Almanya’ya “Sol-Ekolojik-Liberal” İktidar

Koalisyon anlaşmasında Türklerle ilgili olumlu, Türkiye ile ilgili ise bir hayli dengeli bir yaklaşım söz konusu. Metinde ayrıca Almanya’daki Türklerin iki ülke arasında yakınlık yarattığının, toplumunun bir parçası ve Almanya’nın asli bir unsuru olduğunun altının çiziliyor olması da ileriye dönük iyi bir işaret.

Almanya’ya “Sol-Ekolojik-Liberal” İktidar

Almanya, 16 yıl sonra tekrar sosyal demokrat bir şansölye tarafından yönetilecek, sosyal demokratlarla hür demokratlar 40 yıl sonra yeniden hükümet kuracaklar. 1982 yılında Hür Demokrat Parti’nin (FDP) sosyal-liberal koalisyondan ayrılıp Helmut Kohl başkanlığında bir hükümet kurmasıyla sosyal demokrat Şansölye Helmut Schmidt başbakanlık koltuğundan olmuştu. Bu kez ise Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) FDP sayesinde yeniden başbakan çıkarabilecek.

 

Koalisyon anlaşmasıyla hedefe bir adım daha yaklaşıldı. Mutlu sona ulaşmak için koalisyon anlaşmasının SPD ve FDP delegeleri ve Birlik90/Yeşiller Partisi üyelerince onaylanması gerekiyor. Üç partide de sorun çıkacağı beklenmiyor ancak basında yer alan bir habere göre Birlik90/Yeşiller’de parti içi muhalif bir grup sosyal medyada koalisyon anlaşmasına karşı kampanya başlatmış bulunuyor.

 

Sosyal İlerleme Koalisyonu

 

SPD, Birlik90/Yeşiller ve FDP farklı geleneklerden geliyor, farklı tabana dayanıyor ve farklı dünya görüşüne sahipler. Ancak ideolojik farklılıkların ötesinde sosyolojik bakımdan birçok ortak noktalarının olduğu da gerçek. Örneğin FDP ve Birlik90/Yeşiller’in seçmen tabanında ciddi oranda beyaz yakalı, kültürel bakımdan kozmopolit, dünyaya açık birey de mevcut. FDP, ekonomide liberal yaklaşımları savunurken ve özellikle de mali konularda SPD ile Birlik90/Yeşiller Partisi’yle ayrışıyor. Çifte vatandaşlığın ve vatandaşlığa geçişin kolaylaştırılması ve açık toplumun güçlendirilmesi gibi konularda büyük ölçüde hemfikirler. Müstakbel Şansölye Olaf Scholz’a göre siyasi yelpazenin bu üç farklı[1] kanadına mensup partiyi birleştiren temel nokta “ülkeyi daha iyi” bir noktaya taşıma, yani modernleştirme “arzusu”.

 

Basında yer alan haberlere göre, Maliye Bakanlığına Christian Lindner’in (FDP), İçişleri Bakanlığına Christine Lambrecht’in (SPD), Ekonomi ve İklim Bakanlığına ve Başbakan Vekilliğine Robert Habeck’in (Birlik90/Yeşiller), Dışişleri Bakanlığına Annalena Baerbock’un (Birlik90/Yeşiller), Başbakanlıktan Sorumlu Bakanlığa ise Wolfgang Schmidt’in (SPD) gelmesi bekleniyor. Kabinede muhtemelen Türk kamuoyunun yakından tanıdığı iki isim daha yer alacak: Cem Özdemir (Tarım Bakanlığı) ve Claudia Roth (Kültür ve Medyadan Sorumlu Devlet Bakanlığı).

 

Scholz başkanlığında kurulacak olan “sol-ekolojik-liberal” koalisyon hükümetinin mali ve sosyal konularda Merkel döneminden ayrışacağı söylenebilir. Şöyle ki sosyal hakların genişletilmesi, bunun beraberinde getireceği yukarıdan aşağıya doğru bir yeniden bölüşüm, dar gelirli kesimlere kaynak transferi, dijitalleşmenin hızlandırılması ve karbonsuzlaşma hedeflerine Merkel’in savunageldiği sıkı bütçe ve tasarruf politikasıyla ulaşmak pek olası gözükmüyor. Ancak sıkı mali disiplinden yana olan Linder’in Maliye Bakanı olacağı düşünülürse, bu konuda kabine için tartışmaların yaşanacağı öngörülebilir.

