Almanya’nın Rusya-Ukrayna Savaşı Karşısındaki Tutumu
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı Almanya için jeo-ekonomik ve jeopolitik bir meydan okuma. Berlin, Ukrayna–Rusya Savaşı karşısındaki tutumu ve Rusya politikasıyla Washington ile ayrışıyor. İçeride ise yeni bir ‘Doğu politikası’ oluşturmanın sancılarını yaşıyor.
Şansölye Olaf Scholz Rusya-Ukrayna savaşı karşısındaki tutumu nedeniyle eleştiriliyor. Savaş, Almanya’yı dış politikada Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile birçok siyasi ve iktisadi konuda ihtilafa düşürürken[1], iç politikada da Atlantikçi ve Avrupacı grupları karşı karşıya getirdi. Ukrayna-Rusya savaşının başlangıcından itibaren Şansölye Olaf Scholz, “Ukrayna’yı yalnız bırakmak” ve Rusya’ya yönelik “sert yaptırımları önlemekle” suçlandı uluslararası basında. Alman basını ise Scholz yönetimindeki hükümeti pasif kalarak krizin savaşa dönüşmesine katkı sunmakla eleştirdi. Ukrayna’nın Almanya Büyükelçisi Andriy Melnyk ve Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, sıkça ve zaman zaman da diplomatik teamüller hilafına eleştiride bulundular, Almanya’nın Ukrayna’ya silah teminatında işi ağırdan aldığını iddia ettiler.
Oysa Şansölye Scholz’un 27 Şubat’ta Federal Meclis’te yaptığı konuşmada, Almanya’nın dış ve güvenlik politikasında bir ‘dönüm noktasını’ ilan etmesi kamuoyunda olumlu karşılanmıştı. Almanya’nın nihayet Avrupa Birliği’nin (AB) ‘lider ülkesi’ ve ‘merkez gücü’ olmanın getirdiği sorumlulukların bilincine vardığı, kendisinden beklenen liderlik rolünü yerine getireceği beklentisine yol açtı. Almanya, Avrupa içinde aktif bir siyaset izleyerek ve Doğu Avrupa’nın askeri koruyucu gücü rolüne soyunarak, liderliğine talip olduğu AB’nin dünya siyasetinde oyun kurucu bir aktör olarak yerini almasını sağlayacaktı. Ancak çok geçmeden bu tür iyimser beklentiler yerini yeniden karamsarlığa ve sert eleştirilere bıraktı.
Yeşiller partisinin AB ile ilgili politikalardan sorumlu Milletvekili Anton Hofreiter, kendi partisinin de dahil olduğu koalisyon hükümetini Ukrayna’ya silah teslimatında “ayak sürüyerek savaşın tırmanmasını riske etmekle” suçladı. Hofreiter’in eleştirisine katılmasak bile, Şansölye Scholz’un Rusya ve Ukrayna konusunda temkinli bir yaklaşım sergilediğini teslim etmemiz gerekir. Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (Yeşiller partisinden) ise Ukrayna–Rusya savaşı karşısında daha ofansif ve Ukrayna yanlısı bir siyasetten yana olduğunu birçok fırsatta belli etmekle kalmadı, birçok kez de dillendirdi.
Amerika ile Nüanslar mı, Ayrışma mı?
Geride bıraktığımız hafta toplanan G7-Zirvesi’nde de Scholz’un diğer ülke liderlerinden, örneğin İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve ABD Başkanı Joe Biden’dan hem üslup hem de temkinlilik konusunda ayrıştığını bir kez daha gözlemledik. ABD’nin, Ukrayna’ya 160 kilometre mesafedeki hedefleri vurabilen modern bir karadan havaya füze savunma sistemi sağlamak istediği, artı askeri destek ve yardımlarını da artıracağı sinyalini verdiği basına yansıdı. Scholz ise ekonomik destek vermeyi taahhüt etti. Alman Şansölyenin bir süredir Ukrayna’ya ‘Marshall yardımı’[2] benzetmesine yol açan, savaş sonrasında kapsamlı bir ‘yeniden inşa’ için finansal yardım paketi üzerinde çalıştığı biliniyor.
