Arafat: Bir Efsane ve Sonrası
Arafat’ı bir lider olarak müspet veya menfi kategoriye sokmak kolay değildir. Kimine göre o bir gerilla, terörizmin öncüsü, fırdöndü bir oportünist veya pragmatist ve sürgündeki bir göçebedir; kimilerine göre ise usta bir politikacı, kurnaz pazarlıkçı, efsanevi lider ve Filistin halkının kaderini yönlendiren kişidir.
Arafat’ın Çocukluğu ve Gençliği
Her ne kadar sırtındaki asker elbisesi Tunus’taki bir eskiciden alınmış olsa da yok edilmek, yutulmak istenilen dünyanın en eski milletlerinden birinin istiklal ve istikbal mücadelesini bütün dünyaya haykırmış ve dikkatleri buraya toplayabilmiş büyük bir general ve karizmatik bir liderdi. Kafasındaki bir veya iki çözüm yolunun bir sıkışmışlık olduğuna inanan, her zaman üç ve daha fazlasına sahip olan karmaşık ve derin bir liderdi. Onun düşüncelerinde net olan tek şey, Doğu Kudüs’ü içine alan bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulacağına olan sarsılmaz inancıydı. Nam-ı diğer Ebu Ammar, kendisini yeryüzünün en büyük halkının lideri olarak görmüştü.
Bir şehit çocuğu olmayı çok arzu etmiş olsa da Arafat, 4 Ağustos 1929 tarihinde peynir ve buğday tüccarı olan bir babanın evladı olarak Kahire’de dünyaya geldi. Arafat’ın babası Abdürrauf Arafat, Kahire’deki bir mülkiyet meselesi yüzünden 1927’de Mısır hükümetiyle giriştiği hukuk mücadelesini ve bu dava uğrunda 1927 yılında ayrıldığı Filistin’deki topraklarını kaybetmişti. Abdürrauf bir müflis olarak Filistin’e geri döndüğünde bütün yaşama arzusunu da kaybetmişti.
Abdürrauf Arafat öldüğünde çocuklarından sadece biri, Yaser Arafat, cenaze törenine katılmadı. Abdürrauf’un Filistin davasının değil de kendi mülkiyet davasının peşinden koşması Yaser’i çok kızdırmıştı. Sitemini, “Babam bana 2 metrekare Filistin toprağı bile bırakmadı” diyerek dile getirmiştir. Yaser, babası ve kendisi ile ilgili konuşmayı pek sevmezdi. Muhaliflerince kökeni ve doğum yeri olarak eleştiriye maruz kalmışsa da, kendisini anne tarafından Filistinli ve Kudüslü olarak görmüştür. Ama Filistin’de 1 metrekare toprağının ve evinin olmaması onu hep üzmüştür.
1933’te annesinin ölümü üzerine babası onu ve kız kardeşini Kudüs’e, dayısı Ebu Saud’un yanına göndermiştir. Ağlama Duvarı’na bitişik olan Saud’un evi, İngiliz mandasına karşı Kudüs müftüsü Hacı Emin el- Hüseyni’nin başlattığı karşı duruş ve dayısının bu hareketin içinde olması, Arafat’ın fikriyatının ve mücadeleci kişiliğinin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Filistin istiklalinin öncü isimleriyle bir nevi baba-oğul ilişkisi yaşayan küçük Arafat’ın bu hali, İngiliz mandacıların dayısının evini basıp bütün yetişkin erkekleri götürmesine kadar devam etmiştir. Baskın sırasında İngilizlerin bütün ev halkına ve iki küçük kardeşe karşı şedid tavırları, onun mücadeleci kişiliğinin şekillenmesinde derin iz bırakacaktır. Böylece korumasız kalan iki kardeş tekrar Kahire’ye, babalarına iade edilmiştir. Ancak Arafat, duygusuz bir baba ile üvey annenin yanında huzurlu bir çocukluk geçiremeyecektir. Onun dört yıllık Kudüs macerası işgalci terörüyle sonlansa da, Hacı Emin el-Hüseyni’nin ve dayısı Saud’un etkisi, Arafat’ın uzun soluklu davasının ve karizmasının temelini oluşturacaktır.
İlk eğitimine Kahire’de Faruk Koleji’nde başlayan Arafat, yumuşak huylu anlamına gelen Yaser lakabını da burada almıştır. Onun teşkilatçılığı ve liderlik yeteneği daha bu dönemde görülmektedir. Nitekim sokak çocuklarını asker olarak sıraya dizerek yürütüyor ve beceremeyene ceza veriyordu.
