Adaletin Samimiyet Testi: Kadın İstihdamı – I

Küresel rekabette öne geçme, insan kaynağının üretken bir biçimde sisteme entegre edilmesine, haliyle kadınların yüzde kaçının istihdama dahil olduğuna bağlı. Yüzde 50’nin beyin gücünü, yeteneklerini, dinamizmini ücret ve iş hayatına entegre etmeden, gelişmiş toplumlarla rekabet imkânsızdır. Ülkeler arası geri kalma farklarına neden olan önemli faktörlerinden biri kötü yönetimse, yek diğeri kadın istihdamındaki başarısızlık tablosudur.

kadın istihdamı

“Uygulama zamanı gelen bir fikir, dünyanın tüm ordularının toplamından daha güçlüdür.” Victor Hugo

 

Uzun süredir, ülke gündeminde siyasi çatışmalar, kutuplaşma, ekonomik kriz ve dış politika odaklı bir kilitlenme yaşanıyor; insani taleplere, hakiki çözümlere odaklanma hususu hayli gerilere düşüyor. Seçim atmosferine girilirken yaşadığımız büyük felaket ise, doğal olarak tüm başlıkları ikincilleştiriyor. Fakat hayatın kendisi gibi, farklı alanlarda mevcut sorunlar, beklentiler devam ediyor, büyüyor, muhataplarının ilgisini bekliyor.

 

Bu yazı dizisi de; kadın sorunlarının “bir süreliğine” de olsa gündeme gelebildiği 8 Mart Dünya Kadınlar Günü fırsat bilinip, darmadağın bir puzzle’a benzeyen Türkiye resminin toparlanmasında kilit taşı olabilecek, kadınların değil, herkesin meselesine, toplumsal cinsiyet eşitliğine odaklanıyor. Ağırlıklı olarak da konunun en kritik kısmına, iş süreçlerinde kadınların konumlanmasıyla ilgili tespit ve öneriler sunuyor. Ve ülkelerin demokratik gelişimi kadar, ekonomik ilerlemesini de en fazla teşvik edebilecek konu, tam olarak bu.

 

Veri üstünden gidersek; McKinsey’in (2016) Türkiye merkezli çalışması, kadınların işgücüne katılım oranındaki yükselmenin, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYİH) büyümesinin en etkili araçlarından olduğunu, kadınların işgücüne katılımını destekleyecek güçlü politikaların, ülkemizin GSYİH’sını 2025’te yaklaşık yüzde 20 artırma potansiyelini bulgulamıştır. PwC’s Women in Work Index (2022) İsveç’teki kadın istihdam oranlarına, OECD ülkeleri de ulaştığında her bir ülkenin GSYİH’nın yüzde 6 oranında yükselteceğini modelliyor. Yani sonda söyleyeceğimizi başa koyarsak; Türkiye’de giderek derinleşen iktisadi buhran halinden çıkılmak isteniyorsa, bunun yolu kadın istihdamına set çeken kültürel kalıpları, önyargıları yıkmaktan geçiyor. Ve elimizde daha yararlı, daha herkesin menfaatine bir husus yok.

 

Fakat coğrafyaların farklılaşmış sosyo-kültürel yapıları, politik tercihleri, nam-ı diğer toplumsal realite, ilerlemeleri farklılaştırıyor, değişim hızına ket vuruyor. COVID-19 ise, ayrıca kaynak kısıtlamalarını şiddetlendirip, cinsiyet eşitsizliklerini genişletti (Eurobarometer, 2022), eve kapanma bakım sorumluluklarının[1] kadınların üstüne çok daha fazla yığılması vb. unsurlar ilave bir derin gerileme dalgası yarattı. Ülkeler; gelişmişlik derecelerine göre daha az ya da çok etkilendi, toplumlararası uçurumlar bir de bu yolla büyüdü. Öyle ki, Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (WEF GGGR, 2022), veri paylaşmaya başladıkları 2006’dan bu yana, işgücündeki cinsiyet paritesinin en düşük seviyeye (yüzde 62,9) indiğini açıkladı. Kadınlar çok daha fazla iş kaybetti ve pandemi öncesi noktaya dönmek uzun yıllara mal olacak. Çalışma çağındaki kadınların küresel bazda işgücüne katılım oranı 2022’de yüzde 47,4 iken; erkeklerde yüzde 72,3 (ILO, 2023) oldu. Pandemide en fazla girişimcilik kaybı, Türkiye’nin de dahil olduğu orta-üst gelir grubundaki ülkelerde yaşandı, işyerini kapatmak durumunda kalanlar arasında cinsiyet açığı ülkemiz ölçeğinde yüzde 33,3 kadın ve yüzde 23,2 erkek (GEM, 2022) olarak, hayli tahripkâr bir seviyede kendini gösterdi.

