Amerika’nın Korumacılığa Dönüşü Dünya İçin Ne Anlama Geliyor?

Amerika’nın serbest ticaret taahhüdü ilk büyük darbeyi, Donald Trump’ın dünyanın dört bir yanından gelen ürünlere gümrük vergisi koymasıyla almıştı. Buna rağmen sübvansiyonlarda halihazırdaki artışın getirdiği ikinci darbenin zararları bazı bakımlardan daha fazla.

amerika'nın korumacılığı

Bir an için uzak geçmişe gidelim. Yıl 2016. ABD’nin Ticaret Temsilcisi Michael Froman heyecanla harekete geçme çağrısında bulunuyor. Amerikalı işçi ve işletmeler, hükümetlerinin devlet yardımı ve diğer desteklerinden faydalanan firmalarla rekabet ediyor. Sayın Froman “Mesele, bu konuda ne yapacağımız” diyor. “Bu statükoyu kabul edecek miyiz yoksa var gücümüzle onu değiştirmeye mi çalışacağız?” Tercihi, ülkesinin onlarca yıldır izlediği ticaret politikalarına uygun olarak, ikincisi oluyor: Amerikalı ihracatçılara zarar veren ve küresel ticareti tıkayan sübvansiyonları yerle bir etmeye çalışmak.

 

Şimdi günümüze dönelim. Amerika’nın Sayın Froman’ın sorusuna cevabı tersine döndü. Biden yönetimi, diğer ülkelerin sübvansiyonları kesmesini sağlamaya çalışmaktan ziyade, Amerikalı yetkililerin bir zamanlar karşı çıktığı türden ve yerel içerik kurallarıyla tamamlanan kendi devlet desteğini yapılandırmaya temkinli olarak ağırlık veriyor. Yönetim, geçen sene yürürlüğe giren emsal mevzuat sayesinde, önümüzdeki 10 yıl içinde yarı iletkenler, yenilenebilir enerji ve diğer yeşil teknolojilere potansiyel olarak 1 trilyon dolardan fazla nakit yağdırmaya hazırlanıyor. Yetkililer bu paranın nasıl dağıtılacağı meselesine girmeye başladı; yeni yönetmeliklerden bazıları 1 Ocak’ta yürürlüğe girdi.

 

Washington’da hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi pek çok kişiye göre bu yeni yaklaşım sağduyulu. Amerika’nın endüstriyel temelini koruyabilmesinin, böylece yükselen Çin’den kaynaklanacak sorunları engellemesinin ve ekonomiyi yeniden yeşil büyümeye doğru yönlendirmesinin tek yolunun bu olduğuna inanıyorlar. Ancak Avrupa’dan Asya’ya Amerika’nın müttefiklerine göre bu değişim sarsıcı. Açık ticaret dünyasının gücü olduğuna inandıkları bir ülke, yön değiştirerek korumacılığa doğru büyük bir adım atıyor. Haliyle onların da buna karşılık vererek kendi sübvansiyonlarını artırma yolunu izleyip izlemeyeceklerine, paraya parayla karşılık verip vermeyeceklerine karar vermeleri gerekecek. Buradan çıkan sonucun küresel bir sübvansiyon yarışı olmasının getireceği dezavantajlar arasında parçalanmış bir uluslararası ticaret sistemi, tüketiciler için daha yüksek maliyetler, inovasyonun önünde daha fazla engel ve siyasi işbirliğine yönelik yeni tehditler olabilir.

 

Serbest Ticaretin Ölümü

 

Amerika’nın serbest ticaret taahhüdü ilk büyük darbeyi, Donald Trump’ın dünyanın dört bir yanından gelen ürünlere gümrük vergisi koymasıyla almıştı. Buna rağmen sübvansiyonlarda halihazırdaki bu artışın getirdiği ikinci darbenin zararları bazı bakımlardan daha fazla. “Serbest ticaret öldü.”: Washington’daki üst düzey Asyalı bir diplomatın sakınmadan beyan ettiği görüşü bu. “Bu temel bir oyun teorisi. Bir taraf kuralları ihlal ettiğinde, bir süre sonra diğerleri de kuralları ihlal eder. Olduğun yerde durmaya devam edersen kaybeden sen olursun.”

