Ahlaki Eylemin Üç Saiki Üzerine

Kur’an’ın benimsemiş olduğu üçlü yani vicdan, Allah rızası ve menfaat saikleri, “Takva” kavramında toplandığı gibi, “Dünyada Dindarlık”tır. Bu üç motivin kendi içinde “Yücelik” sıralaması: 1- Allah Rızası, 2- Vicdan ve 3- Menfaattir. Tek motivli ahlak teorilerinden daha geniş ve gerçekçidir.

Ahlaki Eylemin Üç Saiki Üzerine

Ahlaki amelin/eylemin (fazilet-erdem) başlıca üç saiki,  motivi yani etkeni-sürücüsü vardır: 1- Vicdan, 2- Tanrı Rızası, 3- Menfaat-Mutluluk. Bu yazıda bu üç saiki seküler ve Kur’an açısından analiz etmeye çalışacağız. Kadim değerleri, “İyinin ve Kötünün Ötesinde” “Güç İstenci” veya “Übermansch=Üstinsan” kavramları ile reddedip, Egoizmi yani yukardaki saiklerin “iyilik” olarak kodladıklarını reddedip, “kötülük” olarak kodladığını savunan Nietzsche’nin teorisine değinmeyeceğiz. Kur’an’da bu teori “Tağutluk”, “Şeytanlık”, “Ğarurluk”, ”Firavunluk” ve “Karunluk” olarak reddedilir ve “Kötülük” olarak nitelenir.

 

1-Vicdan

 

Vicdan, insanın doğasında olan bir yeti olarak, ahlaki eylemi bir karşılık beklemeden, kendiliğinden, iyi olduğu için yapmaktır. Kant, ahlakı bu saike dayandırmıştır. Onun “Ödev” ve “Kategorik Buyruk” kavramları, bunu ifade eder. Bunların açılımları şöyledir: “Yapmalısın”, “Öyle hareket et ki, senin yerinde olan herkes, senin gibi hareket etsin.” “İlişkilerinde insanları “araç” olarak görme; onları, kendi başına birer “amaç” olarak gör”. Ahlaki davranışın ucunda kişisel bir çıkar, haz, mutluluk… varsa; o davranış ahlaki değildir. (İ. Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi. Çev: İoanna Kuçuradi. Ank. 1982. S 24 vd)

 

Kur’an’da bu saik ile eylemde bulunmak “İhsan” ve “merhamet” olarak kavramsallaştırılır. İnsanlara merhametle muamele edilmesi tavsiye edilir (90/17). İhsan, karşılık beklemeden, iptidaen iyilik yapmaktır. Bu davranış, karşı tarafta da kendiliğinden aynı tutumu doğurur: “İhsanın karşılığı, ihsandan başka bir şey değildir.” (55/60). Bir başka ayette “Allah rızası” ve vicdani saik ile eylemde bulunmak birlikte zikredilir: “Mallarını Allah rızasını kazanmak ve vicdanlarını tatmin etmek için başkalarına dağıtanların (infak) misali…” (2/265). Yaratılışta insana bahşedilen “Vicdan”  veya “Fıtrat” kapasitesi (91/8; 30/30), Allah’ın Rahman, Rahim ve Rezzak sıfatlarının insandaki yansımalarıdır. “Rabbaniyyun” (3/79) ve “Ribbiyyun” (3/146) kavramları, “Allah’a râm olmuş” anlamında bunu ifade eder. Hz. Muhammed’e yapılan: “İyiliği, (burada) daha fazlasını bekleyerek yapma.” (74/6) tavsiyesi, yine vicdanı ima eder.

 

Vicdanın sesini duymak, ayrı ve büyük bir sorundur. İnsanlar, hazır buldukları toplumsal değerlerini, Freud’un kavramsallaştırması ile “üstben”lerini (toplum/kültür/gelenek) veya kişisel “Bilinçaltı (id-içgüdü)”nı kolayca vicdan sanabilirler. Yunanlı filozof Ksenophanes’in deyimi ile: “Kanı (zan-İG), herkesi gafil avlar.”. Z. Gökalp’ın uyarısı haklıdır: “Ahlak yolu dardır; tetik bas, önü yardır.”

