Altılı Masa: Misyon ve Strateji
Muhtemel bir siyasi değişim, sadece uçuruma gitmekte olan bir ülkenin -özellikle ekonomi alanında- doğru politikalar ve ehil kadrolarla kurtarılmasını ve bir beş yıl daha cehennem azabına mahkûm olma psikolojisiyle sosyal çalkantılar yaşama riskini önlemeye değil, aynı zamanda sosyo-politik kültürün dönüşümüne vesile olacak şekilde siyasi hatların evrensel normlara itaat konusunda vaatlerinde durma ve toplumsal güveni gerçek manada yakalama fırsatını da onlara sunmuş olacaktır.
Seçim sath-ı mailinde hangi stratejiyi uygularsanız uygulayın gün gelip unutulur. Elbette bu durum stratejiyi önemsiz kılmaz, stratejinin kendisi de misyon ile uyumlu olmalıdır.
Önümüzdeki seçim iç içe geçmiş katmanlarıyla tam da bu hedefe matuf bir içeriğe sahip. Türkiye önemli bir dönemeçten geçiyor; hatta miladi bir kırılmanın eşiğinde olduğumuz herkesçe malum. Siyasetten beklenenin, üç safhadan oluşan seçim süreci, geçiş süreci ve sistemik dönüşümün gereklerine uygun davranmak olduğu çokça dile getirildi, tartışıldı. Ülke ve devletin ihtiyacı olan değişim kodlarının tüm tahfif çabalarına rağmen doğru kavranıp sürecin doğru yönetilmesi çok önemli.
Altılı Masa yavaş ama temkinli ilerleyişinde başından bu yana çeşitli şekillerde eleştirildi. Kimi haksız ve Masa’yı gerekirse dağıtmaya matuf acımasız; kimi, Masa’nın daha iyi nasıl yol alabileceğini, ne tür bir görüntü vermesi gerektiğini, topluma geçişkenlik sağlama yöntemlerini tartıştı.
Masa’nın Karşısında 20 Yılda İnşa Edilmiş Bir Hikâye Var
Masa’nın 20 yıllık bir iktidar ve Erdoğan hikâyesinin karşısına kurulmuş olmasının zorluklarını elde bir görmek gerekmekte:
Bu öyle bir hikâye ki; onun da başlangıcı ülkenin devrimsel metot ve içeriklerle dönüşümünü talep ederek başlamış, bir hayli yol katetmiş ve baş icracı görünümündeki liderlik halk nezdinde hatırı sayılır bir marka oluşturmuş durumda.
Bu öyle bir hikâye ki; hikâyenin halihazırda dışında kalmış ve ayrı partiler kurmuş olanlar, geçmişteki kendi başarılı icraatlarıyla halk nezdinde yarattıkları kahraman ile onunla güçlü bir duygudaşlık kurdukları bir toplumsallık arasına girme çabası gütmekteler.
Bu öyle bir hikâye ki; ötelenmişlikleri sadece kimliksel değil ekonomik olarak da onaran bir kurtarıcı lidere sımsıkı sarılma geleneği, kurumsallıktan ve siyasi normların kavranıp ahlak edinilmesinden çok daha ötelerde. Geleneksel öğretilerde o bağı oluşturan umdeler nelerse, çağdaş siyasette de geçerli olan o.
Geleneksel değerler üzerine kurulu duygudaşlığın oluşturduğu kültürü, sadece akılcı ve bilimsel yöntemleri ileri sürerek aşamazsınız. Akılcılık ve bilimsellik şiarınız bile olsa hamasete de gerekli ve gerçekçi biçimde yer açan yöntemler geliştirmek zorundasınız. Bir yandan ülkeyi dönüştürme çabasının ufuklarına bakarken, diğer yandan kendi önünüzdeki gerçekliği yok sayma lüksünüz yok. Zira “Güven” dediğimiz olgu da, denenmişlik, tecrübe edilmişliklerden ziyade bu gerçeklikle bağı sorunlu atmosfer üzerine oturuyor. “Güven”in sahici kodlar ve sistemik bir düzen üzerine oturması değil, kültürel beklentilerin karşılanmışlığıyla değerlendirilmesi söz konusu. Yani akıldışılıktan değil kendine göre rasyonalitesi olan bir olgusallıktan söz ediyoruz. Yaşanmışlıkların geleceğin korkularına payanda yapılması yabana atılır bir durum değil. Onunla içeriden konuşacak bir dile ihtiyacı var. O dilin de kendini ispat edebileceği zeminlere.
