Akbelen Ormanları, Enerji ve Çevre Sorunu

Modern, çevreci, ekolojik bir hareket, sadece “hayırcı” bir protesto tutumunu değil, aynı zamanda neye “evet” dediğini, yani alternatif önerisini de sunabildiği ölçüde anlamlı ve adına yaraşır bir inisiyatiftir. Çevre sorunu aynı zamanda bir (alternatif) enerji sorunudur. Bu açıdan enerji sorunu ile işimiz daha bitmedi!

akbelen ormanları

Günlerdir gazete başlıklarına konu olan Akbelen olayları, enerji sorunu-politikaları ile birlikte ekoloji-ekolojik denge çerçevesinde yaşam alanları ve hakkı gibi konulara kafa yormamızı gerektiriyor ki bunların makro, yani küresel planda da sonuçları var. Çünkü yerelde yaşanan sorunlar, aynı zamanda küresel karakterde. Ve yöredeki işletmeci şirketlerin de ifade ettiği gibi birebir enerji sorunu  ve bu sorunun çözümü ile bağlantılı. Ama burada kendini dayatan soru, sorunun toplum ve insanlık yararına nasıl çözülebileceğidir. Bu noktada aşağıda pratik bir örnek vermek istiyoruz:

 

güneş panelleri

 

Yukardaki resimde, Federal Almanya’nın herhangi bir yerindeki bir köyden bir kesit var. Dikkat edilirse evlerin damlarının çoğunda güneş panelleri bulunuyor. Bu resmi -bu yoğunlukta olmasa da- Almanya’nın diğer köylerine genellemek mümkün. 

 

“Nereden ileri geliyor bu yaygınlık” diye sorulacak olursa, bunun nedeni: 2023 yılı itibarıyla atom enerjisinden çıkışın gerçekleştirilmesi (en son olarak Emsland, Isar 2 ve Neckarwestheim’daki nükleer güç santrallerinde üretim, yıl başlarında sonlandırılmıştı) ve giderek kömürle çalışan termik santrallerden (bizdeki trendin tersine) ayrılma planı. Bu noktada tabii ki 2015 Paris Anlaşması uyarınca karbon ayak izinin 2050 yılı itibarıyla sıfırlanması hedefi de var (bizde bu hedef doğrultusunda bir yol haritası var mı?). Bu bir!

 

İkincisi elektrik piyasasındaki gelişmeler: Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra “liberalleşme” başlığı altında ortaya çıkan oligopolleşme gerçeği, kendini zamanla fiyatlarda da hissettirdi. Almanların kilowatt başına ödedikleri fiyat şu an 30 sent civarında. Ki bu, diğer ülkelerle kıyaslandığında en pahalı olanı. Ve fiyatın her yıl ortalama yaklaşık yüzde 3’lük artış temelinde 2050 yılında ikiye katlanabileceği tahmin ediliyor.

 

Bu nedenle 2000’li yılların başında başlanan, sonra 2010’lu yıllarda deyim yerinde ise (ülkeye hâkim dört büyük enerji şirketlerinin çıkarları doğrultusunda) baltalanan “Enerji Dönüşümü” politikası, yukardaki hedefler itibarıyla yakın geçmişte tekrar canlandı, pandemi ve savaş ile birlikte şiddetlenen enerji krizi ile daha da ivme kazandı. Özellikle kişilere yönelik güneş panelleri devlet tarafından destek görüyor. Ortalama büyüklükte 6.000-8.000 euroya kurulabilen panellere devlet desteği 4.000 euroyu bulabiliyor. Parası çıkışmayana kimi firmalar aşağıdaki desteği sunabiliyor:

 

Anlaştığınız firma, kurulumu ve bakımı 20 yıl boyunca kendine ait olmak üzere panellerin birinci derecede kullanım hakkını ayda 49 euro karşılığında size bırakıyor. (Mukayese olarak: Üç-dört kişilik bir ailenin elektrik masrafı 70-80 eurodan aşağı değil!) Firmanın buradaki kârı, üretilen ama harcanamayan enerji fazlasını sisteme vermesi. İstenmesi durumunda 20 yıl sonra sembolik bir miktar karşılığında panellere ilgili kişiler sahip de olabiliyorlar.