Arafat’a ilk mücadele ruhunu aşılayan Hacı Emin el-Hüseyni’nin Kahire’ye gelmesi, ona yeniden bir heyecan vermesinin yanında, siyasi eğitimini tamamlamasına da fırsat hazırlamıştır. Yaşı küçük olmasına rağmen İngiliz hedeflerine karşı saldırı planlarının hazırlandığı en mahrem toplantılara katılmıştır. Hacı Emin el-Hüseyni’nin emriyle daha 18 yaşındayken II. Dünya Savaşı’ndan kalan silahları toplamaya başlamıştır. 25 Mısır lirası ödeyerek köylülerden aldığı bir Alman tankının üzerine “Filistin’i Unutmayın” pankartını asarak, tankı Dışişleri binasının önüne çekmesi, onun sıra dışı bir kişi olduğunu göstermiştir.
1947’de Kahire Üniversitesi’nde mühendislik öğrenimine başladıysa da, Birinci Arap-İsrail Savaşı’nın çıkması üzerine öğrenimine ara verdi. Bu savaşta aktif olarak görev aldı. Savaşın ardından öğrenimine kaldığı yerden devam etti. Ancak okuldan çok siyasetle ilgilendi. Etkileyici lider kişiliği sayesinde 1952’de Filistinli Öğrenciler Birliği başkanlığına seçildi. Arafat bu yıllarda, Filistin’in özgürlüğünü ateşli biçimde savunan Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütünden de etkilenmiştir. Ancak o İhvancı ve İslamcı değildi. Bir taraf seçmedi. Onun tarafı Filistin’inin özgürlüğüydü.
1948 Birinci Arap-İsrail Savaşı’nda Filistin topraklarının çoğunun Yahudiler tarafından işgal edilmesi, onu derinden etkilemiştir. Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnâsır’a Filistin davası ile ilgili yüzlerce Filistinli öğrencinin imzasının bulunduğu dilekçeyi kendi kanını akıtarak vermesi, onun her hangi biri olmadığını gösteriyordu.
1956 yılına kadar Filistinli Öğrenciler Birliği başkanlığını yürüttü. 1953 yılında inşaat mühendisi olarak üniversiteden mezun oldu. 1956’da Mısır ordusuna katılarak Fransız ve İngiliz birliklerine karşı Port Said Abukir’de yapılan savaşlarda (Kanal Savaşı) patlayıcı madde ve sabotaj uzmanı olarak yer aldı. El-Fetih örgütünün çekirdeğini bu yıllarda oluşturdu. Ağustos 1956’da bir davet üzerine birkaç arkadaşı ile birlikte Uluslararası Öğrenci Kongresi’ne katılmak üzere Prag’a gitti. Toplantıya başında kefiye (bir tür ulusal Filistin başlığı) ile katıldı. Görünüşü ve konuşması ile dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. O her daim Filistin davasını güderken, kendisini de unutmamıştı. Onun Filistin davası ile bütünleşmesinde bunun da etkisi vardı. Artık Arafat, ulusal ve uluslararası alanda bilinen biriydi.
Dönüşünde örgütün çalışmaları için gereken parayı kazanmak amacıyla Kuveyt’e gitti. Sorun çözme, öne geçme, sorumluluk alma, yardım etme özellikleri onun siyasi geleceği hakkında büyük işaretler vermekteydi. Kuveyt’te bir yandan para kazanırken, öte yandan örgüt kurma çalışmalarına devam etti ve 1956 yılında bir eve topladığı arkadaşları ile el-Fetih’i kurudu. Böylece Filistin silahlı kurtuluş mücadelesi başlamış oldu. El-Fetih’in başında göstermiş olduğu liderlik yeteneği ile 1969’da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) başına geçti. Bu konum onun uluslararası politikanın ve yakın tarihin en önemli siyaset aktörlerinden biri olmasını sağladı.