Sırat Köprüsü İnceliğindeki İkna Süreçleri Hata Kaldırmaz
Bu 20 yıllık hikâye öylesi vazgeçilmesi güç zeminler üretti ki; o muhafazakâr zihnin rasyonalitesi de bilinmez olanın bilinen karşısındaki şansının düşük olması gerçeğine göre işliyor. Muhayyel sözleri seçim sath-ı mailinin ihtiyacı gibi görüyor. Alışkanlıkları terk etme korkusunu, rızık endişesi güttüğü alanları hepten kaybetme riskini ve kriz ve kaosa sebebiyet verebileceğini düşündüğü çoklu koalisyon gerçeğini iç içe geçirerek düşünüyor. Ama daha da ötesi, ciddi manada iddialı olanların, sözlerindeki yüceliklerin karşılığı olması beklenen güveni kendisine geçirememeleri esas mesele.
Yani Masa, bırakın bu insanların zihninde yeni istifhamlar oluşturmayı, bu verili durumu dönüştürecek formüller geliştirme zorunluluğuyla muhatap. Değilse; “gerektiğinde ‘öteki’ye karşı bizim haklarımızı savunacak olanlar o Masa’da” diye düşünmez. “Bakın gördünüz mü, siz bile yarattığınız birlikteliğe tam olarak güvenmiyorsunuz ama benden o güveni bekliyorsunuz” ya da “Siz orada olsanız ve iyi niyetli olsanız bile endişelerimizi ortadan kaldırmaya gücünüz yetmeyecek” diye düşünür. Hepsinden ötesi, Masa’ya biçilmiş olan misyona halel getirir; o misyona dikkat kesilmiş olanların moralini dumura uğratır. Buna bir de Masa’nın misyonunu ve geleceğin Türkiye’sinin ihtiyacı olan normları kavramamış zihinlerin “şu şu parti ve liderler o masada ne arıyor?” demelerinin memnuniyetsiz ama endişeli muhafazakârlar üzerinde yarattıkları etkileri katalım. Bunların elini güçlendirici hatalar yapmak demek, iktidar propagandalarının da tuzağına düşmek anlamına gelir. Son “kriz” tartışmalarında kutuplaşmadan nemalanan ve kendi namına olduktan sonra vesayetten şikâyetçi olmayan bu her iki kesimin nasıl pişti olduklarını hep birlikte müşahede ettik.
Bir yanda muhalif toplumsallığı, sürecin yeni bir despotizme evrilmesine asla izin verilmeyeceği, sarmalın devamı halinde hep birlikte kaybedeceğimize iyiden iyiye ikna edeceksiniz; öte yanda endişeli muhafazakârları bir kayıp ikliminin yaşanmayacağına dair mutmain kılacaksınız. Hem de her iki tarafta da, haklı-haksız sebeplerle kabaca 20 yıllık bir birikmişlik söz konusu iken. Çok ama çok zor bir misyon bu! Yaşanmışlıkları öteleten; negativite yüklü siyasi tarihe birkaç aylığına “pause” yaptıran; kitlelerden sabır talep eden; bir arada yaşamın getireceği bilinmezliklerin kırmızı çizgilere zarar vermeyeceğini garanti etmeye çalışan; bildiklerini sorgulama, ezberlerini gözden geçirme tekliflerini mümkün hale getirmeye, intikamın hissinin kaybettirici, intikam korkusunun yersiz olduğuna ikna ettirmeye çalışan bir süreç!