 

Ancak gelişme süreçlerini enfekte eden ana faktör, elbette pandemi değil. WEF GGGR (2022) verilerinin gösterdiği gibi; mesele eğitim, sağlık hizmetlerine ulaşım, hayatta kalma alanlarındaki eşitsizlik oranlarında ilerlemeye rağmen; ekonomik katılım ve bunun doğal çıktısı olan siyasi yetkilendirmede kadın varlığını artıramamaktan kaynaklanıyor. Pek çok ülkede; konu en küçük ölçeklisinden en büyüğüne kadının bağımsızlaşmasına, güç aktarım ve paylaşımına geldiğinde tıkanıyor.

 

Bu yansımalardan biri de, ülkemizde Cumhuriyet’in 100’üncü yılına girerken, 146 ülke arasında 124’üncü (politik güçlenmede 112, sağlıkta 99, eğitimde 101) ve ekonomik katılım ve fırsatlar bazında ise 134’üncü[2] sırada (WEF GGGR, 2022) kalmamız üzerinden yaşanıyor. Rapor verileri kullanılarak; 2006’dan 2021 yılında dek yapılan karşılaştırmalı çalışma, ekonomik hayata katılım ve fırsatlar ile siyasi güçlenme kategorileri başta, diğer alanlarda da ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderek arttığını (Bardakçı ve Oğlak, 2022) tespit etmiştir. İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde (UNDP, 2022) 48’inci sırada yer alırken, toplumsal cinsiyet eşitliği kategorisinde 65’inci sıraya gerilemek de, küresel aynadaki bir başka yansımamızdır.

 

BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na ulaşılma performansımız bakımından da, 2022 itibarıyla 163 ülke arasında 71’inci basamakta, hükümetlerin SKA için taahhüt ve çabaları bazında ise düşük kategorideki ülkeler arasındayız. En geri kaldığımız hedefse yine toplumsal cinsiyet eşitliği. 2000-2022 arası yatay bir konum mevcut ve cinsiyetler arası ücret farkının artma trendine dikkat çekiliyor. Genel olarak ülkemiz toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda büyük zorluklar devam ediyor ibaresiyle değerlendirilip, bir iyileşme trendi gözlenmiyor (Sachs, Lafortune vd., 2022) diye belirtiliyor. Türkiye kadınları için en vahim pozisyon, diğer toplumsal cinsiyet eşitliği göstergeleri bakımından çalışma yaşamına entegrasyonda yaşanıyor. Oysa kadınların tam olarak bağımsızlığını kazanması da, ülkenin rekabetçiliğini artırma da, insan kaynağını verimli kullanmaya bağlı.

 

Filmin Yeni Evresi: Popülistler ve Toplumsal Cinsiyet Karşıtları Elele

 

Fakat söylemek ile yapmak arasındaki fark gibi, hiçbir şey olması gerektiği gibi yürümüyor. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu kapsayan verileri kullanan, Dorius ve Firebaughz (2010), 10 yıllık dilimleri kapsar biçimde, ana alanlardaki pozitif değişime dikkat çekerken, toplumsal cinsiyet eşitliğinde “önce kulübe gir, sonra kulüp içinde eşitliği sağla” şeklinde iki aşamalı bir sürecin işlediğini ve devam edeceğinin garantisinin olmadığını tespit etmişlerdi. Ve bugün, bu uyarıların ne anlama geldiği netleşmiştir. Okula kaydolma, ekonomik olarak aktif nüfusa katılma, ulusal yasama meclisine üye olma vb. faktörler üzerinden, kadınların “kulübe üye” olmaları da, eşitlik yolundaki sürdürülebilirlik de, her coğrafyada beklendiği düzeyde ilerlemedi.

 

Tüm bu faktörler sorunlu tablolar üretirken, sosyal süreçleri toplumsal cinsiyet eşitliği aleyhine ilaveten enfekte eden, beklenmedik bir işbirliği tipi de ortaya çıkmıştır. Şöyle ki; popülist yönetimler İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana elde edebildikleri en yüksek destek seviyelerine 2015 sonrası ulaşınca (Steven, Jason, Davis, 2017) Avrupa’dan Latin Amerika’ya (JuhÁasz ve Pap, 2018), toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler de (anti-gender movement), yine aynı yıllarda yükseldi. 1990’larda ortaya çıksalar da, 2010 sonrası sağ popülist yönetimlerin ağırlığını artırmasıyla mevzi kazanan anti-gender gruplar, kendi içlerinde derin farklılıklara sahipler. Fakat, sağ popülizmle etnik ayrımcılık, göçmen düşmanlığı gibi kesişim alanlarında örtüşerek, birlikteliklerini koruyorlar. Bu işbirliğinin dozu ve tarzı, ülkeden ülkeye değişse de, kazan-kazan ilişkisi üstüne temelleniyor, niyet okuma, damgalama, kalıp yargılar üstünden duygusal istismara varan taktikler kullanmada ortaklaşıyor, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı iğdiş ediliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamanın en önemli başlıklarından olan, çalışma hayatında kadının yer alışına dair yaklaşımları da, açık ya da örtük “istemezük”çü bir bakış açısı içeriyor.