Bir Lider Olarak Arafat
Ona ve onun etkisindeki arkadaşlarına göre, Arap devletleri askeri güç ile Filistin’i kurtaramayacaktı. Bu yüzden Filistinliler kendi geleceklerini kendileri tayin etmeliydi. Örgüt kendisini saklayarak ama pek çok alanda Filistin davasını ancak Filistinlilerin başarıya ulaştırabileceği tezinin yayılmasını sağlayan bir yol izledi. Filistinuna (Bizim Filistin) dergisinin öncü olduğu bu propagandanın fikri içeriğinin tamamına yakını Arafat’a aitti. Arafat, bir yandan bunu yaparken, öte yandan da Arap dünyasının her köşesine dağılmış Filistinlileri tek bir örgüt etrafında toplama çalışmaları yürütüyordu.
Filistin davası için bütün Arap ülkelerini fellik fellik gezen Arafat, el-Fetih’in tek bürosunu Cezayir’de açabildi ve örgütte gizli olmaktan çıktı. Ona göre İsrail’e karşı silahlı mücadeleden başka bir yol yoktu ve bunu da ancak Filistinliler yapabilirdi. Bu düşüncenin bir devamı olarak, 1965’te el-Fetih’in askeri kolu Asifa ile İsrail hedeflerine saldırı düzenledi. Bu olay, İsrail’e karşı Filistin davasında bir dönüm noktası oldu. Hedef, İsrail yok edildikten sonra demokratik ve laik bir Filistin Devleti kurmaktı. Bu saldırılarda ortaya konan kısmi başarı, Arafat’ın Filistin’i kurtaracak yegâne lider olarak öne çıkmasını sağladı.
Örgüt içinde Ebu Ammar adı ile tanınan Arafat, Suriye Devleti bilgisi dışında Suriye üzerinden İsrail’e saldırınca, kendisini hapiste buldu ve idamla yargılandı. Hafız Esad’ı Filistin hareketini lidersiz bırakmakla suçlayan Arafat, kendisine biçtiği değeri ve rolü de ortaya koyuyordu. Arafat ölümden kurtulsa da, Suriye Devlet Başkanı Esad ve diğer Arap liderler, ona hiçbir zaman güvenmediler ve birkaç kez suikast ile onu yok etmek istediler.
Hiç durmadı. Takma isimle Lübnan üzerinden İsrail’e saldırdı. Lübnan ordusunun eline düştü. İşkence gördü. Yine her zamanki gibi konuşturulamadı. Gerçek kimliği anlaşılınca özür dilenerek serbest bırakıldı. O hep yok edilmek istenmiş, ama gizli bir el her defasında onu kurtarmıştır. Esasında onu kurtaran ve vazgeçilmez kılan renkli kişiliğinde saklı karizmasıydı. Onu yok etmeye ant içenler, sıra yok etmeye gelince hep bir zayıflığa düşmüşlerdir. Buna İsrail de dâhildir.
Arap Birliği’nin 1967 Altı Gün Savaşı’nda İsrail’e karşı tekrar yenilmesi, onu muhakkak gerçekleşeceğine inandığı özgür Filistin davasından hiç caydırmadı. Savaş sonrası gezdiği cephelerde yenilgi konusunda vardığı sonuç; ‘Arap ordularının gerektiği gibi savaşmamış’ olmasıydı. Savaş sonrası gizlice girdiği Filistin’de ve diğer Arap ülkelerinde gerilla mücadelesini yeniden canlandırdı. Altı Gün Savaşı’nda Arap ordularının dağılmasına karşılık Arafat’ın Karameh’te başarı sağlaması, onu Filistinlilerin ve bütün Arapların gözünde bir umut haline getirdi. Filistin’le özdeşleşen Arafat’ın diğer bir adı Bay Filistin oldu. Aynı zamanda o artık uluslararası alanda da meşhur bir liderdi.
Bu durumu gören ve asla onu yolundan defedemeyen, ondan her zaman çekinen Mısır lideri Cemal Abdünnâsır, daha önce Mısır’dan kovduğu Arafat’ı FKÖ’nün başına geçirmeye karar verdi (1969). FKÖ liderliği onun siyasal hayatındaki en önemli yükselişlerden biridir. Arafat, o tarihten ölümüne kadar da bu görevini sürdürmüştür.
Arafat, yükselen siyasi ağırlığı sayesinde uluslararası arenada varlığını daha çok hissettirmeye başladı. 1977’de Mısır ile Libya arasında arabuluculuk yaptı. 1979’da İran’daki ABD’li rehineler krizinde İran-ABD arasında ve 1980’de İran-Irak Savaşı’nda söz konusu ülkeler arasında arabuluculuk yapmaya çalıştı. Aynı şekilde Kıbrıs sorununun çözümü için Türkiye-Yunanistan arasında ve Körfez Krizi sırasında Irak-Müttefikler arasında da aynı amacı güttü.