G7-Zirvesi’ne video konferans yöntemiyle katılan Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski, Rusya’ya karşı yaptırımların sıkılaştırılması çağrısını yeniledi. ABD Başkanı Biden ise daha fazla Rus malının cezai tarife kapsamına alınacağını, bundan elde edilecek gümrük gelirlerinin ise Ukrayna’ya bırakılacağını açıkladı. Biden ayrıca G7 ülkelerinin Rusya’dan altın ithalatına yasak getirmesini istiyor. Scholz ise G7 ülkelerinin bu konuda karar veremeyecekleri, altın yasağının ancak AB ile eşgüdüm halinde kararlaştırılabileceği görüşünde.[3]
Bu ve başka birçok örnekten de görüldüğü gibi, Şansölye Scholz, ABD Başkanı Biden’dan farklı düşünüyor ve farklı konuşuyor. Örneğin Scholz, Biden’ın aksine, Rus silahlı güçlerinin Ukrayna’daki savaş eylemleriyle ilgili ‘soykırım’ terimini kullanmadı.[4]
Bu, Amerika ile Almanya arasında siyasal bir kopuş yaşandığı anlamına gelmiyor kuşkusuz, ancak iki ülke arasında tehdit algısı, jeopolitik hedefler ve bu hedeflere nasıl ulaşılacağı konusunda farklı bakış açılarının olduğu da görmezden gelinemez. Alman medya yapımcısı Gabor Steingart’ın bir metaforunu kullanacak olursak: Amerika ve Almanya aynı yastığa baş koyan, fakat farklı hayaller kuran bir çift gibi adeta. Farklı hayaller ayrılık getirebilir.
Scholz’un temkinli yaklaşımı sadece bir üslup ve liderlik tarzından ziyade iki ülke arasındaki çıkar ve hedef farklılıklarından kaynaklanıyor. Örneğin Scholz’un defalarca ifade etmiş olduğu gibi Almanya’nın beklentisi ve arzusu, Ukrayna’nın savaşı kaybetmemesi, yani Kiev’in Moskova tarafından dikte edilen bir barış antlaşması imzalayarak Rusya’nın etki alanına girmemesi. Amerika’nın amacı ise, Rusya’yı saldırı savaşı yeteneklerinden kalıcı olarak mahrum bırakmak.[5] Bu ise uzun süreli, Rusya açısından yıpratıcı bir savaşı gerektiriyor.
Öyle görünüyor ki ABD, Rusya’yı uzun bir yıpratma savaşına sokmak ve Ukrayna’daki saldırganlığını başka yerlerde tekrarlayamayacak duruma getirebilmek için Ukrayna’ya silah tedarikini devam ettirmek istiyor. Böyle bir strateji sadece Ukrayna’yı jeopolitik bir vekalet savaşına sürüklemekle kalmayacak, aynı zamanda Alman ekonomisine büyük zarar vererek Almanya’nın AB’deki lider konumunu da zayıflatacaktır.
Rusya ile Sıcak Çatışma Riski
Almanya ise Ukrayna’ya silah satışlarının Rusya ile gerilimi sıcak çatışmaya taşıma riskinin bilincinde. Örneğin Rusya hava kuvvetlerinin Almanya’nın silah nakliyatına askeri müdahalede bulunması ya da Rus askeri birliklerin ağır silahlarla birlikte Ukrayna’ya yollanacak Alman askeri personeli hedef alması, Almanya ile Rusya’yı bir savaşın eşiğine getirebilir. İkinci olasılık ise gerilimin artmasının Baltık bölgesinde bir Rus harekâtına yol açması ve bu esnada Alman askeri birliklerinin Rus askeri birlikleriyle sıcak çatışmaya girmesi.