 

2-Allah Rızası/Hatırı

 

Allah Rızası, Kur’an’da bulunan bir ahlaki amel saikidir. Allah’ın insana lütuf, ihsan, rahmet ve cömertlik olarak bahşetmiş olduğu nimet, rızık ve ikramların karşılığı, insanın şükran, sorumluluk ve minnet duyguları yani O’nun “hatırı için”  kendine ve insanlara karşı tavsiye etmiş olduğu emir ve yasakları yerine getirmektir. Kur’an’da sık sık tekrarlanan bir husustur (2/207, 265; 4/114; 5/2; 60/1)

 

Ahlaki eylem saiki olan “Allah Rızası”nın aşırıya götürülerek saptırılması, insanı hemcinsine karşı eylem, aksiyon ve fiilde bulunmaktan uzaklaştırarak eylemsizlik olarak “çileciliğe” ve “zühde” götürür (mistisizm). Yani “Ribbiyyun” ve “Rabbaniyyun” olmaktan, -insanlara emredilmemiş olan “Rahbaniyyet”e götürür (57/27). Ruhbanlık, dünyadan el-etek-ayak keserek/çekerek, Tanrıyı “Takıntı” haline getirmektir (aşk, vecd, istiğrak, fena…). Kur’an, insanların –normal olarak- Allah’ı unutabileceklerini varsayarak, O’nu sık sık hatırlamalarını tavsiye ederken (2/198; 33/41; 62/10…); mistikler, Tanrı’yı “unutmamayı” dindarlık olarak vazederler. Kur’an, insanlara yatay olarak, ileriye doğru, yeryüzünde, doğru yolda (sırat-ı müstakim, sebilullah, şeriat) yürümelerini emretmiş olduğu halde; mistikler,  dikey olarak, Allah’a doğru yürümeyi (seyr-i süluk, miraç, tarikat) seçerler. Kur’an’da dindarlık olarak “Takva”, içgüdüleri onaylayıp düzenleyen “dünyada dindarlık” iken; zühd ve çilecilik, içgüdülere kök-söktüren (nefsi öldürme-fena) ve “dünyadan kaçan” bir dindarlıktır. Allah’a doğru “yükselen” doğru söz söylemek ve salih/sağlam iş yapmaktır (35/10).

 

Tanrı’ya doğru bu dikey yürüyüş, uzak doğu dinlerinde (Hinduizm-Budizm-Taoizm) ”Nirvana”, “Tao”, “Kutsal Hiçlik” ve “Çok Katlı Sonsuzluk” gibi Tanrısal imgelerde sona erir iken; İslam mistisizminde (Tasavvuf) Tanrı ile ittihat, vusul, hulul, vahdet ve onda yok olma (fena fillah) ile sonuçlanır. İslam Tasavvufunun hepsinin böyle olduğunu söylemek, haksızlık olur. “Ticaret ve alış veriş yapmanın, Allah’ı anmaktan alıkoymaması gerektiğini” (24/38) şiar edinmiş, “Dil (gönül-kalp) be yâr; dest, be kâr= Eli işte; kalbi, Allah’ı ile” ve “El-kâsibu, habibullah= Kazanç peşinde olan, Allah’ın sevgilisidir.” diyen Tarikatlar ve Esnaf Loncaları da mevcut olmuştur.

