Afrika İçin Verilen Ödülle Nobel Asıl Kendini Yüceltti
İsveç Akademisi’nin bu sene Nobel Edebiyat Ödülü’nü Abdulrazak Gurnah’a vermesi aslında ödülün kendisi için çok önemli. Güçlü bir kurgu yazarının huzurundayız, edebiyat maskesi ardına gizlenmeyi tercih etmiş bir siyasi aktivistin değil.
Abdulrazak Gurnah İngilizce konuşan dünyanın çoğu için pek tanıdık bir isim sayılmaz. Gurnah’ın edebi eserlerine ve son otuz yılda kaleme aldığı eleştirel yazılara aşina olan şanslı azınlıksa onun 2021 Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasına şaşırmadı. Gurnah bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.
Dünya, Gurnah hakkında daha çok şey öğrenmenin ve romanlarını okumanın telaşına düşmüşken, ve bu haklı bir telaşken, editörlüğünü yaptığı Essays on African Writing (1993) ya da The Cambridge Companion to Salman Rushdie (2007) gibi bazı eleştirel yazılarının da göz önünde bulundurulması iyi olur. Kurgu eserleri de aynı eleştirel aklın ürünleri.
Ömür boyu mülksüzleştirme, sürgün, hasretlik ve ırkçılık ve beyaz üstünlüğü nefretine maruz kalma gibi tematik özellikler kurgu eserlerinin dokusunu belirleyebilirse de Gurnah’ın edebi önemini tek başlarına tanımlamaz. Güçlü bir kurgu yazarının huzurundayız, edebiyat maskesi ardına gizlenmeyi tercih etmiş bir siyasi aktivistin değil.
1948’te Zanzibar Sultanlığı’nda (artık Tanzanya’nın bir parçası) doğan ve 1960larda bir mülteci olarak Birleşik Krallık’a göç eden Abdulrazak Gurnah içinde – zihninde, bedeninde ve ruhunda ve kurgularının nesrinde ve şiirselliğinde – sömürgeci mülksüzleştirmenin ve Britanya emperyalizminin kozmopolit merkezinde Siyahi bir adam olmanın sömürge sonrası şaşkınlığını, kafa karışıklığını taşıyor. Kurguları sömürgecilik terörüyle başlamış olabilir ama orada sona ermiyor.
Gurnah, Hint Okyanusu’ndaki adada doğduğunda, Britanya’nın dünyanın dört bir yanındaki hırsızlık ve tiranlık aleminde güneş nihayet batmaya başlamıştı. Britanyalılar Birleşik Krallık Bayrakları’nı topluyor ve Hindistan’dan ayrılıyorken, sömürgelerde bıraktıkları ayaklanıp silaha sarılıyordu. Gurnah, bu kargaşanın ortasında büyüdü ve Britanya sömürgeciliğinin bu geçmişini uzun süredir devam eden ancak henüz gözler önüne serilmeye başlayan bir edebiyat kariyerine taşıdı. Gurnah’ın kurguları Avrupa sömürgeciliği tarihinin edebi bir yorumu değil. Bu tarihi, Avrupa’nın sömürgeci mezaliminin Asya, Afrika ve Latin Amerika tiyatrolarından sonra bulunduğumuz bu küresel yeri yücelten bir düzyazıyla harmanlıyor.
Eleştirel bir düşünür olan Gurnah sömürgeciliğin çocuğu ve bunun bir sonucu olarak da kurgusuna alenen otobiyografiklik dayatılıyor. Gurnah bize, doğduğu yerden, sonunda Kent Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı ve Postkolonyal Edebiyat Profesörü olduğu uyarlama evi Birleşik Krallık’a varana değin, yurtlarından umutlarını keserek sömürgeci işkencecilerinin komşu ıssızlığına taşınan Afrikalı nesillerin rotalarını detaylarıyla gösteriyor. Bizler, postkoloniyal insanlar, neden sömürgeci işkencecilerimizin merkezlerine yaklaşıyoruz?