 

Anti-gender savunucular; dini ve geleneksel değerleri sahiplenme fikrini kendilerine kalkan yapıp, kadınları korunması gereken naif varlıklar olarak çerçeveleyip, istihdam alanlarında olmaya teşvik etmeyip, aksine çekilmeye yönelten, iş ve sosyal hayatın içinde kendini gerçekleştirmeyi, kariyer yapmayı ‘ücretli kölelik’ vb. retorik yönü ağır basan safsatalarla yaftalayan, annelik, ev içi hizmet ve bakım görevlerinin daima kadınların görevi olarak kalmasını, eksiksiz yerine getirilmesini vaaz eden, gerekirse ev kadınlarına emeklilik, maaş verilmesi gibi cazip havuçlar öneren, kadınlar çalışmazlarsa hem “erkek” işsizliğinin azalacağına hem de aile mefhumunun örselenmeyeceğine vurgu yapan bir tarza sahipler.

 

Ve olguların bu bakış açısı için önemi yok. Örneğin erkek işsizliği, yapay zekâ, robotik gelişmeler vb. alanlardaki hızlı ivme, insan emeğinin gereksizleştirmesi, neoliberal politikaların neden olduğu defektler gibi faktörlerle ilişkili ama ne gam. Hiçbir demokratik, toplumsal cinsiyet eşitliğine sahip çıkan ülkede kıtlık, kitlesel işsizlik yaşanmıyor, felaketlerin, yıkımların tamamı kötü yönetimlerde görülüyor. Ama olsun. Bu gruplar için; günah keçileri üretip taşlamak, değişime uyum sağlamaktan, bu uğurda cinsiyet rollerini, yani belli konfor alanlarının terk etmekten, yahut işleri korumak için sürekli yeni yeterlilikler elde etmekten daha tatminkâr.

 

Ancak bir türlü ‘kadınlar yola getirilemiyor’. Anti-gender yaklaşımların tüm saldırgan tutumlarına rağmen, aksamalar olsa da değişim durmuyor. Tabii Avrupa Parlamentosu’nca, seçimli otokrasi olarak tanımlanan Macaristan’ın Başbakanı Viktor Orban’ın, üniversitelerde toplumsal cinsiyetle ilgili akademik araştırmaları yasaklaması garabeti gibi, zaman zaman belli kazanımlar elde ettikleri de aşikâr.

 

Peki popülist politikacılar, toplumsal cinsiyet karşıtı gruplarla neden işbirliği yapıyor? Çünkü; halkların hayatını karartan sosyo-ekonomik güvencesizlik, teknolojik gelişmelerin dayattığı işe yaramazlık hissi, işsizlik gibi yapısal sorunlar, hamasi üsluplar, pansuman nitelikli günü kurtarma hamleleriyle çözülemiyor. İktidarı sürdürmek yahut iktidar olmak için, toplumun değerler hiyerarşisini istismar edip, “biz ve onlar” kutuplaşmalarına yaslanmak, iyi bir “cambaza bak” stratejisi ve anti-gender akım destekçileri tam bu kıvamda partnerler. İmtiyazlarını, hatta varoluşsal konumlarını kaybettiğini hisseden kitlelerin hedefine eşitlik politikalarını koymak, aileye zarar verildiği, toplumun cinsiyetsizleştirilmeye çalışıldığı vb. komplocu tezlerle el güçlendirmek, yeni iş piyasaları üretme, çocuk bakımı, ev içi görev paylaşımı vb. (Wimbauer, Motakef, Teschlade, 2017) reformlar için çaba sarf etmekten daha kolay. Yine otokratların ve liberal olmayan demokratların sezgisel olarak anladıkları gibi; kadınlar siyasi aktivizmi, demokrasiyi genişletip güçlendiriyorlar. Kitle hareketlerine katıldıklarında, bu hareketlerin başarılı olma ve daha eşitlikçi demokrasiye yol açma olasılığı yükseliyor (Chenoweth ve Marks, 2022). Dolayısıyla tamamen özgür, politik olarak aktif kadınlar, popülist liderler için tehdit oluşturuyor. Tarihin en köklü ayrımcılığı olan cinsiyetçilik, popülizmin sembolik yapıştırıcısı (Grzebalska, Kováts, Pető, 13 Ocak 2017) işlevi görüyor. Hasılı mevzu hayli derin, mevcut eğilimin, popülizmin düşüş veya yükselişine göre, gerileyeceği yahut baskısını artırabileceğini belirterek bu cüzü tamamlayalım.

 

Globalden Yerele Gidişat Nereye?