 

Sübvansiyonlar uzun zamandır Amerika’nın ekonomi düzeninin parçası da olsa, bu yeni planlar gerek ölçeği gerekse “önce Amerika” vurgusu nedeniyle dikkate değer. Sübvansiyonların önemli bir çoğunluğu vergi kredileri biçiminde geleceği ve bunların toplam büyüklüğü de şirketlerin ne kadar ürettiğine bağlı olduğundan, tam olarak fiyatlandırılmaları mümkün değil. Yine de muazzam bir kümülatif etkisi olacak. Federal hükümetin yatırım çılgınlığı çoğu kişinin beklediği gibi önümüzdeki 10 yıl içinde yılda 100 milyar dolara ulaşırsa, pandemiden önceki 10 yıldaki sübvansiyon toplamını yaklaşık ikiye katlamış olacak. Bir banka, Credit Suisse, Amerika’nın güneş enerjisi panellerinin 2020’lerin sonunda dünyanın en ucuz panelleri olabileceği görüşünde.

 

Serbest ticaret savunucularına göre sübvansiyonlar başlı başına kötüdür: Bir ülke tarafından üretilen malları suni olarak daha ucuz hale getirerek ekonomide verimliliği düşürür. Amerika’nın yeni sübvansiyonları ise alıcıların yerel içeriğe ilişkin asgari koşulları sağlamalarını gerektirmeleri nedeniyle çok daha sakıncalı. Elektrikli araç satın almak için 7.500 dolarlık kredi kullanmak isteyen tüketicilerin, Kuzey Amerika’da monte edilmiş bir araba satın almaları gerekiyor. Krediye uygun arabaların akü bileşenlerinin de en azından yarısının Kuzey Amerika’da üretilmiş olması gerekiyor. Rüzgâr, güneş ve jeotermal projelerin tümü, Amerikan çeliği ve demiri kullanılacaklarsa daha fazla sübvansiyon alacak. Ürettikleri bileşenlerinin yaklaşık yarısı da Amerika’da üretilmiş olmalı. Liste bu şekilde uzayıp gidiyor.

 

Amerika’nın korumacılığa dönüşünün çok sayıda motivasyonu var. Hareket noktası Çin’in yükselişi. Amerikalı liderler bir zamanlar Çin’in berbat sanayi politikalarını dizginleyebileceklerine inanıyorlardı. Bu yöndeki umutları boşa çıktı ve yerini yarının teknolojilerinde bir rakibe bel bağlamamak için Amerika’nın kendi sanayi politikalarına ihtiyaç duyduğu görüşüne bıraktı. Siyasetçilerin COVID-19 pandemisinin başlarında tedarik zincirlerinin kesintiye uğrayacağına ilişkin endişeleri ve orta sınıf istihdamını artırma arzusu da bu görüşü güçlendirdi. Bir diğer neden de iklim değişikliği: Yenilenebilir enerjiye yapılan harcamaların Amerika’nın karbon emisyonunda sert bir düşüşe yol açması bekleniyor.

 

Bu mantığın zeminini oluşturan iktisadi düşünce kuşkulu. Siyasi momentumuysa şimdilik son derece kararlı. Bu da dünyanın dört bir yanındaki ülkeler için iki kritik soruya yol açıyor: Amerikan sübvansiyonları ne kadar büyük bir ekonomik tehdit? Ve buna nasıl yanıt verilmeli?

 

Cömertliğinle Öldür Beni

 

Amerika’nın aldığı önlemlerin asıl hedefi olan Çin bakımından bu soruların yanıtları oldukça açık. İhracat denetimi ve yaptırımlarla birlikte Amerika, sübvansiyonlarla Çin’den iş çekmeyi planlıyor. Bu da Çin hükümetinin kendi geniş endüstriyel sübvansiyonları da dahil olmak üzere kendine daha fazla güven duyma taahhüdünü güçlendiriyor.

 

Amerika’nın müttefikleri için ise yanıtlar daha karmaşık. Joe Biden Ağustos ayında Amerika’nın yeşil teknoloji sübvansiyonlarını (Enflasyonu Düşürme Yasası ile), yasalaştırdığında Avrupa’da övgüyle karşılandı. Amerika hiç değilse iklim değişikliği ile mücadele konusunda onlara katılmıştı. Amerika’da arabalardan süpermarketlere kadar her şey daha büyük olduğu için, Sayın Biden’ın finansal büyümeye gitmesi bu işin Amerika’nın tarzına uygun olarak yürütüldüğünü gösteriyor gibi algılandı. Ama artık öyle değil. Avrupa’daki ticaret uzmanları Amerikan sübvansiyonlarının kıtanın yeşil teknoloji hedefleri açısından felakete yol açabileceği tehlikesine dikkat çekti. Çok geçmeden bu endişeler her yere yayıldı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Aralık ayında, Enflasyonu Düşürme Yasası’nı Fransa “sanayiinin katili” ilan etti. Amerika’nın Asya’daki müttefiklerinin eleştirileri daha yumuşak olsa da oradaki politikacılar da ulus bazında sübvansiyonlara dönüşle hüsrana uğradılar.