 

Alternatif Çözümler

 

Alternatif-çevreci enerji çözümlerinde diğer bir örnek ise son yıllarda oldukça popüler olan “ısı pompaları” teknolojisi. Diğer çözümlere göre oldukça pahalı olan bu teknikte devlet yardımları yerine göre yüzde 30’lara varabiliyor. Pandemi ve savaş ile birlikte artan enerji-ısınma maliyetleri, devletin “cömert” sübvansiyonları ve bu tekniğin sadece tek tek evlerde değil, toplu konutlarda da uygulanabilir hale gelmesi, bu yöntemin giderek yaygınlaşmasının başlıca nedenleri arasında yer alıyor. Özellikle büyük sanayi tesislerinde oluşan, kullanılmaması durumunda kaybolup giden “atık ısı” teknolojisinin önemini de bu bağlamda zikretmek gerekiyor.

 

Enerji sorununun çözümüne ilişkin diğer bir pratik örnek yine Avrupa’dan:

 

enerji sorunu

 

Yukardaki resimde, Türkçede “Pompaj Depolamalı Hidrolik Elektrik Santrali” (PD-HES) denilen, elde edilen enerjinin depolanmasının ilk örneğini oluşturan bir model var. Tarihsel olarak öncülleri Sanayi Devrimi öncesine dayanan, endüstriyel kullanıma açık ilk modelin İsviçre’de 19’uncu yüzyılda geliştirildiği, modern olarak ilk defa Almanya’da 1920 yılında oluşturulan, günümüzde yaygın olarak İsviçre’de kullanılan PD-HES’ler, şimdi dünyamızdaki ekolojik kriz etrafında oluşan enerji sorununun, “yenilenebilir enerjiler” alternatifi temelinde çözümü için yeniden önem kazanıyor. Şöyle ki:

 

Çevresel açıdan sorunlu kömür, atom, doğalgaz, petrol gibi klasik enerji kaynaklarını kullanmadan, rejeneratif, yani yenilenebilir enerji kaynakları ile dünyada olduğu gibi ülkemizde de enerji ihtiyacını karşılamak mümkün!*) Bu noktada insanlığın önünde duran, çözülmesi gereken sorun, yenilenebilir kaynaklardan elde edilebilecek olan enerjinin, enerji fazlasının nasıl depolanabileceğidir. Örneğin, Rüzgâr Enerji Santralleri (RES) ya da Güneş Panellerinden uygun iklim şartlarında fazlasıyla elde edilen enerjinin, ihtiyaç fazlası olan kısmının ziyan olmaması, güneşin oldukça az ışıdığı kış aylarında ya da rüzgârın esmediği zamanlarda kullanılmak üzere depolanması sorunu nihai olarak çözüme kavuşturulmuş değil.  Bu konuda oluşturulan olanakların başında büyük lityum bazlı bateriler geliyor. Aşırı yer kaplaması nedeniyle pratik olmaması, kullanıldıkça randımanının düşmesi, pahalı olması ve üretimi ekolojik standartlara uymadığı için sorunlu bir yöntem. Hidrojen enerjisi bazlı teknolojiler ve depolama teknikleri de henüz olgunlaşma aşamasında, belli şartların oluşmaması durumunda ekonomik olarak kullanışlı değil. İşte tam bu noktada ülkemizin uygun coğrafi şartları (göller ve nehirler, yaylalar, ovalar) ve kimi güncel sorunları açısından da PD-HES’ler öne çıkıyor. Ki ülkemizde bu konuda uygulamaya alınmış herhangi bir proje yok. Bilinen HES’lerle bir alakası olmadığını belirterek sistemin nasıl çalıştığına değinelim.  Çok basit, ama akıl dolu bir çözüm: 

 

Bu tip enerji depolama sistemi için bir önceki resimde görüldüğü gibi biri aşağıda, diğeri de yukarda olmak üzere iki gölete ihtiyaç var. Sistem, enerjinin bol üretildiği zamanda biriken ve kullanılmayan enerji ile, aşağıdaki göletten suyun yukarıdaki gölete pompalanması ve böylelikle depolanan enerjinin, (kısa vadeli olarak) ihtiyaç durumunda buradan aşağıdaki gölete jeneratörlerden geçirilerek düşürülmesi ile tekrar kazanılması ve bunun transformatörler vasıtası ile elektriğe çevrilip sisteme verilmesi prensibine dayanıyor. Tertemiz ve hiçbir karbon ayak izi bırakmayan bir enerji depolama biçimi! Tek dezavantajı, kısa vadede yüksek yatırım maliyeti olması ve biraz alan kaybına yol açması. Toplamında düşünüldüğünde, ekolojik açıdan kabul edilebilir ölçülerde. 