 

Bu arada toplumsal cinsiyet eşitliği kavrayışının halklar nezdindeki algısı, geleceğin nasıl biçimleneceğinin ipuçlarını da sunuyor. IPSOS’un (2022) 33 ülkede yaptığı araştırmada, kamuoylarının en alerji duyduğu ifadelerden olan, “kendini feminist olarak tanımlamada” ‘dahi’, son yıllardaki düşüş terse dönmüş görünüyor. Objektifleri kendimize çevirerek bakarsak, bu ifadeye katılmada, global ortalama yüzde 40 iken, Türkiye ölçeğinde yüzde 34 (Kadın yüzde 49, Erkek yüzde 19). Diğer bir ifadeyle ortalamanın kısmen gerisinde oluşumuza, toplumsal cinsiyet konularına yönelik, cinsiyetler arası kabul farkı neden oluyor.

 

Belli bölgelerde (Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Latin Amerika ve Karayipler) cinsiyet eşitsizliklerini kapatmak için gerekli süre kısalırken, diğerlerinde ilerleme yavaş ve düzensiz yürüyor. Gezegen, daha adil bir sosyal ortam kurup, insan kaynaklarını verimli kullanarak ilerleyenlerle, geride kalanlar olarak ikiye yarılıyor. Bilgi ve teknolojideki idrak sınırlarını zorlayan ilerleme, bu sosyal portrelerle birleştiğinde, toplumlar arası farklar kapatılamaz hale geliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği; hak talepleri ve demokratik düzenin inşası kadar, ülkelerin rekabetçiliğini de belirliyor (Bertay, Dordevic, Sever, 2020; Eren, 2019).

 

Küresel rekabette öne geçme, insan kaynağının üretken bir biçimde sisteme entegre edilmesine, haliyle kadınların yüzde kaçının istihdama dahil olduğuna bağlı. Yüzde 50’nin beyin gücünü, yeteneklerini, dinamizmini ücret ve iş hayatına entegre etmeden, gelişmiş toplumlarla rekabet imkânsızdır (Akdemir, Özaktaş, Aksoy, 2019). Ülkeler arası geri kalma farklarına neden olan önemli faktörlerinden biri kötü yönetimse, yek diğeri kadın istihdamındaki başarısızlık tablosudur. Bu bağlamda, yönetimleri harekete geçirmek adına, toplumun ne denli bu konularda talepkâr olduğu önem kazanıyor. Türkiye’nin öncelikli sorunları arasında eğitim, enflasyon, Suriyeli sığınmacılar, hukuk ile birlikte kadın-erkek eşitliğini tespit edilmesi (Çelik vd., 2022), çerçevesi detaylandırılmaya muhtaçsa da, farkındalık oluşumuna dair umut veriyor.

 

En Alttakilerin Hikâyesi de Değişir mi?

 

Fakat kadın-erkek eşitliğinde tablo, farkındalığın çok ötesinde bir sahiplenişi hak ediyor. Tüm sınıflar ölçeğinde işsizlik, ağırlıklı olarak, bir kadın sorunudur. Öyle ki bugün işsizlik erkeklerde yüzde 8,5 iken, kadınlarda yüzde 13,1; 15-24 yaş aralığında genç erkek işsizliği yüzde 15,4 ve genç kadın işsizliği yüzde 23,8 (TÜİK, 2023) olup, cinsiyetler arası uçurum vardır. Türkiye; nüfus artış hızı azalırken, çalışma çağındaki (15-64 yaş) nüfusun artması olarak ifade edebileceğimiz ‘demografik fırsat penceresine’ sahiptir, büyüme için altın değerindedir, 2050 yılında kapanacaktır (UİS, 2017). Yani insan kaynağını değerlendirme bakımından önümüzdeki en kıymetli çeyrek yüzyılı, bilhassa genç kadınlar nezdinde kaçırmakta oluşumuzu izah etmek zordur.

 

Dönemsel bakıldığında; Türkiye’de 2000-2019 arasında genç işsizlik oranı neredeyse iki katına çıkmıştır. Ama aynı dönemde, genç erkek işsizliği yüzde 13,7’den yüzde 22,5’e, genç kadın işsizliğiyse yüzde 11,9’dan yüzde 30,6’a yükselmiş, yaklaşık 2,6 kat artmıştır. Yine 2014-2019 döneminde yaklaşık her dört gençten birinin ne eğitimde ne de istihdamda (NEET) olduğu Türkiye’de, 15-19 yaş grubundaki genç kadınların NEET oranı yüzde 21-22 düzeyinde iken 20-24 yaş grubunda yüzde 45-47 arasında dalgalanmıştır. Eğitim seviyesinin yükselmesi, kadınların işgücüne katılım oranını yükseltse de, istihdam sorunlarını çözmemiştir. 2000-2019 yılında yükseköğretim mezunu genç kadınlarda NEET oranı yüzde 32,8’den yüzde 41’e yükselmiştir (Yavaş, 2021). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ulusal Genç İstihdam Stratejisi 2021–2023 (2021) belgesinde de genç kadınlarda NEET oranlarının, bitirilen eğitim düzeylerine göre erkeklere kıyasla hayli yüksek olduğunun altı çizilmektedir. Türkiye için kadın işsizliği sorunu büyümeye devam etmektedir. COVID-19 öncesi ve sonrası işgücüne katılımdaki değişimde, 32 ülke üzerinden yapılan değerlendirmede; yüzde 5,2 ile kadınların en fazla iş kaybettiği (GGGR, 2021) ülke de Türkiye olarak tespit edilmiştir.