Bir de bunların üzerine Masa’daki aktörlerin bunu gerçekten isteyip istemedikleri sorusunun zihinlerde karşılık bulmamış olmasını ekleyin. Öyle bir süreç düşünün ki, Masa’daki partilerin tabanları da sürece ilişkin tam bir mutmainlik içerisinde değil. Sadece kararsız seçmenlere değil, henüz kendi teşkilatlarınıza inandırıcı gelmekte zorlanmaktasınız. “Biz şu konularda böyle düşünenlerle nasıl uzun soluklu yol alacağız? Hele şu seçimler bir geçsin sonrasına bakarız” diyenlerin hiç de az sayıda olmadıkları malum. Bunlar içinde elbette kendi kısa vadeli gelecekleri dışında hiçbir ideali makul karşılamayanlar da var. Partilerinin sayısal çoğunluğundan istifadeyle elde etmek istedikleri konumların hayalini kuranlar; ideolojik birliktelik içinde oldukları seçmenlere, mahalli organizasyonlara geleneksel çizgilerinin dışına çıktıkları görüntüsü vermek istemeyen ataerkiller ve siyaseti nefsinin hizmetine koşan daha niceleri. Toplumsal dönüşümün yıllar içinde dejavulerle sarsıldığı gerçeğinin nasıl ortadan kalkacağını kavramakta zorlanan kesimlerin Meclis’te çoğunluğu elde etmek, liderliği de devirmekten öte bir bilinmezliği sindirememişlikleri de cabası.
Kendi Seçmenine Normalleşmeyi Aşılayıp, Türkiye’nin Bütününe Umut Vermek Zorunda Olan Bir Masa
Masa henüz kurulurken yaptığımız uyarıları içeren iki makalede (6’lı Masa Korkusu I-II) Masa’nın misyonuyla birlikte “5 benzemez”; “7. Ayak”; “Eskiyi pazarlıyorlar” eleştirilerinin ne anlama geldiğini ve nasıl aşılabileceğini; Masa’nın farklı toplum kesimlerine nasıl güven verebileceğini ve partilerin tabanlarıyla ilişkilerinde üzerlerine düşen sorumlulukları masaya yatırmaya çalışmıştık.
Detaylarını incelemeyi okuyucuya bıraktığımız o taleplerin bir kısmı sahaya yansıtılmaya çalışılsa da; bir kısmının ancak seçimlerden sonra kendisini ispat edebileceği gerçeği de bu süreçte ortaya çıkmış oldu. Masa, iktidarın bugüne nazaran daha zayıf olduğu ve ivme kaybettiği bir zamanda kurulduğu halde birkaç ay içinde iktidarın en başta “seçim ekonomisi” üzerinden yaptığı ataklar ve tüm düğmelere aynı anda basma siyaseti üzerinden önemli ölçüde toparlanması, Masa’nın elindeki avantajları kullanamamasıyla birlikte aday tartışmaları, toplum nezdinde (özellikle kararsızlar) seçimler sonrasında Masa’nın “yapabilirliği” üzerinde şüpheler oluşturdu. (Mesela, İmamoğlu’na yargı darbesinin hemen öncesinde Erdoğan’ın “seçilebilirlik” popülaritesi ilk defa eksiden artıya geçti.)
Masa, kendi rutinini sabırla işlettiğini savunsa, komisyonların büyük bir özveriyle çalıştığını sürekli ikrar etse de, iktidarın propaganda gücü ve “yapabilirlik” etkisine karşın topluma ondan daha güvenilir bir görünürlük yetisi sunamadı. Lakin her türlü haklı-haksız eleştiriye ve eksikliklere rağmen liderler Masa’nın önemi, ciddiyeti ve birlikteliğinden taviz vermeme konusundaki kararlılıklarını topluma geçirdiler. İktidar da zaten bu kararlılığı gördükçe okları iyiden iyiye Masa’ya, Masa’nın dağıtılmasına, sadece Kılıçdaroğlu ile değil artık tek tek liderler ile cepheden uğraşma yönelimine girdi.
Bir yıl öncesinden bugüne hızlıca bir eleştirel panorama sunarsak;
- Tek tek partilerin tabanlarından baskılamayla gelen “Siyasetsizlik” eleştirilerini bir kenara bırakıp yekvücut davranma, birliktelik sergileme, ortak miting düzenleme konularında çok daha önceden ön alınabilirdi.
