Alevilik Deyince Ne Anlıyoruz?
Alevîlerin asırlardır devam eden sorunlarının çözümü için “Hz. Ali’yi sevmek Alevîlik ise ben de Alevîyim” kolaycılığına kaçmadan konuya daha gerçekçi yaklaşmak gerekir. Bu sorunun çözümü için siyasetçilerden medet umulmaktadır. Oysa bu sorunu günümüz siyasetçileri çözemez. Çözüm için devlet aklının Alevîlere bakışının değişmesi gerekir.
Ali Taraftarlığı
“Alevî” dendiğinde kelime anlamından hareketle Ali taraftarı, Ali’nin yanında olan, Ali’nin düşüncelerini benimseyen; Ali’yi sevenleri seven (tevellâ), sevmeyenleri sevmeyen (teberrâ), yani Ali’nin sevdiğini sevmek, Ali’nin sevmediğini sevmemek demektir. Tıpkı Mevlevî, Caferî, Bektaşî, Nusayrî örneklerinde olduğu gibi buradaki “-î” eki nispet ifade eder. Sözü edilen Ali de bilindiği üzere Oniki İmam’ın birincisi, Peygamberimizin amcaoğlu ve damadı olan Hz. Ali’dir.
Alevî demek Hz. Ali’yi sevmekse son 1400 yıllık tarih sahnesinde bir gezinti yapıp “Hz. Ali taraftarları kimlermiş ve onu kimler sevmiş” diye baktığımızda şunu görüyoruz: Şiîler, Fatimîler, Caferîler, Nusayrîler, Safevîler, Bektaşîler ve Kızılbaşlar Hz. Ali taraftarıdır. Hatta günümüzde Sünnî tarikat olarak bilinen Kadirîlik, Rufaîlik, Halvetîlik gibi birçok tarikat da silsile olarak Hz. Ali’ye dayanmaktadır. Bu kadar mezhep ve tarikat Ali taraftarı, yani Alevî ise bu grupların birbirine benzemesi gerekir. Oysa durum hiç de öyle değildir.
Oniki İmam’a ve Ehlibeyt’e bağlılıklarıyla bilinen İran’daki Şiîler Anadolu’daki Alevîlere benzemez. Mesela Alevîlerin tuttuğu Muharrem orucunu tutmazlar, aşure kaynatmazlar. Sadece 10 Muharrem (Aşura) gününde yas tutarlar. Kısaca Şiîlik, Türkiye’deki Sünnîliğin biraz daha radikal halidir. Bu durumda yukarıda saydığımız Ali sevgisi etrafında birleşen gruplara genel olarak Alevî değil Alici demek daha doğru olur.
Alevîliği ise yaklaşık 1000 yıldır Anadolu’da var olan ve belli bir dede ocağı etrafında kümelenmiş, Hz. Ali yandaşı gruplar olarak tanımlayabiliriz. Anadolu derken bugünkü Türkiye coğrafyası sınırlarının biraz daha dışına taşıp yaklaşık 80-100 kilometrelik bir hale oluşturarak çerçeveleyeceğimiz bir coğrafyayı kastediyoruz. Bu coğrafyadaki Alevîler açısından dede ocakları çok önemlidir. Çünkü “Hakk-Muhammed-Ali yolu” olarak ifade edebileceğimiz Alevîlikte dedelik, Alevîliğin biçimlenmesi ve sistemleşmesinde en etkin öğedir. Alevîliğin toplumsal ve inançsal oluşumunda dedelik temel rol oynar. Bugüne kadar yaşanan bütün olumsuzluklara karşın en az 1000 yılı aşkın bir süredir bu inancın ve kültürün ana taşıyıcısı dedelik kurumu olmuştur.
Dedelik kurumu ve ocak sistemini şöyle tarif edebiliriz: Soyu Oniki İmam kanalıyla Ehlibeyt’e dayanan ve karizmatik bir inanç önderi adına kurulan, kendisine bağlı bir talip topluluğu olan, silsile olarak bu inanç önderinin soyundan gelen, temsilcilerine pir, mürşid, dede gibi adlar verilen, kendi içinde ve diğer ocaklarla hiyerarşisi, takip ettiği bir sürek ya da erkânı olan inanç sistemi yapılanmasına “ocak” ya da “dede ocağı” denir. Bu ocakların temsilcilerine de “Ocakzade” denir.
Bütün bunlardan çıkan sonuca göre Alevîliğin tanımını birkaç farklı açıdan yapabiliriz. Bağlıları için Alevîlik, Hakk-Muhammed-Ali yoludur ve İslam’ın özüdür. Bilimsel araştırmalar ise, Alevîliğin İslam’ın Ehlibeyt merkezli bir Anadolu yorumu olduğunu göstermektedir.
Yukarıda ifade edilen cümleden hareketle Alevîliğin birçok temel kavramı olduğu söylenebilir. Öncelikle Alevîlik, bir inanç sistemidir. “Allah bir, Muhammed, Ali” düsturunda sembolize edildiği gibi, Allah’ın varlığına, tekliğine ve birliğine; Hz. Muhammed’in ve diğer peygamberlerin Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanmak ve bunu kabul etmektir. Hz. Peygamber’in vasisinin Hz. Ali ile başlayan Oniki İmam olduğuna iman etmektir. Allah’ın birliği, nübüvvetin Muhammed’e ve velâyetin de Ali’ye verildiğine inanmaktır. Alevî inanç sistemi bu üçlü temel üzerine inşa edilir. Onun için bir dede ocağına bağlı olmak zorunludur. Kul hakkı yememek ve rızalık konusu Alevîliğin ana esasları içinde yer almaktadır. Bunların dışında musahip tutmak, musahibi ile her yıl cemlerde görgü-sorgudan geçmek, yol düşkünlüğü durumunda bunu kabul edip cezaya katlanmaktır. Tevellâyı, teberrâyı bilmektir yani Mevlana’nın dediği gibi:
Teberrâ kılmayana yok Tevellâ
Teberrâsız Tevellâlar hatadır.