 

Üç partinin üzerinde mutabık kaldığı modernleşme ve sosyal ilerleme hedefi ve vurgusu koalisyon anlaşmasının başlığında da ifadesini bulmuş “İlerleme için daha fazla cesaret: Özgürlük, adalet ve sürdürülebilirlik için ittifak” başlığını taşıyor. Hükümetin ne kadar iddialı olduğu ise Willy Brandt imasında da görülüyor.[2] 24 Kasım’da kamuoyu ile paylaşılan koalisyon anlaşması net 173 sayfa uzunluğunda bir kitap. Devlet yapılanmasını modernleştirerek etkin kılmaktan, iklim değişikliğinin etkin bir iklim koruması ile dengelenmesinden tutun, dijitalleşmenin organizasyonuna, daha kapsayıcı ve koruyucu aile ve sosyal politikalara, çocuk haklarına, iç güvenliğe ve uluslararası ilişkilere uzanan genişlikte bir yelpaze.

 

Sosyal ilerlemeden ise –koalisyon anlaşmasında– gelişimi duraksatan kalıplaşmış tutum ve davranışların aşılması anlaşılıyor. Sosyal ilerleme iradesini; ilkin geçmişte değiştirilmesine muhafazakâr kesimlerin ve Hristiyan Demokratik Birlik (CDU) ile Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partilerinin ayak dirediği yedi başlığın değiştirilecek olmasında görüyoruz. Bu bağlamda yapılmak istenen değişikliklerin başında esrarın yasallaştırılarak “lisanslı mağazalarda tüketim amacıyla yetişkinlere kontrollü dağıtımı” geliyor. Yapılan hesaplamalara göre esrarın tüketiminin ve lisanslı ticaretinin yasallaştırılmasının devlete beş milyar avro ek vergi geliri getirebileceği tahmin ediliyor. Demokrasiyi teşvik yasasıyla ise ırkçılık, antisemitizm ve aşırı sağcılıkla daha aktif bir mücadele hedefleniyor. Diğer temel amaç ise “sivil toplumun uzun vadeli güçlendirilmesi”. Ayrıca kürtajı teşvik etmeyi yasaklayan anayasanın 219 maddesinin a bendinin kaldırılması da plan dahilinde. Transseksüel yasası ile transseksüel bireylerin cinsel tercih ve yönelimlerinden dolayı maruz kaldıkları ayrımcılık ve dışlanmanın giderilmesi hedefleniyor. Bu bağlamda eşcinseller için kan bağışı yasağının kaldırılması da gündemde. Bundan başka seçme yaşının 16’ya indirilmesi de gençlerin siyasete katılımını biraz daha cazip kılacaktır. Bir başka değişiklik ise çifte ve çoklu vatandaşlığı herkes için mümkün kılan ve Alman vatandaşlığına geçişi kolaylaştıran daha modern bir vatandaşlık yasası ki bu Almanya’daki Türkleri ilgilendiren konuların başında geliyor. Gerçekleştirildiği takdirde olumlu bir gündem oluşturacak, bu da Türkiye–Almanya ilişkilerine olumlu yansıyacaktır.

 

Bu yasa değişikliklerini toplumsal dokuyu dönüştürecek bir “reform paketi” olarak tanımlayabiliriz. Sosyal hakların genişletilmesi ve gelir düzeyinin yükseltilmesine yönelik hedefler ise “sosyal ilerleme” iradesinin bir başka yansıması.

 

Sosyal Adalet ve Ekolojik Dönüşüm

 

Koalisyon anlaşmasında öne çıkan bir başka konu da sosyal adalet. Bu bağlamda üç partinin de mutabık kaldığı konuların başında Almanya genelinde asgari ücretin saat başına 12 Euro’ya çıkarılması geliyor. Bundan başka Hartz 4 olarak adlandırılan, çalışamayanlar için öngörülen sosyal yardım yerine vatandaşlık parası uygulamasına geçilmek hedefleniyor. Çalışanları ilgilendiren bir başka konu ise emeklilik yaşının 67’de sabitleneceği, daha yukarı çekilmeyeceği ve emeklilik parasının ortalama ücretlerin yüzde 48’i oranında tutulacağı vaadi. Toplu sözleşmelerin teşvik edilecek, sağlıkçı ve bakım emekçilerinin maaşlarının artırılacak, karşılıksız öğrenci burslarının yeniden düzenlenecek ve burs miktarının artırılacak olması da önemli iyileştirmeler arasında. Ayrıca yılda 400.000 yeni konut ile sosyal konut yapımının teşviki de hedefleniyor.

 

Koalisyon anlaşmasının amaçlarından biri de ekolojik dönüşüm ve bu bağlamda çevre dostu ve iklim nötr bir iktisadi gelişmenin önünü açmak. Bunu sağlamak için önerilenler arasında yenilenebilir enerjinin teşviki, nükleer enerjinin tasfiyesi ve fosil enerji taşıyıcılarının aşılması gibi alt başlıklar yer alıyor. Bu bağlamda 2030 yılına kadar elektrik ve enerji üretiminde kömür tüketiminin ve içten yanmalı motorlu taşıtların üretiminin sonlandırılması, 2045 yılında ise iklim nötr bir toplum ve ekonomiye geçilmiş olması hedefleniyor. Bunun için de otomotiv sanayiinde elektro-mobiliteye geçişin destekleneceği ve teşvik edileceği ifade ediliyor.