An itibarıyla Litvanya’da yaklaşık 1.600 NATO askeri bulunuyor, bunların 1.000 kadarı Alman. Almanya orada konuşlandırılmış bir NATO ‘Savaş Grubu’nu yönetiyor ve bu bölgedeki askeri faaliyetlerini genişletmek istiyor. Baltık ülkelerinde Alman muharebe birimlerinin yaklaşık 3.000 askerden oluşan tam teçhizatlı bir muharebe tugayına dönüştürülmesi plan dahilinde. Scholz, Madrid’deki NATO zirvesinde de bu iradesini teyit etti. Buradaki Alman askeri varlığı da Rusya ile bir sıcak çatışma riskini içeriyor. Siyaset bilimci Alexander Libman’a göre de Rusya ile NATO arasında bir çatışma tehlikesi mevcut. Her ne kadar fiili bir abluka olmasa da Putin, Kaliningrad bölgesinin risk altında olduğu görüşünde ve Litvanya tarafından alınan askeri önlemleri olası bir saldırı için gerekçe gösterebilir.[6]
Almanya’nın temkinli yaklaşımı burada da kendini gösteriyor. Berlin, Baltık ülkelerinde NATO muharip askeri birliklerinin rotasyon prensibine göre konuşlandırılmasını savunuyor. Bunun hem Baltık ülkelerine ihtiyaç duydukları askeri korumayı ve Rusya’ya karşı gerekli caydırıcılığı sağlayacağı hem de NATO-Rusya Mutabakatı (1997) ile ters düşmeyeceği görüşünde. Söz konusu mutabakat, NATO’nun doğu kanadında önemli sayıda bir muharebe kuvvetini konuşlandırmamasını şart koşuyor.[7]
Almanya’nın Jeopolitiği ve Dünya Siyaseti
Almanya’nın iki dünya savaşına “sebebiyet vermiş” olmasının ve Yahudi soykırımının verdiği suçluluk duygusu ve yarattığı travma, 1945 sonrası Alman dış politikasının ‘barış odaklı’ olmasına yol açtı. Berlin’in kendini ‘sivil güç’[8] olarak konumlandırmasının ve dış politikada diplomasi ve iktisadi iş birliği gibi yumuşak güç araçlarını öne çıkarmasının başlıca gerekçeleri arasında bu “tarihi yük” geliyor. Aynı şekilde Almanya’nın geçmişte iki kez Rusya’ya saldırmış olmasının Almanya’yı Rusya’ya karşı sorumlu kıldığı düşüncesi, ülkenin 1970 sonrası izlediği ‘yeni Doğu politikasında’ da etkin olmuştu. Rusya’ya karşı diyalog kanallarının açık tutulması, karşılıklı bağımlılığa dayalı barışçıl bir siyaset izlenmesi gerektiği fikri Alman siyasi çevrelerde – özellikle de iktidardaki sosyal demokrat parti SPD içinde – bir hayli yaygın.
Örneğin partinin ‘Parlamenter Sol’ adlı sol kanadı ve Meclis Grubu Başkanı Rolf Mützenich’in Şansölye Scholz’un deklare etmiş olduğu Alman dış politikasındaki dönüşüm – savunma kapasitesinin ve askeri caydırıcılığın artırılması – fikrine soğuk baktıkları biliniyor. SPD Genel Başkanı Lars Klingbeil’in Willy Brandt ve Egon Bahr tarafından temelleri atılan ve uygulanan ‘Doğu politikasını’ yenileme fikrine parti içinde sıcak bakılmıyor.[9]
Almanya içeride ekolojik dönüşümü – iklim nötr sanayi ve ulaşım – hedeflerken, küresel düzlemde de iklim değişimi ile mücadelenin öncülüğüne soyunmuş durumda. G7 Zirvesi’nde Berlin’in önerisi ve çabasıyla küresel bir ‘iklim kulübü’ oluşturma kararı alındı. Berlin’in yenilenebilir enerjiye geçiş hedefi Rusya’nın önemini artırıyor. Almanya için sadece doğalgaz değil, Rusya’daki değerli madenler de hayati önemde. İklim değişikliğiyle etkin mücadele, Çin’in yanında Rusya ile de iş birliğini zorunlu kılıyor. Dolayısıyla Moskova ile köprüleri tamamen atmak, Almanya’nın küresel hedefleriyle çakışıyor. Yeni NATO konseptinde ise Rusya, “Avrupa-Atlantik bölgesinde barış ve istikrara yönelik en önemli ve acil tehdit” olarak tanımlanıyor. Bu belge, önümüzdeki 10 yıl boyunca NATO için bir güvenlik politikası kılavuzu işlevi görecek.