 

İşsizliğin yanı sıra istihdam bazında da en yakıcı deneyimler -her konuda olduğu gibi- en alt sınıflarda yaşanmaktadır.[3] Kırsalda veya kent çeperlerinde yaşayan kadınlar eğitimsizlik, bilgiye ulaşamama, bilgi yoksunluğu, bilgiyi kullanamama, sosyal statü ve güvence yoksunluğu, sosyal dokunun baskıcı yapısı gibi faktörlerin etkisiyle; ücretsiz aile işçiliğine sıkışmakta, çalışma süreçlerinde yer alsalar dahi, güvenceli iş olanaklarına ulaşmada, göreli yoksun gruplar olarak konumlanmaktadır. Ancak kültürel kalıpların ağırlığındaki değişim, perdenin kenarından sızan ışık misali, bulunulan ortamlara aydınlık vermeye başlamıştır. Kent varoşlarında, çalışmak için eş veya aile büyüklerinden onay ihtiyacı, gönül alma düzeyine inmekte, kadınların aile içi kararların alınmasında sınırlı etkileri olsa da, bağımsızlaşmaları devam etmekte, çalışan kadının sosyal çevre nezdinde takdir görme düzeyi yükselmektedir (Bilan, 2006).

 

Üretimin tarım ve hayvancılığa dayalı olduğu kırsal bölgelerdeyse durum trajiktir. Tarım sektöründe kendi hesabına veya işveren olarak çalışan kadınların oranı 1988 yılında yüzde 5,2’den, 2008’de yüzde 17,6’ya yükselmiş ancak 2018’de yüzde 10,9’a düşmüştür (Mert, Sefer, 2019). Kadınlar, tarımsal üretimin merkezinde yer alıp, 16-17 saatlik çalışma süreleri ile tarımın belkemiğini oluşturmakta, üretimin yarıdan fazlasını karşılamakta (TBMM, 2018) ve tarımın mülksüzleri olarak, konumları değişmemeye devam etmektedir. Miras konusunda birçok bölgenin kendine has sosyal kuralları (Sevinç, Davran vd., 2017), kadınların tek başına ya da birisiyle ortak biçimde toprak/arsa/tarla sahibi olma oranını yüzde 9’a (HÜNEE, 2019) düşürmekte, haksızlık silsilesi çok uzun süredir devam edegelmektedir. Döngüyü adil hale getirme, artı değerin üleşimini etkileyeceği için, başta Doğu, Güneydoğu ve Doğu Karadeniz bölgeleri olmak üzere, dönüşüme en fazla direnç gösterilen alan budur. Mülkiyet bilincinin kadınlar arasında gelişmemesi, toplumsal ve ailevi baskı aracılığıyla sağlanmakta, kamu otoritelerince kapsamlı, süreklilik ilkesiyle uzun yıllar sürdürülen, mirasın tam ve eşit paylaşılması, hileli miras kaçırma ve devirlerin gerçekleştirilmemesi için bilinç artırıcı sosyal kampanyalar yürütülmemesi ise kabul edilemez bir eksikliktir ve düzeltecek muhataplarını beklemektedir. Toprak mülkiyetinin erkeklere ait kalışı, kadınları ürettikleri ürünlerin pazarlanmasında kontrol sahibi kılmamakta, bağımlı konumlarının süregelmesinin teminatı olmaktadır.

 