Sömürgeci Siyaset, Sömürgecilik Sonrası Nesir
Bengalli bilge Rabindranath Tagore 1913’te Nobel Edebiyat Ödülü kazandı. Kolombiyalı roman yazarı Gabriel García Márquez 1982’de, Nijeryalı oyun, roman ve deneme yazarı ve şair Wole Soyinka 1986’da. Bu kabul ediş, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın yaşamış olduğu deneyimler temasının ve belki de daha önemlisi bu yazarların temsil ettiği edebi geleneklerin küresel çapta gündeme gelmesini sağladı.
Tam da bu nedenle, Gurnah’ın bir edebiyat sanatçısı olarak önemini azaltarak, yazdıklarını etnikleştirmemek ve “Beyaz olmayan” ya da “Sahra-altı Afrika” çekmecesine koymamak gerek. Gunter Grass ya da Doris Lessing aynı ödülü aldığında, insanlar onları beyaz oldukları için okumaya başlamadı – o yüzden aynı onayı aldıktan sonra sırf Siyahi diye Gurnah okumaya da başlamamalılar.
Gurnah, Soyinka ya da 1993 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Afrikalı Amerikalı roman yazarı Toni Morrison, sanat yapıtlarının içine yerleşmiş olan siyasi meselelere indirgenmemeli. Nijerya’daki büyük roman ve deneme yazarı ve aynı zamanda da eleştirmen Chinua Achebe, ABD’de bulunan Morrison’u sömürgecilik ya da siyaset konusunda yazan Afrikalı bir yazar olduğu için değil, olağanüstü kurgu eserler ürettiği için etkiledi. Gabriel García Márquez’in de Latin Amerika diktatörlükleri hakkında yazdığı için değil, kurgusunda gerçeklikle baş etmenin yeni sihirli bir yolunu icat ettiği için edebiyat dünyasına kataliz niteliğinde bir etkisi oldu.
Bu tür kıtasal ayrımların ötesinde, kurmaca yazımında başka bir şeyler oluyor. Günümüzde Afrikalı ya da Britanyalı bir roman yazarı olma düşüncesi değişiyor – ekonomik zorluk ya da şiddetten kaçışla, uzatmalı ve travmatik göç deneyimleri yeni bir edebi ve sanatsal yaratıcılık koşulu yarattı. İranlı Kürt gazeteci Behruz Boçani, bilinen otobiyografik anlatısı Dağlardan Başka Dost Yok: Manus Cezaevinden Notlar’ı (No Friend but the Mountains: Writing from Manus Prison, 2018) Avusturya hükumetinin Manus Adası’nda göçmenleri tuttuğu bir gözaltı merkezinde, iPhone’nunda, beş yıl boyunca bir arkadaşına mesaj olarak göndererek yazdı. Kimlik siyaseti, ev ve sürgünün kurgusal sınırlarına baş kaldıran bir düzyazının kaçınılmazlığının gerisinde kalalı çok oluyor.
Gurnah’ın 10 romanının merkezinde elbette sürgün, alt üst oluş, göç, yabancılaşma ve anomi temaları var. Bu bağlamda Gurnah’ın külliyatı dört kritik uğrakla okunabilir. İlk uğrakta, bir diktatörlükte ve ümitsizlik içinde büyüyen Afrikalı bir gencin mücadelesini Terkediş (2016, İletişim) okuruz. Sonra en bilindik kitabı Cennet’te (1998, Adam Yayıncılık) yazarın kısa bir zaman sonra geride bırakmak zorunda kalacağı yekpare bir kıtanın geniş manzarasında büyümekte olan 12 yaşındaki Yusuf’un hayatını izleriz. Sessizliğe Hayranlık’a (2021, İletişim) vardığımızda bu genç adam çoktan İngiltere’ye göçmüş, evlenmiş ve ikili marjinalliğine yerleşmiştir. Deniz Kenarında ise (2021, İletişim), bu göçmen yazar artık taşındığı ülkenin patolojik ırkçılığı ile derin bir hesaplaşma içindedir. Gurnah’tan önce Tayeb Saleh’in, Kuzeye Göç Mevsimi (2016, Ayrıntı) ve ondan daha önce de Albert Memmi’nin Pillar of Salt’ında (Tuzdan Sütun, 1955) olduğu gibi, başka Afrikalı roman yazarları da benzer temaları keşfe çıkmışlardı. Temalar sabit kaldı, değişen kurgu eserin esinlediği ruh oldu.