Ukrayna ile Çakışan Çıkarlar
Almanya’nın ulusal çıkarları Ukrayna’nın ulusal çıkarlarından ayrışıyor. Ukrayna, anlaşılabilir nedenlerle Almanya’nın savaşa müdahil olmasını arzuluyor ve Almanya’yı Rusya ile savaşa sürüklemek isteyebilir. Almanya penceresinden bakıldığında Ukrayna’nın Rusya’ya karşı öne sürdüğü barış şartları gerçekçi görünmüyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Zelenski hedeflerinin Kırım dahil bütün Ukrayna topraklarının geri alınması olduğunu açıkladı. Almanya ise bu tür ‘maksimalist yaklaşımlara’ karşı mesafeli ve Ukrayna’da Afganistan benzeri – öngörülebilir bir sonu olmayan, yıllarca sürecek ve mali, askeri ve insani maliyeti yüksek – olacak bir durum yaratabileceği kaygısını taşıyor. ABD’nin ise bu yönde bir kaygı taşıdığına dair bir emare görünmüyor.
Sonuç Olarak
Toparlayacak olursak, yaşanan tartışmalar ve ABD ile Almanya arasındaki çıkar farklılıklarının nedeni, Almanya’nın yeni güvenlik meydan okumaları, riskler ve coğrafi–jeostratejik tektonik kaymalarla karşı karşıya olması. Gelinen noktada Almanya’nın yoluna ‘sivil güç’ olarak devam etmesi imkânsız. Bilindiği gibi, kendini ‘sivil güç’ olarak konumlandıran Almanya dış politikasını diplomasi, çok taraflı müzakereler, kültür diplomasisi ve kalkınma yardımları gibi ‘yumuşak güç’ araçlarıyla yürütürken, ülke savunmasını ise adeta ABD’ye ve NATO’ya devretmişti. Bu durumun sürdürülemez olduğu ilkin ABD Başkanı Trump’ın NATO karşıtı açıklamaları ve Avrupa’yı ikincil gördüğünü düşündüren politika ve retoriğiyle anlaşıldı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla ise teyit edildi.
Şansölye Scholz, Madrid’deki NATO Zirvesi’nde Almanya’nın ittifakın askeri gücüne daha fazla katkı sunacağını deklare etti. Bu bağlamda Alman silahlı kuvvetlerinin ağır teçhizatlı bir muharebe tugayını Litvanya’ya taşıyacağını taahhüt etti. Almanya, 15.000 asker, 35 uçak ve 20 gemi ile NATO oluşumlarının güçlendirilmesine katılmayı hedefliyor. Ancak, ihtiyaç duyduğu mali imkânların en kısa sürede sağlanması durumunda dahi Alman silahlı kuvvetlerinin Rusya karşısında caydırıcı bir konuma gelmesi zaman alacak.