Kırsal alanda yaşamını sürdürenler başta olmak üzere, madun kadınlar arasında mikro girişimciliği artırmak, belirli bir iş kapasitesine ve işgücüne ulaşıp, işlerini bağımsız olarak sürdürme, müteakiben daha büyük desteklere (banka kredileri, KOSGEB destekleri, Tarım Kredi Kooperatif destekleri) ulaşabilecek konuma gelmeleri bakımından stratejik bir enstrümandır. Fakat, mevcut mikrokredi uygulamalarının, çoklukla el emeğine dayalı, kendini tekrar eden alanlarda yapıldığı, pazarlama bilgilerinin eksikliğiyle, satış imkânlarının kısıtlandığı, sisteme dahil olanların sıklıkla kayıt dışı kaldığı, çoğunlukla aileler için ek gelir olma statüsüne sıkışıldığı, faaliyetlerin istihdam yaratma kapasitelerinin dar olduğu, sosyal konumda önemli bir değişim yaratmadığı (Ermiş ve Mert, 2021; Selek Öz ve Çolakoğlu, 2014; Aşkın ve Barış, 2015; Sarvan ve Tömen, 2015; Bayramoğlu ve Dökmen,2017), ataerkil yaşam kalıpları güçlü zeminlerde, kadınlar tarafından alınan kredilerin yeni iş kurmalarından ziyade, var olan aile işini devam ettirme, borçların ödenmesi, acil ihtiyaçların karşılanması (Balkız ve Öztürk, 2013) yönlü de kullanılabildiği tespitleri, yöntemin geliştirilmesi gereken sorunlu yönleridir. Her kredi alanın uzun, önemli, gelir getirici bir iş sahibi olabileceği fikri ise makul değildir. Dolayısıyla kişilerin mikrokredi uygulamalarına içinde bulunduğu piyasa şartlarını iyi bilme, fırsatlardan yararlanabilme yeteneğine sahip olup olmadığının tespit edildikten sonra dahil edilmeleri, aşırı yoksul ve bu şartları haiz olmayan kesimlerin doğrudan ve dolaylı başkaca yoksullukla mücadele programlarıyla desteklenmeleri ve belli bir aşamaya gelindikten sonra kredi hizmetlerinden faydalanmalarının sağlanması (Gökyay, 2008) gibi sistem revizyonlarına ihtiyaç vardır.

 

Türkiye Grameen Mikrofinans Programı bu tür talepler için neredeyse tek adrestir ve 2003’ten beri 200.484 mikrogirişimci kadına, 65 ilde, 1.310.363.474 TL mikrokredi desteği sağlamaları (TİSVA Yönetim Kurulu Başkanı A. Akgül, kişisel iletişim, 1 Mayıs 2022) çok kıymetlidir. Ancak ülkenin derinleşen kadın yoksulluğuna etkin katkı sağlayabilecek modelin ulaştığı kişi sayısı, ihtiyaçlar ile mukayese edildiğinde yetersizdir.

 

Madun kadınlar için gelir elde etme, hayata katılma imkânları sağlayan kadın kooperatifleri modeli ise, 1999’dan itibaren kırılgan grupların emeğini görünür kılma odaklı çalışmakta, nüfusu 85 milyona yaklaşan ülkemizde, ne kadarının tam aktif çalıştığı bilinmeyen sadece 702 kadın kooperatifinde, 12 bin üyenin (Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2022) var olması, mevcut potansiyelin kullanımındaki sorunun altını çizmektedir. Tarım ve Orman Bakanlığı’nca yaklaşık 100 bin kadına kooperatifçilik hakkında eğitim verildiği (AA, 2022) belirtilirken, “ortaklarının çoğu kadın olan tarımsal kalkınma kooperatif sayısı 155 olup, 69’unda erkeklerle birlikte faaliyet gösterilmesi (K. İnan, kişisel görüşme, 2 Mart 2023,), daha yetkin bir iş modelini benimsemenin zamanı gelip geçtiğini ortaya koymaktadır. Duguid vd. (2015) en yaygın kadın kooperatifleri olan, işletme ve tarımsal kalkınma kooperatiflerinin sayısal azlığı kadar, ilgili yasal mevzuatta destekleyici altyapıya dair politika ve programların kadın kooperatiflerini dikkate almıyor olmasının süreci sorunlu hale getirdiğini tespit etmektedir. Aksaklıkları çözmek üzere 2018’de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı arasında Kadın Kooperatiflerinin Güçlendirilmesi İşbirliği Protokolü imzalanmış, 2021 itibarıyla 1163 sayılı Kanun’da düzenleme yapılıp kadın kooperatiflerinin tescil ve ilana tabi işlemlerinden ücret alınmaması, odaya kayıt ücretiyle aidat ödeme mükellefiyetinin kaldırılması yasalaşmıştır. Gelişme olumlu, fakat, sıklıkla rastlandığı gibi, kapsamlı değişime imkân sağlayan, bütünleşik bir iyileşme içermemektedir. Yine ASHB Kadınların Kooperatifler Yoluyla Güçlendirilmesi Projesi’yle 2021-24 arasında durum tespiti, 6.000 kadının eğitimlerden yararlanması vb. aktiviteleri içeren bir çalışma yürümektedir. Çalışmanın kadın kooperatifi ekosistem modeli geliştirme iddiası olmakla birlikte, imkânlara erişimi en sorunlu kadın gruplarının, resmin bütünündeki devasa ihtiyaçlarına karşılık üretmenin uzağında kalınmaktadır.