 

Avrupa’nın daha öfkeli çıkışı kısmen zayıf bir konumda olmasından kaynaklanıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşın neden olduğu enerji krizi Avrupalı firmaları sert bir biçimde vurdu. Kıta, borularla getirdiği ucuz gazı sıvılaştırılmış pahalı gazla değiştirmeye çalışıyor. Doğal kaynaklarının bolluğu sebebiyle, Amerika’nın halihazırda düşük enerji fiyatları açısından bir avantajı var. Yeni sübvansiyonlar daha ucuz yenilenebilir enerji de sağlayabilir. Avrupa’nın yatırım kaybetmekte olduğuna dair anekdot niteliğinde kanıtlar da mevcut. İsveçli bir üretici olan Northvolt, Amerika’daki mevcut faaliyetleri çıkarına Almanya’da bir fabrika açma planını gözden geçiriyor. Bunu diğerleri izleyecek.

 

Bu yeni koşullara göre düzenlemeler yapmak bazı şirketler için bile endişe kaynağı. Tayvanlı çip üreticisi TSMC’nin kurucusu Morris Chang, Amerika’da üretim maaliyetinin Tayvan’daki maaliyetten yüzde 55 oranında daha yüksek olacağı görüşünde. İş farklı biçimlerde dağıtmaktansa iki misline çıkacak. Çip üreten devler, ileri üretimdeki uzmanlık ağlarının bozulacağından ve varlıklarını sürdürmelerini sağlayan teknolojik liderliklerinden vazgeçmek durumunda olacaklarından endişe duyuyor. Boston Consulting Group’un araştırması, dünya çapında birden fazla kendi kendine yeten yarı iletken tedarik zinciri oluşturmak için 900 milyar ila 1,2 trilyon dolar arasında yatırım yapılması gerekeceğini ve yıllık işletme maliyetlerinin 45 milyar ila 125 milyar dolar arasında artacağını ileri sürüyor.

 

En azından Amerika’nın yarı iletken sübvansiyonlarında, yeşil teknoloji sübvansiyonlarındaki yerel içerik kuralları yok. Amerika’nın müttefikleri şu aralar Amerika’yı yeşil teknoloji sübvansiyonlarına ilişkin kuralları yumuşatmaya ikna etmeye çalışıyor. Başkan Biden yatıştırıcı bir tavırla Amerika’nın kesinlikle “kendileriyle işbirliği yapanları dışlamak niyetinde olmadığını” öne sürüyor. Ancak pratikte kuralları yeniden düzenlemek kolay değil. Mevzuat, dolar miktarı, takvimi ve şartları belirtecek şekilde eksiksiz biçimde yazıldı. Kongre’nin resmi değişiklikleri geçirmesi gerekecek ki bu ideal şartlarda bile meşakkatli ve Temsilciler Meclisi işlevsiz olduğunda imkânsız bir iş. Bu nedenle olası düzenlemelerin önemsiz küçük değişiklikler olması muhtemel.

 

Teoride hükümetler Amerika’yı Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) taşıyabilir. DTÖ’nün yerel bileşen gerekliliği getiren sübvansiyonlara ilişkin yasağı açık. Yine de şimdiye kadar böyle bir meydan okuma isteği yok denecek kadar az. Kaybeden Amerika olursa bu karara karşı temyize gidebilir, artık DTÖ’nün tutarlı bir temyiz organı bulunmaması nedeniyle (Amerika’nın atamaları engelleme kararı yüzünden) dava sonlandırılabilir. Diğer bir yol haksız sübvansiyonlardan faydalanan Amerikan ihracatına gümrük tarifesi uygulamak olur. Buysa kötü bir hal alabilir, arabalardan güneş panellerine, hidrojenden yarı iletkenlere her şey işin içinde olacaktır.

 

Oyuna Girmek

 

Diğer hükümetler bunun yerine sübvansiyon yarışına katılıp katılmama konusunda haksız bir seçimle karşı karşıya. Kenarda kalarak izlemenin ekonomik bir mantığı var. Amerika vergi mükelleflerine pahalıya mal olan teknolojiler için ödeme yaptığında, bu teknolojilerin zamanla herkes için daha ucuz hale gelmesi gerekir. Amerika şirketlerine ne kadar para akıtırsa akıtsın tüm ürünlerde nispi bir üstünlüğe sahip olabilmesi mümkün değil. Asya’daki bazı yetkililer, kendi hükümetlerinin ve Avrupa’dakilerin itidalli davranacağına dair umudunu koruyor. Bir Japon yetkili, “Böylece Amerikalı olmayanların tümünün koşulları birbirlerine eşit olabilir” diyor.