 

3-Mutluluk-Menfaat

 

a) Seküler Yaklaşım

 

Aristo, mutluluğun, insanları ahlaki eyleme sürükleyen bir saik olduğunu şöyle izah ediyor: “Hiçbir zaman bir başka şey için tercih edilmeyip, hep kendisi için tercih edilen ise, (ona) sadece kendisi amaçtır diyoruz. En çok, mutluluğun böyle bir amaç olduğu düşünülüyor. Çünkü onu, hiçbir zaman başka bir şey için değil; hep kendisi için tercih ediyoruz.” (Aristo, Nikhomakos’a Etik. Çev: İoanna Kuçuradi. Ank. 1988. S 13). Yani Aristo’ya göre, bizi ahlaki eyleme sevk eden saik, o eylem sonunda mutlu “olmak”tır.

 

Çağdaş etik düşüncede ve seküler bağlamda mutluluğu-menfaati temel saik olarak gören iki teori daha mevcuttur. Birincisi, J. S. Mill’in “Faydacılık (Utulitarizm)”ı; diğeri,  W. James’in “Pragmatizm”idir. Bu üç teorinin ortak paydası, “Tanrı Rızası” ve Ahireti yani “te’cil edilmiş/veresiye menfaati” açıkça hesaba katmamalarıdır. Her iki teorinin, Aristo’nun mirasçıları olarak “Tek Dünyalı (seküler)” Kapitalist Ekonominin geliştiği İngiltere ve Amerika’dan çıkmış olmaları, manidardır. Bu teorilerin, Hz İsa’nın ve Hristiyanlığın Ruhbancılığı, Çileciliği/Zühdü (“Tanrı’nın Krallığı”) ile hiçbir alakaları yoktur. Protestanlığın, kuruluş aşamasında ortaya koyduğu püriten “dünya için dindarlık” teorisi, M. Weber’in teşhis etmiş olduğu gibi, sonunda bu iki teori ve bunların toplumsal hayata yansıması olan “Kapitalizm” ile sonuçlanmıştır.

 

Ahlaki bir sorumluluk olarak Tanrı’ya imanı ve onu memnun etmeyi (Tanrı Rızası) veya insanlara karşı vicdani ödevi/merhameti hesaba katmayan Mill, mutluluğu-faydayı yegane motivasyon olarak şöyle tanımlıyor: “Mutluluk, istenir ve amaç olarak biricik arzu edilecek şeydir; meğer ki o, amaca erişmeye bir araç (motiv-İG) ola… Bir şeyin istenir, arzuya değer olduğunu ispat için, onun “şimdiki zamanda” (burada/dünyada-İG) bütün insanlar tarafından arzu edildiğini söylemekten başka bir kanıtımız olmamasından korkarım… İspat etmeli ki, insanlar, yalnız mutluluğu istemekle kalmazlar; belki, mutluluktan başka bir şeyi asla arzu etmezler. Kendisine bağlı olan zevk (haz-menfaat) fikri ile ölçülmüş olmaksızın bir şeyi arzu etmek, fiziksel ve metafiziksel bir imkânsızlıktır. Arzunun, zevki (amaçlamaktan) ve ıstıraptan (kaçınmaktan) daha yüksek bir amacı olabileceği hakkında bir itiraz akla gelmez.” (J. S. Mill, Faydacılık. Çev: N. Coşkunlar. İst. 1986. S. 54-55,61).

 

W. James ise, ahlaki iyiyi şöyle tanımlıyor: “İyi, basitçe talebin karşılanmasıdır (satisfy). Talep, “Güneşin altındaki (burası/dünya)” her şeydir. Fiziki fenomenler için farz edilecek tek bir kanun olmayışı gibi, tüm taleplerimizin temelleneceği evrensel bir motivasyon da yoktur. Ahlaktaki temel belirleyici kuvvetler/motivler, fizikte olduğu gibi çoğul olabilir.” (W. James, The Will To Belive, Newyork, 1907, S. 201). Burada altı çizilmesi gereken nokta, bütün taleplerin “güneşin altında” yani “peşin” yani “Dünya” da karşılanmasıdır. Bu ahlak filozoflarının her ikisi de İngilizdir. F. Nietzsche, bir aforizmasında: “Çocuklar, kadınlar, inekler ve İngilizler, “mutluluk” peşinde koşar” der.