Teberrâ kıl eyâ Mollay-i Rumî
Teberrâ kılmayanlara beladır
Türkiye’de Alevîlik ile ilgili doğru bilinen şeyler yok denecek kadar azdır ve giderek daha da azalmaktadır. Sadece Sünnîler değil, özellikle bazı genç Alevîler de bu konu hakkında çok az doğru şey bilmektedir. Bunun nedeni Ehlibeyt ve onlarla temsil edilen marifetle kurulan bağlantının kopmuş olmasıdır. İkinci olarak da bu kopuşa Osmanlı’dan itibaren baskı altına alınan bir toplumsal gerçeklikle ve gelenekle bağı kalmamış Alevî bir nesille karşı karşıya olmamızdır.
Türkiye’deki bazı Sünnîlerin Alevîlik algısı, kirli bilgiler üzerine oturan sakat ve yıkıcı bir çerçeveyle biçimlenmiştir. Her ne kadar Türk uluslaşması ve modernleşmesiyle birlikte bazı önyargılar kırılsa da sağlıklı bir algı oluştuğunu söylemek zordur. Türk modernleşmesinden nasiplenen kişi ve kesimlerde bile Alevîliğe yönelik önyargının bütünüyle yok olmadığı bir gerçektir.
Alevîlik Kültür mü, Siyasi İdeoloji mi, Dini İnanç mı?
Alevîliğe ad vermiş Ali ile direniş ve boyun eğmeyen duruşun sembolü olan Hüseyin’in; Alevîliğin inanç ve sosyal yaşamında temel değer kabul edilmesine rağmen, bu konuda birikimi olan bazı akademisyen, hatta bazı dedelerin de bu anlayışa öncülük edip destek vermesi, Ali’yi yok sayması en büyük tarihi inkârcılık olarak karşımıza çıkmıştır. Varlığını Ali’den alan, sözüyle Ali’nin varlığını hiçe sayan bu çevrelerin misali adeta “Kahve istiyorum ama içine kahve koyma, kavrulmuş nohut koy” gibi bir şey. Böyle bir teze karşı çıkmalarına rağmen. Bu paylaşımı olumlayarak beğenen bazı dede, akademisyen ve araştırmacıların bu durumunu anlamakta hatta izah etmekte zorluk çekiyorum.
Alevîlik tarihten günümüze böyle bir tehlikeyle hiç bu kadar karşı karşıya kalmadı. Geçmişte Alevîleri yok etmeye çalışan egemen güce karşı direnen Alevîler vardı, yol ulularımız vardı. Bugün maalesef kendisine Alevî diyen ama geleneksel Alevîliği bilmediği için kendince yeni bir Alevîlik kurgulayan, geleneksel Alevîliği modernizm adına eritenler, televizyonda gösterilen dernek cemlerini Alevîlik kabul etmektedirler. Esasında dini inanç olan Alevîliği bir aidiyet olarak algılayıp onu da modernlik, devrimcilik, ilericilik, solculuk, saz çalmak, deyiş dinlemek sanıyorlar.
Alevîlikten “Allah, Muhammed, Ali”yi Çıkaranlar ile Mücadele
Alevîlik dini inançtır, doğuşu İslam ile, ad alması Hz. Ali ile başlar. Ama bu inançtan doğan kültür boyutu da vardır. Ancak kültür boyutu inancı kabul edersen geçerlidir. Yoksa “Ben Alevîyim ama Ali’yi, Muhammed’i, Ehlibeyt’i kabul etmiyorum. Ama bunun üzerine söylenmiş deyişleri, düvazları, miraçnameleri, semahları çok seviyorum” deyip Peygamber’e “Arap bedevisi”, Ali’ye “eli kanlı katil” diyeceksin sonra da eline sazı alıp, gözünü yumup kafayı sallayarak cuşa gelecek:
Sen bir peygambersin şeksiz, gümansız
Sana inanmayan dinsiz, imansız
Teslim Abdal neyler dünyayı sensiz
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Diyerek deyiş söyleyeceksin. Olmaz, olamaz böyle bir şey. Bu riyakârlıktır, inançsızlıktır. İnanmıyorsan “Ben inanmıyorum” diyeceksin. Alevîyim demekten de vazgeçip kendine başka bir sıfat bulacaksın.
Çözüm Nedir?
Alevîlerin asırlardır devam eden sorunlarının çözümü için “Hz. Ali’yi sevmek Alevîlik ise ben de Alevîyim” kolaycılığına kaçmadan konuya daha gerçekçi yaklaşmak gerekir. Bu sorunun çözümü için siyasetçilerden medet umulmaktadır. Oysa bu sorunu günümüz siyasetçileri çözemez. Çözüm için devlet aklının Alevîlere bakışının değişmesi gerekir.