 

Yine de daha fazla sübvansiyon isteyenlerin sesi baskın çıkmış görünüyor. Güney Kore’nin Çevre Bakanlığı’nın otomobil üreticilerine, ülkenin elektrikli araçlara yönelik sübvansiyonlarının, yabancı şirketlerin çoğu dışında, ülkede kendi servis merkezlerini işleten firmalarla sınırlı olabileceği konusunda bilgi verdiği bildirildi. Japonya kendi çabasıyla ileri yarı iletkenlerin üretimini canlandırmaya çalışıyor. Aralarında otomobil üreticisi Toyota ve elektronik firması Sony’nin de bulunduğu sekiz yerli firma, geçtiğimiz günlerde Rapidus adında yeni bir çip üretim firmasının kurulduğunu duyurdu. Hükümet Kasım ayında firmaya yarı iletken araştırmalarında kullanmak üzere 70 milyar yen (500 milyon dolar) fon sağlama taahhüdünde bulundu.

 

Avrupa’da politikacılar ve iş dünyası, hükümetlerin endüstriyi daha cömert bir şekilde destekleyebilmesi için katı devlet desteği kurallarında değişiklik yapılmasını istiyor. Bu kurallar Avrupa pazarının en büyük başarı öykülerinden biri olarak rekabeti yoğun tutmaya yardım ediyor. Buna rağmen Fransa ve Almanya’nın ekonomi bakanları Bruno Le Maire ve Robert Habeck Aralık ayında ortak bir raporda, stratejik sektörlere daha fazla ve daha hızlı yardım akışına izin vermek için değişikliklerin gerekli olduğunu ileri sürdü.

 

Ülkenin geleneksel ticaret stratejisinin oluşturulmasına katkıda bulunan Amerikalılar yeni yaklaşımının bumerang olacağından endişeliler. 2006-2009 yılları arasında ticaret temsilciliği görevinde bulunan Susan Schwab, Avrupa ve Asya’daki pek çok kişinin endüstriyel sübvansiyonlara ardına kadar kapı açıldığını görmekten oldukça memnun olacağını savunuyor. “Hiçbir zaman ticaret ortaklarımız kadar sübvansiyon sağlamayacak ya da onlar gibi birçok engeli kaldırmayacağız” diyor. “Yani kurallara dayalı bir sistemin bulunması ve kuralların uygulanması bizim çıkarımıza” diye ekliyor.

 

Bu görüş bugün Washington’da, ülkeyle ilgili önemli kararların alındığı salonlarda pek duyulmuyor. Şimdiki Ticaret Temsilcisi Katherine Tai sübvansiyonların sıkı bir savunucusu. Amerika’ya ve müttefiklerine nüfuzlarını en üst düzeye taşımak üzere yatırımlarını koordine etme çağrısında bulundu. Teorik olarak bu makul bir fikir. Amerika, Asya ve Avrupa’daki dostlarının Çin konusundaki sert politikalarına katılmasını istiyor; müttefikleriyse Amerika’nın güvenlik çatısının altında kalmayı sürdürmeyi ve ülkenin iklim değişikliği ile mücadeleye desteğini istiyor.

 

Yine de büyük bir içtenlikle dahi olsa koordinasyon işi şeytani bir zorluğa mahkûm. Amerika’nın yarı iletken üretiminde en önde olmayı istemesi gibi, Asya ve Avrupa’daki hükümetlerin de istedikleri var. Hepsinin ulusal şampiyonları var, kârlı olacağını düşündükleri bu işten pay almak için yarışan girişimlerden bahsetmiyorum bile. Amerika ve müttefikleri daha fazla yardım teklif ettikçe, bu firmalar da memnuniyetle tekliflere atlayacak. Bu süreçte, sınır dışındaki girişimler tekrarlanacak, kamu fonları israf edilecek ve işbirliği içinde olacağı düşünülen ülkeler arasında karşılıklı suçlamalar söz konusu olacak. Amerika’nın bir zamanlar neden sübvansiyonları savunmayıp karşısında olduğunu yeniden öğrenmek yüz milyarlarca dolara mal olabilir.

 

Bu yazı The Economist tarafından yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.