 

b) Kur’anî Yaklaşım

 

Kur’an, Karl Marks’ın (Kapital) ve Kapitalizmin insanı “Homo Economicus” olarak tanımlamalarına katılır: “İnsan, menfaate çok düşkündür.” (99/6); “Kendini ebedileştirecekmiş gibi, malı istifler.” (104/2-3); “Çoklukla övünmek, sizi ölünceye kadar oyaladı.” (102/1-2). “İnsan, bir kazanç/kâr elde ettiğinde, cimrileşir.” (70/21). Bu tutumun, başıboş kalması sonucu olarak ortaya çıkan Tağutluk (Güç İstenci), Şeytanlık (İstiğna-İstikbar), Ğarurluk (ayartıcılık), Firavunluk (zulüm) ve Karunluk (İstif-israf) tipolojilerini de ahlaki bağlamda “kötülük odakları” olarak yadsıdığı ve lanetlediği açık bir gerçektir. Bu konuda Fazlurrahman şöyle diyor: “İnsan, önemsiz şeylere dalıp giden bir zihin(petty mınd), dargörüş ve çileden çıkarıcı bir bencillile haraket eder. Bu, siyasi,, toplumsal, ekonomik ve dahası dini bütün insani davranış alanlarında böyledir. İnsan çok zayıf/akılsız ve kıt düşüncelidir(17/100,4/28).”İnsan doğası kararsızdır; başına bir fenalık gelince feryadı basar; bir menfaata ulaşınca da, onun başkalarına ulaşmasını engeller.”(70/19-21)”( Fazlurrahman, “Kur’an’ın Bazı Ahlaki Kavramları” Çev. A.Çiftçi.  Allah’ı Elçisi ve Mesajı Ank.1997 içinde. S 17)

 

Yaşamı bir “Denenme” olarak vazeden Kur’an evrenin (semavat), Güneş sisteminin, ekosistemin/dünyanın ve insanın düzenli ve bir gayeli olarak Tanrı tarafından yaratıldığını ve insanın kendisinin de Tanrı’ya karşı İman-ibadet ve insanlara karşı da adalet ve merhamet etmek sorumluluğu ile denendiğini (din) anlaması gerektiğini tavsiye eder. Böyle bir ahlaki kapasite de insanın derininde mevcuttur: “Fıtrat” (30/30).

 

Kur’an, denenmenin özü/kendisi olan ahlaki eylemin vicdan ve Tanrı Rızası saiklerinin ötesinde bir de menfaat saiki koyar. Ahlaki eylemin insani boyutu olan, hemcinsine karşı adil davranmanın saiki, dünyevi menfaattir. Bu, “Adalet” kavramı ile ifade edilir. Adil olan ahlaki ilişkide menfaatler dengelenir. Bir tarafın “lehine”, diğer tarafın “aleyhine” olmaz. Adaletin temeli, menfaatin altın kuralı olan: “Sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapma” veya tersinden: “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, başkalarına öyle davran”dır. Yani dünyevi menfaat gözetme saiki ile de ahlaki eylem yapılır. Bu ilkeyi çiğneyerek başkalarına zarar vermek, acı çektirmek, haddi aşmak, hakkaniyetsizlik yapmak zulüm, fesat, fücur, tuğyan… dır. Dünya nimetleri, insanlar için hazırlanmıştır. Onların, salih/sağlam (Sabiğat-34/11) bir şekilde üretim yolu ile çoğaltılması, adil bir şekilde (mizan) bölüşülmesi (83/2-3) ve israf edilmeden tüketilmesi (6/141; 7/31) helal/meşrudur ve ahlakidir.

