Anayasal ve Kurumsal Çürüme
Türkiye’de anayasal çürüme ile kurumsal çürüme arasında yakın bir karşılıklı ilişki gözlemlenmektedir. 2017 Anayasa değişikliği ile yaratılan tek-adam rejimi kurumsal çürümeyi hızlandırmış; kurumsal çürüme de rejimin tek-adamcı niteliğini daha da güçlendirmiştir.
- ERGUN ÖZBUDUN
- 10 Ocak 2022

Son yıllarda milletlerarası siyaset bilimi literatürüne giren kavramlardan biri de “anayasal çürüme” (constitutional rot) kavramıdır. Kavramı ortaya atan, ABD Yale Üniversitesi anayasa hukuku profesörü Jack Balkin olmuştur (“Constitutional Crisis and Constitutional Rot”, Graber, Levinson, Tushnet, der. Constitutional Democracy in Crisis, Oxford University Press, 2018). Yazara göre, “Anayasal çürüme ile birlikte siyasal sistemimiz aynı anda hem daha az demokratik hem daha az cumhuriyetçi hale gelir. Siyasal sistem daha az demokratik hale gelir; çünkü devlet iktidarı halkın görüşlerine ve halk iradesine karşı daha az duyarlı hale gelir. Siyasal sistem daha az cumhuriyetçi hale gelir; çünkü temsilciler artık kamu iyiliğini gerçekleştirmeye bağlı değillerdir; onun yerine, kendilerini iktidarda tutmaya ve nispeten küçük bir güçlü bireyler ve gruplar dizisini memnun etmeye çalışırlar.” Balkin, anayasal çürümeyi hızlandıran dört faktörü (kendi ifadesiyle “kıyametin dört atlısını”) şöyle sıralamaktadır: Devlet kurumlarına karşı güvenin zayıflaması, kutuplaşma, artan ekonomik eşitsizlik ve siyasal hezimetler.
Bu tablo, Türkiye’nin son yıllardaki manzarasına tıpatıp uymaktadır. Türkiye’de de kıyametin dört atlısı son derece aktiftir. Devlet kurumlarına ve bu arada yargıya olan güven çok aşağı düzeydedir. Kutuplaşma, yakın tarihimizde olmadığı kadar ileri seviyededir. Bunda iktidarın, her türlü muhalefeti en ağır suçlamalarla şeytanlaştırma stratejisinin rolü büyüktür. Gelir eşitsizliği korkunç düzeylere varmıştır. Nihayet siyaset yenilgilerine, ekonomiden eğitime ve dış politikaya kadar hemen her alanda rastlanmaktadır.
Bütün bu şartların sonucu olan anayasal çürüme pek çok alanda gözlemlenmektedir. Birçok anayasa kuralı, biçimsel olarak hâlâ yürürlükte olmakla birlikte, fiiliyatta uygulanmamaktadır. Tipik bir örnek, Anayasanın 153’üncü maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararları kesin ve yasama, yürütme ve yargı organları, idarî makamlar, gerçek ve tüzel kişiler bakımından bağlayıcı olduğu halde, zaman zaman yerel mahkemelerin bu kararları uygulamayı reddetmeleri, yüksek siyasi makamların da bu tutumu teşvik etmeleridir. Başka bir örnek, masumiyet karinesinin Anayasanın 15 ve 38’inci maddelerinde güçlü şekilde ifade edilmiş olmasına rağmen, neredeyse her gün Cumhurbaşkanı dâhil siyasi makam sahipleri tarafından ihlâl edilmesi, haklarında yargı süreci devam eden zanlıların peşinen suçlu ilan edilmeleridir. Bu örnekler kolayca çoğaltılabilir.
Bu anayasal çürüme olgusunun yanında, endişe verici başka bir olgu, kurumsal çürümedir. Gerçekten Türkiye, kökleri geç Osmanlı dönemine kadar giden güçlü bir devlet kurumları geleneğine sahiptir. Bunun tipik örneklerinden biri, 1869 yılında Fransız Devlet Şûrası modelinde kurulan ve bugünkü Danıştay’ın atası olan Şûra-yı Devlet’tir. Belli bir kurumsal özerkliğe sahip olan ve iyi yetişmiş, yetenekli bürokratlarca yönetilen bu kurumlar, çağdaş siyasal bilimin “yatay hesap verirlik” (horizontal accountability) mekanizmaları adını verdiği ve siyasal makamların takdirlerini bir ölçüde sınırlandıran önemli kurumlar oluşturmuşlardır. Bu gelenek tüm Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
Son yıllarda ise tam bir kurumsal çürüme gözlemlenmektedir. Yüksek mahkemeler dâhil tüm yargı organı, Merkez Bankası, TÜİK, BDDK, YÖK, Yüksek Seçim Kurulu, Diyanet İşleri Başkanlığı ve daha birçokları, bu kurumsal çürümenin örnekleridir. Bir zamanlar önemli fonksiyonlar ifa eden bu kurumlar, hâlen siyasal iktidarın arka bahçesi durumuna gelmişlerdir. Son günlerde ana muhalefet partisi liderinin TÜİK ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın dış kapısından çevrilmesi, BDDK’nin son dolar operasyonunu eleştiren yazar ve ekonomistler hakkında suç duyurusunda bulunması, Merkez Bankası ve TÜİK’in artık tebessümle karşılanan rakamları, bu durumun hazin örnekleridir.
Sonuç olarak, anayasal çürüme ile kurumsal çürüme arasında yakın bir karşılıklı ilişki gözlemlenmektedir. 2017 Anayasa değişikliği ile yaratılan tek-adam rejimi kurumsal çürümeyi hızlandırmış; kurumsal çürüme de rejimin tek-adamcı niteliğini daha da güçlendirmiştir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

ERGUN ÖZBUDUN