Bir Afrika Dili Olarak İngilizce
Anadili Svahili olmakla birlikte, Gurnah İngilizce yazıyor. Bu itibarla Gurnah, Asya ve Afrika’daki göçmenlik ve diaspora deneyiminin İngiliz dilini ve edebiyatını zenginleştirdiği ve değiştirdiği tarzın ayrılmaz bir parçası. İngilizce konuşan ya da okuyan veya yazanların ezici çoğunluğu bırakın İngiliz olmayı Britanyalı bile değil. Afrikalı ya da Asyalı yazarların bu dilin belirgin nizamlarında yer edinmiş olmasını ayrıntılarıyla açıklayan şey, İngiliz dili ve edebiyatının Britanya’nın dünya üzerindeki sömürgeci tahakkümüne dayalı olarak hızla yayılmasıdır. Gurnah gibi yazarları diasporik, sürgünde olan ya da kendine yabancılaştıran benzeri diğer terimlerle adlandırmak, İngilizce’nin İngiltere’ye ayak basmadan da önce Gurnah’a özgü bir dil olduğu gerçeğini gizlemektedir. İngiliz sömürgeci yetkilileri bunu oldukça açık bir biçimde anlamasını sağlamıştı.
Anadili olan Svahili ile beraber, Gurnah’ın elinin altında Arapça ve Farsça olağanüstü edebi bir birikim olduğu muhakkak. Deniz ticaretiyle uğraşanlar yüzyıllarca Arabistan, İran ve Hindistan’a yelken açtılar ve sonunda Bantu yerel halkının arasına karışarak Arapça “Sahel/Sahil” sözcüğünden gelen Svahili’nin oluşmasına neden oldular. Zanzibar, Malindi, Mombasa ve Sofala gibi çok kültürlü yerler Arap edebiyatı, Fars şiiri ve Hint felsefelerinin kendi Afrikalı kökleriyle buluştuğu bu zengin tarihin izlerini taşır.
Nobel ödülüne dair geçmiş pratikler göz önünde bulundurulduğunda, ödülün edebi dünyeviliğinin zenginleştirilmesi, sırası gelince ödülün kendisini de yüceltecektir. İsveç Akademisi genel olarak Nobel Edebiyat Ödülü’nü verdiği insanların kendi çıkarlarını ve menfaatini her şeyin üzerinde tuttukları ahlaki bir yozlaşma içinde olup olmadıklarını umursama konusunda kusursuz bir sicile sahip değil – daha iki yıl önce, ödülü, Slobodan Milošević’in liderlik ettiği Sırp genosit rejimine verdiği destekle ve 1990larda eski Yugoslavya’da Bosnalı Müslümanların Sırplar tarafından maruz bırakıldığı terörün boyutunu inkar etmesiyle ünlenen Avusturyalı yazar Peter Handke’e vermişti.
Nobel Edebiyat Ödülü, bu tür aşırılıkların dışında da, hala ezici bir çoğunlukla beyaz ve orantısızca Avro-Amerikalı olmayı sürdürüyor. Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın muazzam edebi hareketleri bu listede sadece göstermelik, simgesel olarak yer alıyor. Ama yine de, Gurnah daha da ikonik bir güzergahı temsil ediyor; onun gibi Afrika’da doğmuş ancak sömürgeci işkencecilerinin ülkesinde bir hayata zorlanmış insanların, göçmen edebi akılların alemini. Şimdi Tazmanya’da bulunan bu topraklar hem Almanlar hem de Britanyalılar tarafından sömürgeleştirildi ve onların merhametsizliğine maruz kaldı.
Gurnah Birleşik Krallık’a gitti ve Asya ve Afrika’dan tarihsel korkularımızın kaynağı olmuş ülkelere çekilmekte olan bir çoğumuz gibi benimsediği bu ülkeye ve İngiliz diline şöhret getirdi. Bu cazibe psikopatolojik bir gizem olarak başlıyor, yine de bir Nobel Edebiyat Ödülü ile sonuçlanabilir.
Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.