Filistinlilerin yoğun mülteci olarak yaşadığı Ürdün’den İsrail’e karşı mücadele veren Arafat, İsrail’den çekinen ve Ürdün’ü Filistinlilerle bölüşmek istemeyen Ürdün hükümetinin baskıları sonucunda, 1971’de Kara Eylül olaylarının da yaşanmasıyla FKÖ’nün merkezini Lübnan’a taşıdı. 1974’te Fas’ın başkenti Rabat’ta toplanan Arap Devlet Başkanları Zirvesi’nde, Filistin halkının tek meşru temsilcisi ilan edildi. Aynı yıl BM’ye gözlemci olarak davet edildi. Böylece egemen devlet statüsünde olmayan bir kuruluş, BM tarihinde ilk kez üyeliğe kabul edilmiş oluyordu. BM’de yaptığı konuşmada, barıştan yana ve bir devlet başkanı edasıyla, dünyada barışın yolunun bağımsız Filistin Devleti’nin kurulmasına bağlı olduğunu söyledi.
Lübnan’da iç karışıklıklar yüzünden Arafat ve FKÖ zor günler geçirse de, Arafat’ın liderlik kişiliği sayesinde örgüt daha da güçlenmiş ve yüzden daha fazla ülke ile diplomatik ilişki kurulmuştu. Arafat, 1981’de İsrail uçaklarının Beyrut’taki kampını bombalamasından yara almadan kurtuldu. 1982’de İsrail’in Lübnan’a saldırısında Beyrut’u iki ay müddetle savundu. FKÖ’nün Lübnan’ı boşaltmak zorunda kalması üzerine merkezini Tunus’a taşıdı. 1985’te Arafat’ın Tunus’taki karargâhına İsrail’in hava saldırısı, FKÖ üzerinde onun liderliği etrafında kenetlenmeyle sonuçlandı. Şartları çok iyi değerlendiren bir lider olarak Arafat, İslami örgütlerin 1988’de başlattığı intifadayı kendine mal etmeyi başardı.
1989’da FKÖ tarafından sürgündeki Filistin Devleti’nin başkanlığına getirildi. Bu tarihte silahlı örgüt mücadelesini reddederek İsrail’in varlığını kabul etmesi, onun uluslararası arenada meşruiyetini artırmışsa da, kendi halkı gözünde değer kaybına uğramasına neden oldu. Ancak 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Körfez Krizi’nde Filistin halkının isteği doğrultusunda politika yürütmesi, halkının gözünde değerini artırırken, uluslararası alanda onu zor durumda bıraktı. Yine bu tarihten sonra, Filistin sorunun çözümünün Filistinlilerin elinden çıkarak ABD’nin inisiyatifine geçtiğinin anlaşılması, Arafat’ın kurtarıcı ve birleştirici liderliğini oldukça sarstı. Uluslararası alanda meşruiyetini yeniden parlatmak için 1991’de kendisinden 34 yaş küçük olan Süha adında Hristiyan bir Arap kadınla evlenmesinin ne kadar onun lehine olduğunun cevabı ise belirsizidir. Bu evlilikten 1995 yılında annesinin adını verdiği Zehva isimli bir kızı olmuştur.
1994’te İsrail ile FKÖ arasında yapılan Eriha Antlaşması gereği Eriha’nın ve Gazze’nin işgalci İsrail tarafından boşaltılması ve sürgünün sona ererek Arafat’ın buralara gösterişli giriş yapması, onun hâlâ Filistin sorunun merkezinde olduğunu gösterse de, kendisinden hazzetmeyen İsrail ve Ürdün’ün komşuluğu, Filistin’in ekonomik sorunları ve özgür Filistin için İslami örgütlerin artan ağırlığı, Arafat’ın liderlik geleceğinde önemli belirsizlikler yaratmıştır. Ayrıca su paylaşımı, işgal edilmiş diğer bölgelerden İsrail’in çıkmaması ve nihai barışın veya çözümün ufukta görünmemesi gibi pek çok çözümsüzlük, İsrail’i yok ederek yerine Filistin Devleti sözünü vererek yola çıkmış olan Arafat’ın liderliğini ve güvenirliğini derinden örselemiştir. 1990’lı yıllar Arafat’ın devrimci söylemlerinin “gerçekçi” söylemlere evrildiği, konjonktüre göre politika belirlediği yıllar olmuştur. Bağımsız Filistin Devleti kuramamış olan Arafat, 1996’daki seçimlerle Filistin Milli Otoritesi’nin ve Filistin Yasama Konseyi’nin başkanı olarak son karargâhı olan Ramallah’a yerleşmiştir.
