tutacağı da merak konusu. Temmuz 2020’de Polonya’da işsizlik oranı yüzde 6.1’e ulaştı ve bu oran bir önceki yıla kıyasla daha yüksek. Ayrıca, bir önceki çeyreğe kıyasla 2020’nin birinci çeyreğinde Polonya’nın GSMH’si de yüzde 8.9 oranında, ikinci çeyrekte yüzde 8.2, düştü.
İtirazlar ve kaygılar büyük ama Duda’nın seçim galibiyeti, politik söylemlerinin Polonya halkının çoğunluğunda karşılık bulduğuna işaret etmektedir. Ağırlıklı olarak kırsal ve muhafazakar kesimden aldığı destek Duda yönetimine özellikle de yargı ve basın özgürlüğü ile ilgili politikalarını önümüzdeki dönemde daha cesur olarak yürülüğe koyma imkanı da sağlayacaktır. Diğer taraftan Duda’nın rakibi Rafal Trzaskowski ülkenin genç ve şehirli kesiminden oy almıştı. Bu tabloda Duda’ya oy vermeyen ve temsil edilmediğini hisseden Polonyalılar’ın sesinin ne kadar artabileceği de belirleyici olacak. Seçim sonuçları ve adayların oy aldığı kesimler ayrıca Polonya’da siyasal olarak kırsal ve kentsel ayrışmayı da gösteriyor. Tabii ki en önemli konu Polonya’nn çoğulcu demokrasi çizgisine ne kadar bağlı kalacağıdır. Bu sebeple Polonya’da merkez sağ siyaseti ve popülizminin neden bu kadar destek topladığı sorusu önemlidir. Ayrıca Polonya örneğinin dünyanın farklı bölgelerinde ki aşırı sağ popülizmini etkileme ihtimali de bu problemin alanını genişletiyor.
[1] Roger Eatwell & Matthew Goodwin (2018). National Populism The Revolt Against Liberal Democracy. S. 142. Pelican Books. Penguin Random House UK.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.