İlk kez bir NATO stratejik konseptinde otoriter ve giderek daha çatışmacı bir tutum takınan Çin’in ortaya çıkardığı meydan okumaya değiniliyor. ABD, Çin’i Pasifik ve Çin Denizi’nde çevrelemek isterken, gelişmiş ülkelerin Çin ekonomisi ile kopuşunu savunuyor. Çin’e karşı geliştirilen korumacı yöntemler ise ticari ilişkileri siyasileştiriyor, küreselleşmeyi tersyüz ediyor ve Alman ekonomisini de ciddi bir meydan okuma ile karşı karşıya getiriyor. Çin, Almanya’nın en büyük ticari partneri ve Çin pazarının alternatifi de yok henüz. Ayrıca ABD’nin Rusya’ya karşı doğalgaz ambargosunu savunması da Alman ekonomisini ciddi risklerle karşı karşıya getiriyor. ABD’nin savunduğu güvenlik, ekonomi-politik ve stratejiler Almanya’nın jeopolitik hedefleri ve ekonomisi için ciddi bir risk teşkil ediyor.
__
[1] Almanya ile ABD arasında ihtilaftan söz etmemiz Madrid NATO Zirvesi sonuçları dikkate alındığında yadırgatıcı gelebilir. Alman haber ajansı Deutsche Welle’nin, “NATO zirvesi: Putin’e karşı daha büyük ve daha birleşik” şeklindeki başlığı medya ve kamuoyundaki hava için iyi bir örnek teşkil ediyor, ancak gerçek durumu yansıttığı söylenemez. Zira zirvede birçok konuda ortak noktalarda buluşulmuş ve Almanya’nın NATO’ya askeri katkısını artıracak olması, Berlin ile Washington arasında hiçbir konuda fikir ayrılığının ve çıkar farklılığının olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle NATO’nun Polonya’da Avrupa’daki beşinci, eski Varşova Paktı topraklarında ise ilk askeri karargâhını kuracak olmasının Almanya’nın Doğu Avrupa’daki jeostratejik konumuna etkileri olacaktır. Bu etkinin Almanya’nın lehine mi, yoksa aleyhine mi olacağını ise bekleyip göreceğiz.
[2] İsimsiz yazı, “Ukraine will need a ‘Marshall Plan’ for reconstruction — as it happened”, Deutsche Welle, 22.6.2022, https://bit.ly/3ApHOc7.
[3] Bkz. “G7 Leaders’ Communiqué”, 28.6.2022, https://bit.ly/3OIYSOi.
[4] Başkan Biden’ın Putin’e, sorumlu tuttuğu Navalny suikastından dolayı “katil” ve “bedel ödeyecek” dediği basına yansıdı. Bkz. Georgi Gotev, “Biden calls Putin ‘a killer’ and says will pay a price”, Euractiv, 17.3.2021, https://bit.ly/3a41szo. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının akabinde ise Biden, Putin’i Ukrayna işgali nedeniyle cezalandırmakla tehdit etmişti. Bkz. “Ukraine crisis: Biden threatens to punish Putin over invasion”, BBC, 2.3.2022, https://bbc.in/3ywcyqu ve Julian Borger, “Joe Biden accuses Vladimir Putin of committing genocide in Ukraine”, The Guardian, 13.4.2022, https://bit.ly/3yv4Exw.
[5] Bu konuda bkz. Natasha Bertrand, Kylie Atwood, Kevin Liptak ve Alex Marquardt, “Austin’s assertion that US wants to ‘weaken’ Russia underlines Biden strategy shift”, CNN, 26.4.2022, https://cnn.it/3ygHoSp.
[6] Bkz. Carsten Volkery, Moritz Koch ve Mareike Müller, “Furcht vor Eskalation: Berlin dringt auf Zugeständnisse an Moskau” Handelbsblatt, 20.6.2022.
[7] Christoph Hasselbach, “War in Ukraine: What is Germany’s strategy?”, Deutsche Welle, 30.5.2022, https://bit.ly/3bKIiz5.
[8] Bkz. Hanns W. Maull, “Zivilmacht Deutschland”, içinde: Gunther Hellmann/Sigmar Schmidt/Reinhard Wolf, Handwörterbuch zur deutschen Außenpolitik, Opladen 2016.
[9] Bkz. Pater Dausend ve Jörg Lau, “Schön war“s!”, Die Zeit, 30.6.2022, s. 4.