 

Bu alandaki gelişmeler Türk otomotiv sektörünün Alman otomotiv sektörüyle olan yakın ilişkisinden dolayı söz konusu sektörü ve Türk ekonomisini etkileyecektir. Halihazırda Türk üreticileri Alman otomotiv sektörünün önemli tedarikçileri arasında. Almanya ayrıca Türkiye’de üretilen otomobiller için önemli bir pazar. Nükleer enerjinin tasfiye edilecek olması da halihazırda güçlü olan Alman yenilenebilir enerji sektörüne ivme kazandıracaktır. Türkiye coğrafi konumundan ve sahip olduğu iklim şartlarından dolayı yenilenebilir enerji üretimi için son derece elverişli bir ülke. Dolayısıyla bu alan iki ülke arasında ciddi bir iş birliği potansiyeli barındırıyor.

 

Koalisyon anlaşmasında önemli bir yer tutan bir başka konu ise dijital toplumun ve dijital ekonominin inşası. Bu bağlamda dijital altyapının hızla genişletilmesi ve aynı zamanda derinleştirilmesi hedefleniyor.

 

Avrupa Birliği’ne Yöneliş

 

Koalisyon anlaşması dış politika alanında da uluslararası medyanın ilgi odağı. Örneğin İspanyol El Pais gazetesinin kurulacak hükümetin geleneksel mali ortodoksiden büyük ölçüde uzaklaşmayacağı kanaatine karşın, gerçekleştirilmek istenen sosyal politikaların, ekolojik dönüşümün (nükleer enerjinin tasfiyesi ve karbonsuzlaşma) ve dijitalleşmenin sıkı mali tedbirler ve kemer sıkma politikalarıyla gerçekleştirilemeyeceği de ortada. Scholz hükümetinin borçlanma konusunda daha esnek davranacağını söyleyebiliriz. Bu politikanın Avrupa Birliği ülkelerine olası etkilerini ise üç başlık altında toparlayabiliriz.

 

Birincisi, Merkel’in savunageldiği sıkı mali ve para politikalarını eleştiren İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerin hükümetleri mali konularda daha geniş harekât alanına sahip olacak. İkincisi, sosyal hakların genişletilmesi, yukarıdan aşağıya doğru yeniden bölüşüm ve çalışan kesimlere kaynak aktarımı Almanya’da iç talebi artırarak cari dengedeki makasın –Alman ekonomisi yıllardır ciddi miktarda cari fazla veriyor– bir ölçüde kapanmasına yol açabilecek. Üçüncüsü, Almanya’da ücretlerin ve iç talebin artmasının ithalat ve turizm üzerinden Avrupa Birliği ülkelerine – talep olarak – olumlu yansıyacağı söylenebilir.

 

El Pais gazetesi koalisyon anlaşmasının güçlü bir Avrupa’ya yönelişi içerdiğine dikkat çekti. Gerçekten de “Avrupa” sözcüğü metinde 254 kez kullanılıyor, “Almanya” ise 144 kez. Birçok Avrupa Birliği ülkesinde olumlu karşılanan bu “Avrupa’ya yöneliş” söylem düzeyinde kalmıyor. Örneğin hükümetin hedefinde Avrupa Birliği’nin bir “Avrupa Devletleri Federasyonuna” dönüştürülmesi de var. Avrupa Birliği’nin siyasi entegrasyonunu derinleştirmek için düşünülen bir başka değişiklik ise ulus-aşırı seçim listesini ve liste başı adayının öne çıkarılmasını olanaklı kılan ortak bir seçim yasasının çıkarılması. Sosyal entegrasyon bağlamında düşünülen ise Avrupa’nın ulaşım ağının –hızlı tren– ve enerji şebekesinin yaygınlaştırılması.

 

Bir başka hedef ise Avrupa Birliği’ni; enerji tedarikini ve hammadde ithalatını güvence altına alarak, dijital dönüşümüne katkıda bulunarak, savunma sanayiini ve öz savunma olanaklarını tahkim ederek iktisadi ve siyasi bakımdan daha bağımsız kılmak, uluslararası politikada manevra alanını genişletmek.

