Adaylık Tartışmaları ve Türkiye
Seçmen rasyonel ve bu rasyonellik önce seçimlerin kazanılmasını, ardından da iyi hazırlanmış reçetelerle tahribatın giderilmesini önceliyor. Başka bir şekilde söylemek gerekirse seçmen, muhalefet liderlerinin; Türkiye’nin tek adamlıktan, büyük makam ve mevkilerden, rakımlı tepelerden, güç ve ihtirastan büyük olduğunu gördüğünden, anladığından emin olmak istiyor.
“Altılı Masa Türkiye’nin masasıdır, milletin masasıdır. Beştepe sakinlerine sesleniyorum; Türkiye’de iki sofra var. Biri; kurtlar sofrası. Biz o kurtlar sofrasına karşı Halil İbrahim Sofrası kurduk. Kurtlar sofrasına karşı Halil İbrahim sofrasına buyurun.” Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu için verilen cezaya tepki olarak Saraçhane’de düzenlenen dayanışma mitingindeki konuşmasında, Altılı Masa’yı böyle tarif ediyordu. Masa’nın kurulmasına öncülük yapan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da sık sık altı liderin bir arada olmasının, yani Altılı Masa’nın tek hedefinin ülkeye demokrasi getirmek olduğunu; “Ülkeye huzur getirmek, bu ülkeye barışı getirmek, bu ülkede kucaklaşmayı sağlamak. Ayrılmayı değil kinden arınmayı, öfkeden ayrılmayı, kucaklaşmayı getirmek istiyoruz” sözleriyle dile getiriyor. Kutuplaşmayı aşmak ve normalleşme motivasyonunu diğer liderlerin açıklamalarında da sık sık duyuyoruz.
İktidar cenahı ise; Masa’nın tek motivasyonunun ‘Hubbu Ali’den değil buğzu Muaviye’den’ veciz tanımlamasıyla “Erdoğan karşıtlığı” olduğuyla ilgili bir algı inşası çabasında oldu hep. Masa’nın önemini belki de Masa’dakilerden daha çok da fark ettiği için; İYİ Parti üzerinden dağıtma, HDP üzerinden marjinalleştirme, medya ve kanaat dünyasıyla etkisiz gösterme girişimlerini ilk günden itibaren sürdürüyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yargı üzerinden getirilen ceza-yasak hamlesi de bu motivasyonun devamı…
Şimdiye kadar sürdürülen çabalar istenen sonucu vermediği için; bu kez mahkeme kararıyla adaylık tartışmaları üzerinden Masa’nın gücünü azaltma senaryosu dolaşıma konuldu. Muhalefet aktörleri ve çeperindeki kanaat dünyasının son günlerdeki iç tartışmalarına ve bu konudaki efora bakarsak; bir nebze de başarıldı. Bu tartışmalar Masa’nın Türkiye’nin Masası olma yolundaki motivasyonunu toplum nezdinde güçlü şekilde gösterme imkânı sunan Saraçhane mitingini gölgelediği gibi, liderler arasında yaşanan uyuşmazlıklar, adaylık tartışmasıyla iyice belirginleşti… Bu tartışmanın Masa’nın dağılmasına ya da çoklu adaya varacağına dair değerlendirmeler de sürüyor.
Ancak burada hem tuzak kuran iktidarın hem de her seferinde tuzağa düşen muhalefetin kaçırdığı bir husus var ki; Masa’yı liderlerin değil onları bir arada yürümek zorunda bırakan milletin kurduğu. “Çelişkiye Dikkat Çekerken Tuzağa Düşmek” başlıklı yazımda bu konuyu şöyle yorumlamaya çalışmıştım, tekrar hatırlatayım: “Referandumda başlayan çoğullaşma süreci, yerel seçimlerdeki ittifakların ardından bu seçim sürecinde Altılı Masa’yı oluşturdu. Birbirine benzediği düşünülse bile aslında epey farklı olduğu aşikâr olan altı siyasi parti liderinin sistem değişikliği noktasında mutabakat imzalamasını ve bunu bir seçim ittifakına dönüştürmek için program hazırlığında olmasını sadece o liderlerin çabalarıyla açıklayamayız. O liderleri masada buluşturan, iktidarın kutuplaştıran politikalarına rağmen çoğulcu bir şekilde yaşamak isteyen toplumun farklı kesimlerinin iradesi…”
Türkiye mi Koltuk-Güç mü?
Kararın duyulmasının ardından ilk gün Saraçhane’de toplanan, ertesi gün daha da kalabalık olarak gelen vatandaşlar, iktidarın hesaplarını boşa çıkardı. Çünkü toplumun büyük kesimi, Türkiye’nin normalleşmesini; girdiği demokrasi ve ekonomi darboğazından çıkmasını her şeyden çok önceliyor. Ve bu çıkışın MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Mersin mitinginde yaptığı “ülkeye istikrar-millete huzur” getirme vaadine, iktidarın ekonomik darboğazı gidermek için birbiri ardına yaptığı hamlelere, Türkiye Yüzyılı mottosuyla çizilen pembe tabloya rağmen iktidardan gelemeyeceğini, en önemlisi sorunun asıl kaynağının bu anlayış olduğunu deneyimlemiş durumda. Ama bu tabii muhalefete rehavet ve toplumun sesine kulak tıkama motivasyonu sağlamamalı.
Seçmen rasyonel ve bu rasyonellik önce seçimlerin kazanılmasını, ardından da iyi hazırlanmış reçetelerle tahribatın giderilmesini önceliyor. Başka bir şekilde söylemek gerekirse; seçmen muhalefet liderlerinin; Türkiye’nin tek adamlıktan, büyük makam ve mevkilerden, rakımlı tepelerden, güç ve ihtirastan büyük olduğunu gördüğünden, anladığından emin olmak istiyor. Bu, birbirlerinin aynı zamanda rakibi olan partiler için bir çıkmaz değil aslında güçlendirici bir perspektif. Talep tek başına iyilik-kazanmadan öte kolektif bir iyileşme-normalleşme isteği olduğuna göre; birlikteliği birbirini aşağıya çekecek şekilde değil yükseltecek şekilde kurgulamak gerekiyor. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın konuşmasının en çok alkış alan bölümü unutmamak bu yönüyle önemli. Alkışın muhatabı olan Demirtaş, yaşanan tartışmaları tam da seçmenin motivasyonuna uygun bir şekilde değerlendirerek, “dışlama değil ilkeler etrafında buluşma ve kucaklaşma zamanı” uyarısında bulundu. Demirtaş’ın “Mesele şudur ki, rantçılarla koltuk sevdalılarıyla uzlaşılarak mı aday belirlenecek yoksa demokrasi güçleriyle uzlaşılarak mı? Seçimin ve sonrasının kaderini bu tercih belirleyecektir” sözleriyle ortaya koyduğu ayrım, kurulan tuzakları boşa çıkarmanın da yegâne yolu olarak görünüyor.