Afganistan Krizi: İkinci Bir Mülteci Dalgası Mı?

Sosyal medyada yaratılan bilgi dezenformasyonları kıvılcımı ateş yaparak kamuoyunda Suriyeliler aleyhinde ciddi bir önyargı oluşmasına yol açtı. Yapılan akademik anketlerin birçoğunda “Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesi gerektiği” ve “Suriyelilerle birlikte yaşamanın hoşgörüden ziyade zorunluluk olduğu” yönünde cevaplar ortaya çıktı.

Afganistan Krizi: İkinci Bir Mülteci Dalgası Mı?

ABD’nin askeri güçlerinin tamamını 2021 yılı itibariyle Afganistan’dan çekeceğini duyurması üzerine, ülkedeki çatışmaların şiddetlendi ve radikal gruplar da kontrolü ele geçirmeye başladı. Bunların ardından da son zamanlarda Afganistan’dan Türkiye’ye geçişlerde artış olduğu gözlemlendi.

 

Yıllardır iç savaş, terör ve yoksullukla mücadele eden Afgan göçmenler, ABD askerlerinin ülkeden çekilmeye başlamasıyla birlikte, artan Taliban saldırılarına karşı can güvenliklerinin olmadığı gerekçesiyle ülkelerini terk ediyor. Türkiye’nin İran sınırından paylaşılan bazı görüntüler de, Arap Baharı’ndan sonra yeni bir düzensiz göç dalgasının yaşandığı yönündeki endişeleri körüklüyor. Yaşanan bu göç dalgası “Türkiye Suriyelilerden sonra şimdi de Afgan göçmenlere mi ev sahipliği yapacak?”, “Türkiye, yeni bir mülteci krizinin eşiğinde mi?” gibi soruları akıllara getiriyor. Haliyle kısa bir zaman içinde artık Suriyelileri değil, Afganları konuşacağız desek pek yanlış olmaz.

 

Son günlerde gözler, ülkede uzun süredir tartışmaların hedefinde yer alan ve misafirlikten kalıcılığa doğru evrilen 3,6 milyon civarındaki resmi kayıtlı Suriyeli’ den Afganistanlılara çevrilmiş durumda. Türkiye’ye giriş yapan Afgan sayısının artmasına yönelik kamuoyunda devam eden tartışmalar, kısa süre önce Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin, “Olası bir savaşta 10 milyondan fazla kişi göç etmek zorunda kalabilir” minvalindeki sözleriyle alevlendi. Pakistan’dan başlayıp İran’a, İran sınır bölgesi üzerinden de Türkiye’ye doğru kayan kitlesel yığılma, Türkiye’nin aynı Suriye krizinde olduğu gibi “göçün hedef ülkesi” olma riskini de artırıyor. Van, an itibariyle 295 kilometre ile Türkiye’nin İran ile en uzun sınırına sahip kenti olma özelliği taşımakta. Afgan göçmenlerin yasa dışı geçişlerinin büyük bir bölümü de bu kent üzerinden yapılıyor.[1] Dolayısıyla sınırda kitlesel ve kontrolsüz bir göç akını devam ediyor. Günde 1500 kişinin Türkiye’ye yasadışı yollardan- insan kaçakçılarının ellerinde fahiş rakamlara- giriş yaptığı söyleniyor. Şimdilik çok ürkütücü olmasa da, bu rakamlar orta vadede Türkiye’nin demografik yapısını etkileyebilecek bir yoğunluğa ulaşabilir.

 

Aslında Afganların Türkiye’ye girişi pek yeni sayılmaz. 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesinin ardından Suriye krizine kadarki dönemde Afganistan’ın, dünyada en fazla mülteci veren ülke konumunda olduğu biliniyor. Afganların özellikle 2006 yılından itibaren Türkiye’ye gelmeye başladığını, sonraki yıllarda göç akışının artışa geçtiğini söyleyebiliriz. Güncel rakamlara baktığımızda, 2021 Temmuz itibariyle Afganistan’dan Türkiye’ye düzensiz yollarla gelip yakalanan 25.643 Afgan var.[2] Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre ise 2020’de Türkiye’de uluslararası koruma altında toplam 116 bin 400 Afgan sığınmacı bulunuyor.[3] Bu istatistik, Suriyeliler ve Iraklılardan sonra en yüksek üçüncü rakama tekabül ediyor.