 

Koalisyon anlaşmasında uluslararası ilişkilerde hukuk temelli bir dünya düzeninin savunuluyor olması, NATO’nun güçlendirilmesine ve Transatlantik iş birliğine vurgu yapılması, Çin’deki insan hakları ihlallerinin altının çizilmesi, Çin’ karşı eleştirel bir yaklaşım için de olan Annalena Baerbock’un dışişleri bakanı olacak olması, Rusya’ya Ukrayna’yı istikrarsızlaştırma politikasını ve Kırım işgalini sonlandırması çağrısı Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) olumlu karşılanmakla kalmadı. Bu durum Scholz hükümetinin ABD’nin Çin ve Rusya’yı baskı altına alma ve çevreleme politikalarına destek verebileceği beklentisine de yol açmış durumda. Çin’de ise temkinli bir yaklaşım söz konusu. Bu bağlamda ARD’nin haber sitesinde Çinli yetkililerin Alman hükümetine ülkenin içişlerine karışmama ve “tek Çin prensibine”[3] sadık kalma uyarısı yaptığı yazıldı. Pekin’i rahatsız eden bir başka konu ise Çin’in “sistemik rakip” olarak tanımlanması.

 

Benzeri bir temkinli yaklaşım Moskova için de söz konusu. Doğalgaz boru hattı Nord-Stream 2’den (Kuzey Akımı 2) söz edilmemesini olumlu karşılayan Rus yetkililerinin beklentisi, Almanya’nın bu konuda ABD’ye taviz vermemesi. Moskova ayrıca Almanya’dan Rusya Federasyonu vatandaşlarına vize muafiyeti getirmesini bekliyor. Özetle, Almanya’nın Çin karşısında daha kendine güvenli, Rusya karşısında ise daha dengeli bir politika izleyeceğini öne sürebiliriz.

 

Türkiye – Almanya İlişkileri

 

Koalisyon anlaşmasında Türklerle ilgili olumlu, Türkiye ile ilgili ise bir hayli dengeli bir yaklaşım söz konusu. Örneğin Almanya–Türkiye arasındaki işçi alım sözleşmesinin imzalanışının 60. yıldönümüne değinilmesi ve Türk göçmenlerin Almanya’ya katkılarının vurgulanması değerli. Metinde ayrıca Almanya’daki Türklerin iki ülke arasında yakınlık yarattığının, toplumunun bir parçası ve Almanya’nın asli bir unsuru olduğunun altının çiziliyor olması da ileriye dönük iyi bir işaret. Ayrıca çifte ve çoklu vatandaşlığın olanaklı kılınacağının deklare edilmesi de Almanya’daki Türkler arasında olumlu karşılandı.

 

Metinde ayrıca Almanya’daki “Müslüman yaşamının çeşitliliğinden” olumlu söz edilmesi, ırkçılıkla, ayrımcılıkla ve aşırı sağ şiddet ile daha etkin mücadele sözünün verilmesi de son derece kıymetli çünkü gerçekleştirilmesi durumunda sadece Almanya’daki Türkleri hoşnut kılmayacak, Türkiye–Almanya ilişkilerinde de olumlu bir gündem yaratacaktır.

 

Bütün bunlardan hareketle yeni hükümet döneminde Türk-Alman ilişkilerinin daha sağlam bir zemine oturacağını söyleyebiliriz. Ancak Scholz ikinci bir Schröder olmayacaktır. Türkiye’de bir iktidar ya da yön değişikliği –reformcu ve demokratik bir yönelim– olmaksızın Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinde ve Gümrük Birliği meselesinde ciddi bir atılım beklemek gerçekçi değil.

__

[1] Örneğin İsviçre’den Neue Zürcher Zeitung gazetesi üç parti arasındaki dünya görüşü farklıklarına işaret ederek bunun ne pahasına olursa olsun iktidarı koruma refleksine yol açabileceğine dikkat çekiyor. Gazetenin editoryal görüşünde iktidarın korunmasına odaklanıldığı takdirde sosyal ilerleme ve ekolojik dönüşüm için gerekli olan adımların atılamayacağı uyarısında bulunuluyor. Belçika’dan De Standard gazetesinde ise trafik lambası koalisyonunu «heyecan verici bir deney» olarak niteleniyor. Federal Almanya tarihinde ilk kez bir üçlü koalisyon ve geçmişle kopuş gerçekleştirmek isteyen politikacılar tarafından yönetilecek.

[2] Burada bir parantez açarak «ilerleme için daha fazla cesaret» söylemi Willy Brand’ın Federal Meclis’te takdim ettiği hükümet beyanında tarihe geçen sözleriyle benzeşiyor: «Daha fazla demokrasi için cesaret etmek istiyoruz». «Daha fazla demokrasi» sloganı Willy Brandt başkanlığındaki sosyal-liberal iktidarın 1970’li yıllarda gerçekleştirdiği sosyal ve demokratik dönüşümün habercisiydi.

 

[3] «Tek Çin prensibi», sadece Çin Halk Cumhuriyeti’nin Çin’i temsil ettiği ve üçüncü devletlerin sadece Pekin ile diplomatik ilişkiler kurmaları ve Tayvan’ı tanımamaları düsturunu içeriyor.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.