 

Eşitliğe Ulaşmanın Koç Başı: İstihdam

 

Madun grupların çözülmeyen sorunlar yumağından, görece şanslı olanlara geçildiğinde ise, yine cinsiyetler arası makas açığının ekstra yüksekliği gerçeği dikiliyor karşımıza. Halen küresel ortalamanın hayli gerisindeyiz, ilerleme yetersiz. Kadınlarda istihdam yüzde 28, erkeklerde yüzde 62,8, işgücüne katılım kadınlarda yüzde 32,8, erkeklerde yüzde 70,3’tür (TÜİK, 2023). Cinsiyetler arası açık muazzam olup, Ulusal İstihdam Stratejisi 2014-23’teki kadınların işgücüne katılma hedefi olan yüzde 41’in (ÇSGB, 2017) gerisinde kalınmıştır. Kayıt dışı istihdam mağduru olmada da, cinsiyet bazlı ekstra problemler mevcuttur. TÜİK (2023) erkeklerde yüzde 22,9 olan oranı, kadınlarda yüzde 32,5 olarak önümüze koymaktadır.

 

Kadın çalışanlar meselesinde ise, kamu kurumları yüzde 40 ile -MİT ve TSK verileri dahil edilirse azalacaktır- (ASPB; Ocak 2022) genel duruma göre kısmen yüksektir. Fakat kotaya tabi kamuda engelli istihdamında dahi, erkek engellilerin nüfus içindeki payının azlığına rağmen (E yüzde 5,9; K yüzde 7,9) (ASPB, Mart 2022), kadın memur oranının yüzde 26 (E yüzde 73,2), her dört engelli çalışanın üçünün erkek oluşu, kelimenin tam anlamıyla adaletten nasibini almamış, tevili olmayan bir portredir.

 

Cinsiyet farkı, çoklu dezavantaj başlıklarına sahiptir. En başta da; iş süreçlerini zehirleyen, eşit işe-eşit ücret ilkesinin işlememesi geliyor. TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2021 (2022) kadınların erkeklere göre cinsiyete dayalı ücret farkını genel olarak yüzde 20,8; yükseköğretim mezunları arasında yüzde 24,6, lise ve dengi okulda yüzde 34,5, lise altı eğitimlilerde yüzde 37,8, bir okul bitirmeyenlerde yüzde 34,5; okur yazar olmayanlarda yüzde 28 olarak belirlemiştir. Cinsiyete Dayalı Ücret Farkının Ölçümü Araştırması (İLO, 2020) ise faktör bazlı ücret farkını yüzde 21,1, genel olarak yüzde 15,6 olarak tespit ediyor.[4] Aynı çalışmada ilkokul ve altı eğitim düzeyine sahip ücretli çalışanlarda ücret farkı yüzde 38,6’ya çıkarken, yüksekokul ve üzeri eğitim düzeyine sahip çalışanlarda yüzde 15,8 ile en düşük düzeyde seyrediyor.

 

Yaş faktörü, kadınlar aleyhine işleyen bir başka husustur. Özellikle yüksek kariyerlere ulaşılan 40’lı yaşlarda ücret farkı yüzde 25,9 (İLO, 2020) ile en üst düzeye çıkıp, motivasyon kırıcı vazifesi görüyor. İş yerlerinde sık rastlanan mikro saldırganlığın (kişinin sözünün kesilmesi, sesin yükselterek karşılık verilmesi vb. davranışlar) kadınlara yönelik daha kolay uygulanması (Deloitte, 2022) gibi psikolojik unsurlar, çalışma yaşamını enfekte ediyor.

 

Pek geniş bir güzelleme literatürüne sahip annelik konusu ise, istihdamda kadınlara yönelik köklü dezavantajlar üretiyor. Annelik ücret farkı; Brezilya’da yüzde 7,7, Çin’de yüzde 10,4 iken, Türkiye’de çocuğu olan ve olmayan kadınlar arasında yüzde 11, annelerin ücret düzeyi babalar ile kıyaslandığında ise ücret farkı, anneler aleyhine yüzde 19 düzeyindedir. (ILO, 2020). Kreş vb. ihtiyaçların karşılanmasında, çokça işyeri kadın çalışan sayısını yasal limitte tutma, öyle gösterme vb. sistemi dejenere eden yaklaşımlarla yasaların arkasından dolanıyor. Bu tutumların engellenmesi için daha ileri mekanizmaların oluşturulması, bekleyen kamusal talepler listesinde yerini koruyor.

 

Olumsuz unsurların bileşkesi, “kariyer düzleşmesi” olarak ifade edilen; kadınların maddi, manevi tatmin bazında, öğrenilmiş çaresizlik psikolojisine kitlenmeleri, talepkâr olma düzeylerini düşürüp, ilerlemede durgunlaşma, adeta kaderine razı olmalarıyla neticelenip, yapışkan zeminlere takılıp kalma haliyle tezahür ediyor.