 

Türkiye’ye gelen Afganların birçoğu çobanlık, tarım işçiliği ve inşaat işçiliği yapıyor. Yine birçoğu Türklerin çalıştığı ücretin yarı fiyatına sigortasız çalışıyorlar, vergi vermiyorlar. Aynı Suriyeliler gibi Afganistan’da diş hekimliği, mühendislik, öğretmenlik yapıp burada dericilik veya tarım işçiliği yapan Afganların sayısı azımsanmayacak ölçüde. Taliban’ın özellikle Afgan gençleri zorla askere almaları ve ellerine silah verip savaşa sokmaları, eğitimli ve mesleği olan, dolayısıyla kendi mesleklerini icra etmek isteyen gençleri göç etmeye daha çok teşvik ediyor. Göç edenlerin ise bir kısmı Türkiye’yi transit ülke olarak kullanıp Avrupa’ya gitmek istiyor. Fakat Avrupa’nın Suriyeli mülteciler karşısındaki ikiyüzlülüğü ve dışlayıcı tavrı ve para karşılığında tüm sorumluluğu Türkiye’ye yükleme çabaları, Avrupa ülkelerinin Afganlara kapılarını açacağı noktasında epey karamsar bir tablo çiziyor.

 

Özünde tüm bu bahsettiklerim, göç konusunu az çok takip eden kişiler için yabancı olduğumuz konular değil. Fakat üzerinde durulması gereken asıl konu, sayısı her geçen gün arttığı bilinen Afgan göçmenlerin ileride “ikinci bir Suriyeli krizi” yaratıp yaratmayacakları. Bilhassa IŞİD’in terör faaliyetlerini artırmasından sonra Suriyelilerin Türkiye sınırlarına kitleler halinde gelmesiyle birlikte birçok alanda tartışmalar yaşandı ülkede. Geçici koruma yönetmeliği çerçevesinde Suriyelilere başta sağlık hizmetleri olmak üzere eğitim, iş piyasasına erişim, sosyal yardım ve hizmetler ile tercümanlık ve benzeri hizmetler sağlandı. Hukuksal anlamda Suriyelilere verilen ayrıcalıklar Türk halkı tarafından fazla lüks bulundu. Yeri geldi Suriyelilerin kültürel ve dini yapımıza uymadığı varsayımından yola çıkılarak çarşaflı, sakallı, dilencilik yapan Suriyelilerin sokaklarda dolaşmalarından rahatsız olunduğundan şikâyet edildi. Yeri geldi karın tokluğuna ve sigortasız çalışan Suriyelilerin istihdam noktasında Türklerin önüne geçtiğinden, ülkede bu kadar genç işsiz varken Suriyelilerin rahatça iş bulabildiğinden yakınıldı. Hatta sağlık konusunda Suriyelilerden ilaç ve tedavi ücretlerinin alınmaması, Kızılay ve PTT gibi kuruluşlar tarafından durumu kötü olanlara ekonomik destek verilmesi, bazı Suriyelilerin ruhsatsız dükkân açabilmeleri vs. eleştirildi. Sosyal medyada yaratılan bilgi dezenformasyonları ise kıvılcımı ateş yaparak kamuoyunda Suriyeliler aleyhinde ciddi bir önyargı oluşmasına yol açtı. Yapılan akademik anketlerin birçoğunda “Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesi gerektiği” ve “Suriyelilerle birlikte yaşamanın hoşgörüden ziyade zorunluluk olduğu” yönünde cevaplar ortaya çıktı.

 

 

Türkiye’nin Suriyeliler konusunda yaşadığı bu deneyim, kamuoyunun yeni bir Afgan krizini kaldırabilecek düzeyde olmadığını gösteriyor. Türk Devleti şu aşamada Suriye krizinde olduğu gibi Afganlara yönelik “mazlumların koruyucuyuz, Afganlara kapımız açık” şeklinde bir açıklama yapmasa da; Türkiye’nin daha önceki Suriye krizinde “Açık kapı politikası” çerçevesinde ne kadar misafirperver davrandığını gören Afganlar, coğrafi olarak kendi ülkelerine uzak olsa da, İran ve Pakistan gibi ülkeler yerine Türkiye’yi tercih edebilir.

 

Türkiye’ye gelen Afganlarla yapılan röportajlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendilerini koruyacağına ve iş vereceğine dair beklenti içinde bulunan göçmenler azımsanmayacak sayıda. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirlere çalışmak için giden Afganlar var. Yani Afganlar nezdinde ortaya şöyle bir düşünce çıkıyor “10 yıldır Suriyelilere kapılarını açan, onları koruyan ve hukuki haklar veren Türkiye neden Afganlara da aynı toleransı göstermesin ki?” Türkiye’nin Afganistan’la olan tarihsel ilişkilerini de baz alırsak, Afganların Türkiye’yi kendilerine üs edinmemeleri için hiçbir sebep yok.