 

Allah-Kur’an, insanın menfaatperestliğini göz önünde tutarak, yukarıda saydığımız “kötülük odakları” haline gelmemesi ve hemcinsine karşı katil, gasıp, zalim ve hoyrat olmayıp; adil ve merhametli olması için, dini anlamda “denenme”yi kazanabilmesi için, ona bir de “Ahiret Menfaati” vadetmiştir. Bunu ifade eden odak kavram “Hayr”dır. Yukarıda belirttiğimiz gibi “İhsan” kavramı, karşılıksız vicdani iyiliği imlerken; “Hayr” kavramı, “karşılıklı iyiliği” imler. Bu dünyada Tanrı’ya İman ve kullarına iyilik yapmanın, onun dinini korumanın ve tebliğ etmenin karşılığı olarak “Ahiret”, peşin/âcil (kapitalizm) ekonomi yerine; veresiye/tecil edilmiş (17/18; 75/20; 76/27) bir ekonomidir; kesintiye uğramayan bir ticarettir (35/29), bir tür alış-veriş (bey’)tir (9/111); Allah’a verilmiş bir borçtur (64/16-17). Aynı zamanda hukuki bir hakketmektir. “Bu menfaat, daha çok ve daha uzun sürelidir” (87/17).

 

Malını, “Allah yolunda” yani cihat veya fakirlere yardım etmek için harcayanlar/dağıtanlar, yardım edenler (infak), yani “hayr” yapanlar, Ahirette kat be kat fazlasını alacaklardır: “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başakta da yüz tane bulunan tohum gibidir. Allah, dilediğine kat be kat verir, O, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (2/261).  İnfak, yoksullara her türlü nakdi yardımı içerdiği gibi; günümüzde saile (dilenci) sadaka vermek değil; işsizlere istihdam yaratmaktır. Kur’anda ahlaki bir saik olarak “Ahiret”in yeri hakkında Fazlurrahman şöyle diyor: “Herşeyden evvel Ahiret olmaksızın insan, anlık yaşama haline düşer ve sadece “dar görüşlü” olmakla kalmayıp, aynı zamanda hayvanlar gibi olur. İnsana geniş görüşlülüğü veren ve “takva”yı harekete geçiren “Ahiret”tir. “Bu dünya” peşinde koşmak, hali hazıra(here and now) dalıp gitmenin diğer bir tezahürüdür. Böyle bir hayat görüşüne/tutumuna sahip insanlar,”hayvanlar gibidirler, hatta daha da kötüdürler; çünkü onlar, düşüncesizdirler.”(7/179). Kur’an’ın “takva”yı telkin etmedeki bütün  çabası, insanı bu gelip geçici(hour to hour) hayatın üstüne çıkarmaya, böylece de onun davranışlarını uzun vadeli hedefleri ve “amellerin Sonu(the End of affairs)nu gözeten sağlam bir temele oturtmasına yöneliktir.”(Fazlurrahman, Kur’an’ın Bazı Ahlaki Kavramları, a.g. e, s15)

 

4-Sonuç

 

Kur’an’ın benimsemiş olduğu üçlü yani vicdan, Allah rızası ve menfaat saikleri, “Takva” kavramında toplandığı gibi, “Dünyada Dindarlık”tır. Bu üç motivin kendi içinde “Yücelik” sıralaması: 1- Allah Rızası, 2- Vicdan ve 3- Menfaattir. Tek motivli ahlak teorilerinden daha geniş ve gerçekçidir. Kant’ın “Ödev” teorisinde olduğu gibi “gazoz ağacı (zor)” değildir. Aristo’nun, Mill’in ve James’in teorilerinde olduğu gibi, Allah’ı ve Ahireti unutan seküler ve tekçi saikli değildir. Allah rızasını aşırıya götüren mistik teorilerde olduğu gibi yeryüzünü, bedeni, içgüdüleri (insanı) ihmal edip; onları düşman belleyen, dikey olarak Tanrı’ya veya O’nun ile birleşmeye, Sonsuzluğa, Hiçliğe giden bir yol da değildir. Dünyaya saplanmadığı gibi; dünyadan da kaçmaz. Gerçekçidir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.