- Masa’daki liderlerin hem Masa’nın aktörü hem partilerini tatmin etmekle görevli liderler ikilemini aşacak düzeyde bir yol haritası belirlenmiş olmalıydı. Liderler bu minval üzere “Ben değil biz” söylemleriyle siyaset yapmaya alışmalı ve topluma güven aşılayıcı bir tarz-ı siyaset edinebilmeliydiler. Komisyonların çalışmalarıyla bu sürecin at başı gitmesi mümkündü. (Nitekim hem tabana “Merak etmeyin kırmızı çizgilerden taviz yok, değişmek zorunda değilsiniz” mesajı verip hem “Yepyeni bir ülke inşa edileceğine kararsızları ikna edip” hem de “Seçimler sonrası hep birlikte yöneterek ilerleyeceğiz” ideallerinin topluma geçmesi başlı başına zorluydu. Tabanlara, “İlk madde üzerinde olmazsa olmaz şekilde sorgulamalar yapmak zorundayız” tarzındaki bir riski almadan ilerlemek mümkün değildi. Nitekim bunu yapmaya çalışan liderlerin inandırıcılık çıtası 20 yıllık hikâyenin kalın sis perdesini dağıtmaya yetmedi. Yani yapısal sorunlar üzerinde liderlerin ortak tutum alabilmeleri de iktidarın önce yükselttiği, bilahare kendi eliyle aşağı çektiği çıtaya, korkulara ve tabanların tepkilerine takıldı.)
- Ekonomi ve kötü yönetim konusunda Masa, partilerin kurulmazdan evvelki etkisini gösteremedi. Bunu yapabilmek için -o günlerde başat önerilerimiz içinde olan- iktidar henüz seçim ekonomisi stratejisine girişmeden Masa’nın, yoksullaştırılmış kitlelere “sandık gecesinin hemen ertesinde hayatınızda değişiklikler olacak” mesajını içeren “Mega Ekonomi Projeleri”ni sahaya sürmesi gerekiyordu. Bu strateji, seçim sürecine iktidar karşısında avantajlı girmeyi beraberinde getirecekti. Nitekim iktidar “kaynağı nereden bulacaksınız?” tartışmaları başlatacak ve her cevap kaynak israfını, yolsuzlukları, kötü yönetimi somut olarak toplum önünde tartıştırmış olacaktı. Muhalefet bu fırsatı kaçırdı. Devasa devlet imkânları elinde olan ve “benden sonra tufan” demekten de çekinmeyen iktidarın attığı her adımı arkadan takip etmek ve gölgede kalmak zorunda kaldı.
Bundan Sonra Ne Yapmalı?
Peki geriye doğru bir yıllık bu muhasebenin bize faydası nedir? Şunlardır:
- Gecikmesiyle ilgili pek çok haklı haksız bahanenin öne sürülebileceği bu reçete şimdi ziplenmiş şekilde uygulanmalıdır.
- Umutsuzluk vadeden ve geleceğe matuf istifhamlar oluşturacak söylemlerden uzak durulmalıdır.
- Masa’yı yıpratan ortak aday tartışmasına artık bir son verilmeli ve aday açıklanmalıdır. Açıklanır açıklanmaz ülkenin, Masa’daki liderlerin yardımcılığına ilişkin hangi mekanizmalarla birlikte nasıl yönetileceği, ortak aday tarafından topluma güven verir şekilde detaylandırılarak izah edilmelidir. (Birlikte yönetecek teknokrat kadrolar da bir an önce ilan edilmelidir. Bunun getirileri ve topluma sağladığı güven Malezya’daki seçimlerde de görülmüştür.)
- Ülkenin köklü yapısal sorunlarını ilgilendiren ama hal yolu ancak yeni dönemde mümkün olacak ve iktidar propagandalarına alan açacak çıkışlara son verilmelidir.
- Partiler, geçmişe dair “keşkeler”ini 100 küsur günlük sürecin gündemleri haline getirmekten geri durmalıdır.
- Şu mesele artık iyice kavranmalıdır ki; kendisinden destek beklenen, endişeli ama kararsız muhafazakâr kesimin şüphelerini bu seçim sath-ı mailinde izale etmek mümkün değildir. Bu ancak, seçimler sonrası süreçte gücün tahkim edildiği dönemde örneklik/şahitlik ortaya konarak sağlanabilecektir. Asıl merkezi proses orasıdır. Toplum, vadedilenin gerçekliğini asıl o zaman hissedecektir.