 

Hal böyleyken, Suriyeliler konusunda yaşanan olumsuzlukların Afganlar için de yaşanması muhtemel görünüyor. Suriyelilere göre eğitim seviyesi daha düşük olan Afgan halkının, daha vasıfsız işlerde ve daha ucuza çalışabilecekleri varsayımından hareketle ileride yine Türklerdeki vasıfsız/eğitim düzeyi düşük vatandaşlar ile Afganlar arasında istihdam kargaşası yaşanması çok büyük bir sürpriz olmayacaktır. Yine kamuoyu anketlerinde veya sokak röportajlarında “Afganların ülkemizde çalışmasını istemiyoruz, genç işsizlik şu kadar yüzdelere tırmanmışken, Afganlara iş verilmesin” şikâyetlerini duyar gibiyim şimdiden. Tabi bu şikâyetlere karşılık aynı Suriyeliler özelinde rastladığımız gibi “Afganlar ara eleman açığımızı kapatıyor” minvalinde mülteci yanlısı görüşler de öne sürülecektir.

 

Örneklerle devam edelim. Bir yandan Afganların savaştan kaçan hainler olduklarını, gidip ülkelerinde Taliban’a karşı savaşmaları gerektiğini savunanlar çıkarken, öte yandan “1951 Cenevre Sözleşmesi” gereğince zulümden kaçanlara kapılarımızı açmak zorunda olduğumuzu ya da Türkiye’nin merhametli bir ülke olduğunu söyleyenler de olacaktır. Afganların farklı görünümleri ile güvenlik endişesi yarattığı, uyuşturucu kaçakçılığı yaptıkları, sahilde denize girdikleri gibi konularda yine toplumun farklı kesimlerinden şikâyetler gelirken, bunları çürütürcesine Afganların suç oranlarının yüzde 1’lerde olduğu, uyuşturucu kaçakçılığına asla izin verilmediği, sahilde denize girmenin de bir insan hakkı olduğunu yönünde karşı argümanlar üretilecek. Sanırım tüm bunlar bir yerlerden tanıdık geliyor hepimize.

 

21. yüzyılın en büyük güçlerinden birisi olan sosyal medyada yine doğru olmasa bile Türk Devletini kötüleyen, “Burası bizim evimiz, hiçbir yere gitmiyoruz” diye pankart açan, hastanede sıra beklemeyen Afganların montajlandığı asparagas paylaşımları göreceğiz. Anti-Afgan sayfalarda “Afganlar nargile keyfi yapıyor” başlıklı haberlere tanık olacağız. Türk doktorlara saldıran Afgan videoları göreceğiz. Bunlar alışık olmadığımız vakalar değil zira. Dolayısıyla toplum arasında ekonomik, sosyo-kültürel ve güvenlik açısından yine bir kutuplaşma ve bölünmüşlük olacak.

 

Türkiye krizlerle yaşamayı tecrübe etmiş ve buna karşı özellikle son birkaç yılda politikalarını somut olarak hayata geçirmiş bir ülke. Suriyeliler meselesinde iktidar olarak iyi niyetli adımlar atılsa da, bu konu ülkenin demografik yapısından ekonomik ve sosyal yapısına kadar tüm dinamiklerini yeterince değiştirdi. Bununla da kalmadı, hem Türk vatandaşlarının kendi içerisinde hem de Türklerle Araplar arasında kutuplaşmalar ve çatışmalar yarattı. İktidarın  mülteci politikalarını eleştiren siyasi partiler, STK’lar ve akademisyenler olduğu gibi, bu politikalara destek veren kesimler de oldu. Son yıllarda Suriyelilere karşı verilen toplumsal reaksiyonu düşündüğümüz zaman yeni bir Afgan dalgasının Türk toplumu içinde infial yaratacağı öngörülebilir. Bu sebeple Türkiye’nin dış politikada yeni bir göç dalgasını sınırları dışında tutması için diplomatik girişimlerini sürdürmesi, atılabilecek en rasyonel adım gibi görünüyor. Bu çerçevede İran-Türkiye sınırına takviye edilecek güvenlik güçlerinin sayısı artırılabilir, daha iyi denetim yapılabilmesi adına AB’den destek alınarak gözetleme ve haberleşme kuleleri kurulabilir, sınıra acilen bir güvenlik duvarı çekilebilir. İkinci bir yol olarak da; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Taliban ile inancıyla alakalı ters yanımız yok” açıklamasına istinaden Taliban ile anlaşabileceğinin sinyallerini veren Türkiye; Taliban ve Afganistan Hükümeti arasında arabuluculuk yapıp Afganların yerinden edilmemesi için adımlar atabilir. Şayet bu yola gidilirse, ne Afganlar ülkelerini terk etmek zorunda kalırlar, ne de Türkiye ikinci bir göçmen dalgasıyla karşı karşıya kalır.

__

[1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-57913874

[2] https://www.goc.gov.tr/uluslararasi-koruma-istatistikler

[3] https://www.unhcr.org/tr/en/unhcr-turkey-stats

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.