 

Hasılı cam tavan, camdan uçurum gibi iş hayatının adil yarışa dayalı olarak işlemesine ket vuran, bir yazı dizisinin sınırlarını aşmamak adına detaylandırılmayan, irili ufaklı dezavantajlar listesi uzun, tüm ülkeler için geçerli. Fakat 2014 OECD Emek ve Çalışma Bakanları Toplantısı için hazırlanan raporda ortaya konduğu gibi, kadın istihdamını geliştirecek yasal teşviklerin varlığı bazında, tüm OECD ülkeleri içinde sondan üçüncülüğü Endonezya ile (alt sıramız Suudi Arabistan ve Güney Afrika) paylaşıyoruz (OECD, 15 Ağustos 2014). Üstelik Türkiye bu toplantıdan 2025’e dek işgücü piyasasındaki cinsiyet farkını yüzde 25 azaltma hedefine imza atarak çıktı. Ve halen Türkiye, 2010-2020 döneminde 56,5 puan ile 36 OECD ülkesi arasında 35’inci sırada, çalışma hakkına erişim ve katılımda ise sonuncu (Toksöz vd., 2022). Yine tüm OECD ülkeleri arasında kadın istihdamında en alt sırada (ortalama 2022 itibarıyla yüzde 59) olmamızla birleşince, ‘ama her yerde ayrımcılık varlara’ artık sığınılamayacağı ifşa oluyor. Mesele, diğer ülkelerin yüksek hızla kadınları iş hayatına entegre etmesi, Türkiye’nin ilerleme hızının geri kalmasıdır. Mukayeseli çalışmalardaki veriler, neyin başarılmadığının karnesidir.

 

Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranı, iktisadi kalkınmışlık seviyesi ile kıyaslandığında, tahmin edilen seviyenin oldukça altında modellenmektedir (Acar, Fraker, 2016), asıl itiraz edilesi husus budur. Üstelik hem ulusal hedef hem de tekli düzlemde işletmeler açısından kadın çalışanların yıllar itibarıyla artan oranıyla, kârlılık oranı ve toplam varlık oranı arasındaki pozitif ilişki (Doğanalp, Ortakarpuz, 2021), verimlilik adına neyin ıskalanmaması gerektiğini, görmeyen gözlere bile gösterecek netlikte ortaya koyuyor.

 

İstihdam şartlarını ağırlaştıran pandemi deneyiminin, kadınlar için farklı imkân ve handikaplar getirebileceği de, yeni bir tartışma başlığıdır. 2021 itibarıyla yarı zamanlı çalışmanın ülke bazında kadınlarda yüzde 16,4 iken, erkeklerde yüzde 7 (TÜİK, 2023) gerçekleşmesi ile, Türkiye’de uzaktan çalışmanın aile bakımını yöneten kadınlara katkısı bağlamında, neden en düşük puanı aldığı (GEM, 2022), çoklu faktör analizleriyle incelenmelidir. Çalışma süreçlerine yeni eklemlenen uzaktan çalışma modellerinin, kadınların aile sorumluluklarıyla birlikte iş hayatlarına devam etmelerine katkı sunması, istihdamda kalmayı kolaylaştırması önemli bir değişimdir. Diğer yandan erkek çalışanların, pandeminin gücünü kaybetmesiyle birlikte fiziksel ortamda çalışmaya daha fazla dönüp, kadın çalışanların aynı ölçekte dönmemesi halinde, iş arkadaşları, üstleri, müşterileriyle yüz yüze iletişimlerinin azalabileceği, daha düşük ikramiye, ücret artışı, daha az terfi gibi yeni bedellere mal olabileceği de speküle edilmektedir (Goldin, 2022). Ancak hangi sonuçların ortaya çıkacağını netleştirmek için henüz erken bir evredir.

 

Yazının ikinci bölümü 09.03.2023 Perşembe günü yayımlanacaktır.

 

[1] Bkz. Evdeki çocuklu kadınlar pandemi döneminde, haftada 31 saati çocuk bakımı ile geçirdi, pandemi öncesine göre ortalama 5 saat süre artışı söz konusu olmuştur. https://www.unwomen.org/sites/default/files/2021-12/Progress-on-the-sustainable-development-goals-the-gender-snapshot-2021-tr.pdf

 

[2] Türkiye’den sonra sıralamaya giren ülkeler sırasıyla; Angola, Butan, Suudi Arabistan, Nijer, Mısır, Kuveyt, Bahreyn, Malawi, Fildişi Sahilleri, Komorlar, Hindistan, Fas, Katar, Benin, Umman, Cezayir, Çad, İran, Kongo, Pakistan, Afganistan’dır.

 

[3] Asya kıtası odaklı inceleme, ülkemiz açısından da ufuk açıcı tespitler içermektedir. Bkz. Öztürk Yaman, M. (2010). Kapitalist Gelişme ve Kriz Sürecinde Kadın Emeği: Asya Deneyiminden Çıkarılacak Dersler. Çalışma ve Toplum, 1. 105-132. https://www.calismatoplum.org/Content/pdf/calisma-toplum-4670-b39a2dc1.pdf

 

[4] İllere göre benzer işler için cinsiyetler arası ücret eşitliği oran farklılıkları için bkz. https://www.tepav.org.tr/upload/mce/2020/haberler/tobb_tskb_tepav_81_ilde_turkiyenin_toplumsal_cinsiyet_esitligi_karnesi.pdf

 

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.