Bu şahitlik imtihanını veremeyen siyasi çizgiler tarihin dehlizlerine mahkûm olacaktır. Zira kutuplaşmadan bıkmış toplum kesimleri ve özellikle yeni nesillerin zihniyeti yeni dönemin kodlarıyla şekillenmektedir. Bunu karşılamayan ve toplumu sükutu hayale iten siyasi söylem ve hatlar ciddi darbe alacaktır.
- Dolayısıyla geçiş süreci Masa’nın ciddi bir sınavını oluşturacaktır. Bu saydıklarımız Meclis, başkanlık ve yerel seçimlerle ilgili herhangi bir aritmetik denklem için de geçerlidir. (Nitekim mesela İmamoğlu’na dönük haksız yargı süreci genel kitlede etki uyandırmış iken, yerel yönetimlerdeki işten çıkarmalar da toplum üzerinde ciddi menfi etkiler oluşturmakta; samimiyet sorgulamasında muhafazakâr muhayyile açısından haklılık içeren bir kriter olmaktadır. Muhalefet bu sorunu aşmak için “Yerel Yönetim Yasaları”nda ne türden değişiklikler yapılması gerektiği üzerine şimdiden düşünmelidir.)
- Demokratikleşmeyi ve hukuk devletini inşa konularında dejavu içerecek, toplumun canını yakacak her türlü tutum, yönelim ve karar ciddi bir testin konusu olacaktır.
- Muhalefetin avantajlı olduğu bir denklem muhafazakâr kesimlerin kaybolan değerler ve normlar konusunda daha etkin sorgulamalar yapabilmelerinin de önünü açacaktır. Bu fırsat, bir kesimin her şeyi kazandığı seçim ve yönetim sistemlerinin daha geniş kesimlerce, daha sağlıklı sorgulanmasını beraberinde getirecektir.
- Yani muhtemel bir siyasi değişim, sadece uçuruma gitmekte olan bir ülkenin -özellikle ekonomi alanında- doğru politikalar ve ehil kadrolarla kurtarılmasını ve bir beş yıl daha cehennem azabına mahkûm olma psikolojisiyle sosyal çalkantılar yaşama riskini önlemeye değil, aynı zamanda sosyo-politik kültürün dönüşümüne vesile olacak şekilde siyasi hatların evrensel normlara itaat konusunda vaatlerinde durma ve toplumsal güveni gerçek manada yakalama fırsatını da onlara sunmuş olacaktır.
- Bu maddelerden, yaşanması muhtemel fikir ayrılıklarının geçiş sürecinde bile büyütülmemesi gerektiği anlaşılabilmelidir.
Unutmamak ve hiç akıldan çıkarmamak gerekir ki; inşa edilmesi zaruri olan hususlar evrensel norm ve kurumları, ayrılık konuları ise geçmişten tevarüs eden ideolojik bagajları içermektedir. İkincisinde atılacak geri adımlar, birincisinin inşası halinde kazandıracakları karşısında önemsizdir. Matematik olarak da moral ve etik olarak da kazandıracaklarının getirisi ülkenin şiddetle ihtiyacı olan, tüm kimliklerin taleplerini kuşatacak, çağdaş aklın veri ve tecrübelerini rehber edinecek demokratik ve özgürlükçü merkez sağ ve sol yapılanmaların kavileşmesini sağlayacaktır. Toplumsal ve ideolojik hassasiyet noktalarımızın da bu kuşatılmış sinerji ve akla ihtiyaç duyduğu bilinci topluma geçtiğinde, bunu becerebilmek için yol alan çizgiler marjinal yaklaşımların zararlarını göremeyenlerin seslendikleri kitleleri de kuşatacaklardır. Kendini her şeyi açıklamaya kadir olarak konumlamaya yatkın 150 yıllık kalınlaşmış/kemikleşmiş ideolojik hatların çağa güncellenmesi zorunluluğu, kendini bir kez daha ve bu defa daha bilinçli tarzda dayatacaktır. Zira bu vizyoner akıl ve vicdanın politik gücünün gelişimi ve kurumsallaşması, ülkeye kazandırdıklarıyla notlanarak toplumda karşılık bulacak ve bir gelecek inşasını önümüze koyacaktır.