 

Şimdi Türkiye açısından düşünmeye devam edelim: Muğla-Kemerköy kıyısındaki termik santrali gözlerimizin önüne getirecek olursak, bu güzel cennet koya, turizm bölgesine hiç yakışmayan bir manzara ile karşılaşıyoruz. Bu görüntü ve “enerji kirliliği”ne karşı temiz, rejeneratif enerji alternatifi ise somut: Çevreye uyumlu bir RES (Rüzgâr Enerji Santrali) ya da Güneş Panelleri Tarlası ve bunların ürettiği enerji fazlasını depolayan bir PD-HES. Güneş ve rüzgârın bol ve üretilmesi, uğrunda insanların ölmesini gerektirmeyen, hammaddesinin “bedava” bir olduğu yerde… Ki bu sistem, yani PD-HES başka amaçlar için de, örneğin orman yangınları sırasında acil ihtiyaç durumunda helikopterlere su kaynağı olarak hizmet edebilir. 

 

Bir diğer olanak ise şu olabilir: Söz konusu göletler, ormanların içinde ve tabanda, yani yerde, yangına dayanıklı borularla bir fıskiye sistem şebekesine (yerine göre) kaynak olabilir. Büyük şehirlerde kurulabilen bir şebekenin, çok çok daha basit bir şekilde ormanlarda da kurulabilmesinin önünde teknik olarak pek bir engel yok. Öyle ki, yüksek teknolojilerle desteklenen, erken uyarı sistemi etkin ve önleyici olarak çalışabilen, topraktaki nem oranını ölçen ve duruma göre, aşırı kuraklık anında yangın başlamadan önce kendiliğinden devreye girip etrafı “çimleri sular gibi” ıslatan bir sistem…

 

Sistemin lojistiğinin doğru kurgulanması durumunda, havadan ya da sarp bölgelerden yerden müdahale zor olduğunda çok daha avantajlı olabilecek böylesi bir nemlendirme sisteminin maliyetler açısından da “rekabetçi” olması mümkün. Sistemin yetersiz kaldığı yerlerde havadan ya da yerden müdahale tamamlayıcı unsur olarak devreye girebilir. Bu hali ile maliyet olarak totalde çok daha uygun, yöntemde efektif olabilir. Bölgedeki belediyeler, mühendisler ve hesap uzmanları bu konularda inisiyatif, proje geliştiremezler mi?  Bir taşla iki kuş misali: Hem “kömürü yerin altında bırakacak”, kadim yerleşim yerlerinde yaşama hakkını güvence altına alacak alternatif enerji sorununa bir çözüm sağlanabilir hem de artık küresel sorun haline gelen orman yangınları konusunda çevreci bir çözüm üretilmiş olur.

 

Sonuç Olarak

 

Modern, çevreci, ekolojik bir hareket, sadece “hayırcı” bir protesto tutumunu değil, aynı zamanda neye “evet” dediğini, yani alternatif önerisini de sunabildiği ölçüde anlamlı ve adına yaraşır bir inisiyatiftir. Çevre sorunu aynı zamanda bir (alternatif) enerji sorunudur! Bu açıdan enerji sorunu ile işimiz daha bitmedi!..

 

*) Enerji soruna, ihtiyacına, potansiyellerine ilişkin somut ve “ince” hesaplamalar ayrı bir araştırmanın konusu. Bu nedenle konuya ilişkin olarak şimdilik aşağıdaki iki kaynağı vermek ile yetinelim:

 

http://energywatchgroup.org/wp-content/uploads/EWG_LUT_100RE_All_Sectors_Global_Report_2019.pdf

 

https://www.enerjigunlugu.net/cat-turkiye-elektrik-uretiminde-sifir-karbon-imkanina-sahip-35238h.htm

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.