Altılı Masa’nın Anayasa Önerisi
Cumhurbaşkanının halkça seçilmesi, altı muhalefet partisi lider ve sözcülerinin uzun zamandan beri savundukları parlamenter rejim ilkelerine uygun, tarafsız ve sembolik yetkili bir Cumhurbaşkanı ideali ile bağdaşmamaktadır. Özellikle Cumhurbaşkanı ile TBMM çoğunluğunun ayrı siyasal eğilimlere mensup olması durumunda Cumhurbaşkanı, bu yetkilerini sistematik bir engelleme biçiminde kullanabilir.
Altılı Masa’nın 28 Kasım günü kamuoyuna açıkladığı anayasa değişikliği önerisi, pek çok bakımdan övgüye değer. Gerçekten farklı siyasal geleneklerden gelen ve farklı toplum kesimlerini temsil eden altı partinin bu kadar geniş kapsamlı bir mutabakata varması, Türk siyasal tarihinde bir ilktir. Üstelik bu mutabakat, basit bir hükümet sistemi değişikliğiyle sınırlı olmayıp bütün demokratların yıllardır haklı olarak şikâyet ettikleri birçok konuda makul çözümler önermekte. Öte yandan ilginçtir ki muhalif konumdaki bazı gözlemciler, öneriyi çeşitli açılardan eleştirmektedir. Benim kişisel eğilimim, bardağın boş tarafından çok dolu tarafına bakmak olduğundan bu eleştirileri ayrıntılı olarak ele alacak değilim. Bir istisnayla. O da Cumhurbaşkanının halkça seçilmesi tercihi… Çünkü bu tercihin, projenin özüne ve ruhuna ciddi şekilde zarar vereceğine inanıyor ve bu konudaki görüşlerimi belirtmeyi bir görev sayıyorum.
Altı muhalefet partisinin 28 Şubat 2022 tarihinde açıkladığı ve yeni anayasa değişikliği önerisine de esas teşkil eden Mutabakat Metni’nde (“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”) Cumhurbaşkanının nasıl seçileceğine ilişkin bir kural yer almamıştı. Anayasa değişikliği önerisinde ise halk tarafından seçim ilkesi benimsenmiştir. Önerinin 101’inci maddesine göre Cumhurbaşkanı, “doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır. Bir kimse ancak bir defa Cumhurbaşkanı seçilebilir… Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer. Görevi sona eren Cumhurbaşkanı, bir siyasi partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi veya denetçisi, bakanlar kurulu üyesi olamaz; seçimle gelinen herhangi bir siyasi görev üstlenemez.” Önerinin 102’nci maddesi de Cumhurbaşkanı seçimini iki turlu mutlak çoğunluk ilkesine göre düzenlemektedir.
Cumhurbaşkanının halkça seçilmesi, altı muhalefet partisi lider ve sözcülerinin uzun zamandan beri savundukları parlamenter rejim ilkelerine uygun, tarafsız ve sembolik yetkili bir Cumhurbaşkanı ideali ile bağdaşmamaktadır. Halkça, üstelik mutlak çoğunlukla (50+1) seçilmenin Cumhurbaşkanına güçlü bir demokratik meşruluk kazandıracağı kuşkusuzdur. Bu durum kendisini, yetkileri ne kadar sınırlandırılmış olursa olsun, mevcut yetkilerini kıskançlıkla kullanmaya sevk edecektir. Özellikle Cumhurbaşkanı ile TBMM çoğunluğunun ayrı siyasal eğilimlere mensup olması durumunda Cumhurbaşkanı, bu yetkilerini sistematik bir engelleme biçiminde kullanabilir. Halkça seçim, Altılı Masa liderlerinin ve sözcülerinin ısrarla savundukları “tarafsız” Cumhurbaşkanı idealini de tehlikeye atmaktadır. Seçim kampanyasının bir veya birden çok partinin örgütsel ve finansal desteği olmadan sürdürülebilmesi imkânsız gibidir. Evet, seçilen aday partisinden istifa edecektir. Ama yılların fikrî ve ruhsal bağlılığının iki satırlık bir istifa dilekçesi ile sona ereceğini sanmak bir hayaldir.
Altılı Masa’yı böyle bir sapmaya zorlayan sâik, belli ki, iktidar blokunun ucuz popülist demagojisinin seçmen kütlesi üzerindeki muhtemel etkisinden duyulan çekingenliktir. Oysa bu demagoji kolayca çürütülebilirdi. Halkın çoğunluğunun halen şikâyetçi olduğu ucube hükümet sisteminin ana unsurlarından biri, halkça seçilmiş partili Cumhurbaşkanıdır. 2007 yılında 367 krizinin etkisiyle bu yetki halka verilmiş olsa da son dört yıllık uygulama, bunun ülkeye büyük zararlar verdiğini göstermiştir. Hatadan dönmek her zaman için bir fazilettir. Üstelik Altılı Masa halkça seçimi kabul etmiş olduğu halde, iktidar blokunun seçkincilik, vesayetçilik, halk düşmanlığı tarzındaki demagojik saldırıları halen de aynen sürmektedir. Bu saldırılardan bu kadar endişe duyulduğu takdirde olumlu adımlar atmak çok zorlaşacaktır.
Nihayet önerileri eleştiren bazı yorumcuların, önerilen sistemin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem değil, bir yarı-başkanlık sistemi olduğu yolundaki iddiası da temelden yoksundur. Yarı-başkanlık sisteminin bir unsuru Cumhurbaşkanının halkça seçilmesi olmakla beraber, daha da önemli unsuru, onun tek başına kullanabileceği geniş anayasal yetkilere sahip olmasıdır. Altılı Masa’nın önerisinde böyle bir unsur yoktur. Nitekim Cumhurbaşkanının halkça seçildiği, fakat yetkilerinin sembolik ve temsilî düzeyde olduğu birçok Avrupa ülkesi (İrlanda, İzlanda, Avusturya, Finlandiya, Portekiz) siyasal bilimcilerin çoğunluğunca parlamenter rejim olarak kabul edilmektedir (Örnek; Maurice Duverger, “A New Political System Model: Semi-Presidential Government”, Arend Lijphart, der. Parliamentary versus Presidential Government, 1992, s. 142-149).
Sonuç olarak, Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerisi kesinleşmiş bir metin değildir. Önümüzdeki aylarda bu metin, çeşitli toplum kesimlerine tanıtılacak ve onlarla görüş alışverişinde bulunulacaktır. Seçimlerden sonra bu öneri resmî bir anayasa değişikliği teklifi olarak TBMM’ye intikal ettiğinde Komisyon’da ve Genel Kurul’da ifade edilecek görüşler ışığında gene birtakım değişikliklere uğrayabilecektir. Temennim, bu aşamalarda halkça seçim tercihinden vazgeçilip parlamentoca seçim ilkesinin benimsenmesidir.