Camp David görüşmelerinin tıkanması ve başta Harem-i Şerif olmak üzere Filistin’e ve Filistinlilere İsrail’in tacizi, Arafat’ın büyük itibar kaybıyla neticelendi. Özellikle 2001 Aralık’ında başlayan ve 2004 Ekim’ine kadar devam eden Ramallah’taki başkanlık konutunun İsrail ordusu tarafından kuşatılması, onun kurtarıcı olduğuna dönük beklentilerin sönmesine neden oldu. Bu ağır psikolojik işkence sağlığını da bozdu. Arafat, tedavi için gittiği Paris’te askeri bir hastanede, 11 Kasım 2004’te 75 yaşında hayata gözlerini yumdu. Hem hastalığı hem de ölümü konusundaki şüpheler ise hiçbir zaman aydınlatılamadı. Ancak son günlerinde yakınında bulunan Filistinler, onu kısa sürede ölüme götüren sebebin gıdasına İsraillilerin zehir katmasından kaynaklandığını iddia etmişlerdir. Ölüm sebebinin belirtilmemiş olması, bu iddianın gerçek olma ihtimalini güçlendirmektedir.
Arafat’ı bir lider olarak müspet veya menfi kategoriye sokmak kolay değildir. Kimine göre o bir gerilla, terörizmin öncüsü, fırdöndü bir oportünist veya pragmatist ve sürgündeki bir göçebedir; kimilerine göre ise usta bir politikacı, kurnaz pazarlıkçı, efsanevi lider ve Filistin halkının kaderini yönlendiren kişidir. Onun içinde bulunduğu şartlar düşünüldüğünde, ikinci kısım onu tarife yakın durmakta ve bunu hak etmektedir.
Arafat Sonrası
Arafat’ın mücadele ile geçen uzun hayat hikâyesinin çeşitli aşamalarında birtakım değişimler ve çark etmeler olmasına rağmen, Filistin topraklarında bağımsız bir Filistin Devleti kurma ideali ile bütünleştirici liderlik yönü hiç değişmemiştir. Amacına ulaşmadan hayata veda eden renkli ve uzlaştırıcı kişiliği ile Arafat’ın ölümü Filistin siyasetinde belirgin bir boşluk meydana getirmiştir.
Hiçbir Arap lider ona güvenmemiş ve onu sevmemiştir. Zira Arap liderler, Filistin sorunu üzerinden kendi siyasi ikballeri için rant devşirmişlerdir. Bu yüzden Filistin sorununun Arafat ile bütünleşmesi onları rahatsız etmiştir. Ortada Arafat gibi karizmatik bir Filistinli lider olmamakla birlikte aynı sevimsiz politika Arap devlet başkanları için hâlâ caridir. Ancak bugün ortada Filistin halkını sürükleyen ve temsil eden bir Filistinli lider bulunmadığından, Arap devletlerinin Filistin politikası liderlik üzerinden değil, kurumsal olarak yürütülmektedir. Bu yüzden de Hamas ve Filistin halkının kurtuluşunu savunan diğer örgütler baskılanmakta ve yalnız bırakılmaktadır.
Filistinlilerin sözüm ona medeni dünyanın gözü önünde, üstelik onların ruhsatıyla yok edildiği bugünlerde, Yaser Arafat hayatta olsaydı nasıl bir manzara olurdu, bunun cevabını bilmek mümkün değildir. Ama karizmatik liderlerin ölümünden sonra bir süre boşluk oluşması, siyasette sıkça görülen bir durumdur. Büyük liderler en kritik ve en zor zamanlarda ortaya çıkarlar. Muhtemelen Filistin halkı bu zor zamanlarda yine etkileyici bir lideri bağrından çıkaracaktır; ama bu Arafat’ın bıraktığı ize hiçbir şekilde halel getirmeyecektir. Batılı yöntemlerle Batı’ya karşı ve laik devlet peşinde olmasıyla eleştirilmiş olsa da bir efsane lider olarak Arafat, Filistin tarihinde mümtaz yerini almıştır.