Arap Baharı Sona mı Erdi?

Onuncu yılında Arap Baharı kendisine koyduğu hedeflere ulaşamadı, aksine trajik biçimde bu isyanlar iç savaşların, vekalet savaşlarının, kitlesel şiddetin, mezhebi gerginliklerinin ortaya çıkmasına, ekonomik krizlerin derinleşmesine, devlet yapılarının çökmesine yahut isyanların öncesinden daha otoriter şekilde rejimlerin kendini ikame etmesine yol açtı. Bu kara tabloda bile Arap Baharına taziye yazmak için henüz çok erken.

Arap Baharı Sona mı Erdi?
Kahire'de Tahrir Meydanı'nda toplanan hükümet karşıtı protestoculardan bir kare. (2011)

Arap Baharı benzeri siyasal ve toplumsal süreçleri ve olayları değerlendirirken farkına pek varmadan düşülebilen tuzaklar var. Mesela tarihin muhakkak daha iyiye ve güzele akmak gibi bir ödevi varmış zehabıyla hareket etmek bunlardan biri. Bir çeşit teleoloji içeren bu bakış açısına göre ne olursa olsun Arap Baharı, kısa vadede değilse orta veya uzun vadede, müjdelediği sonuçları muhakkak doğuracak, doğurmak zorunda. Buna göre, kısa süreli spazmlar yaşansa da artık elde edilen demokratik kazanımlardan geri dönülemez. Cin şişeden çıktı bir kere. Arap halkları katılımcı ve adil siyasal ve iktisadi sistemlere doğru yürüyecek.

 

Bazen bu tuzağa tersten de düşülebiliyor. Tarihe pesimist bir gizil amaç yükleyen bu diğer okumaya göre ne olursa olsun ‘kötülüğün’ güçleri yolunu bulup galip gelecek, zaten çıkışı ‘şaibeli’ olan Arap Baharı’nı ademe mahkûm edecek ve Arap halkları alışageldikleri otoriter sarmal içinde yaşamaya devam edecekler. Arap İsyanlarının yaralı da olsa hayatta kalabilen yegâne demokratik tecrübesi olan Tunus’ta Cumhurbaşkanının anayasanın kendisine verdiği yetkilere dayanarak hükümeti ilga etmesi, parlamentoyu önce bir aylık süreyle tatil ettiğini açıklayıp ardından “bir sonraki duyuruya kadar” parlamentoyu süresiz tatil ettiğini ilan etmesi, yetkileri kendi elinde temerküz ettirerek merkezileştirmesi ve milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırması bu ikinci yaklaşımı pekiştirdi. Halbuki 18. Brumaire yazarınının meşhur ifadesiyle söylersek, “insanlar kendi tarihlerini yaparlar, ama istedikleri gibi değil, kendilerinin seçtikleri şartlar altında değil, zaten varolan, geçmişten aktarılan verili şartlar altında yaparlar.” Dolayısıyla Arap İsyanlarının gitmek zorunda olduğu bir istikamet yok, bu istikamet aktörlerin siyasal eylemleri ile o eylemlerin gerçekleştiği maddi şartların diyalektik ilişkisinden ortaya çıkacak.

 

Fakat teslim etmeliyiz ki Arap İsyanlarının onuncu yılını tamamladığı şu zamanda trajik bir momentteyiz. Çünkü siyasal katılım, sosyal adalet, insan onuru gibi evrensel talepleri bayraklaştırarak başlayan bir siyasal dalga daha da otoriter rejimler, iç savaşlar, daha fazla yoksulluk ve daha sistematik hak ihlalleri üretti. Peki bu Arap Baharı’nın iflas ettiğini mi gösteriyor? Arap Baharı başarısızlıkla mı sonuçlandı?

 

Arap Baharı Neydi?

 

Arap Baharı nihayete erdi diye düşünüyorsak bu soruya cevabımız katıksız bir evet olabilir. Fakat acaba Arap Baharı bir hadise miydi yoksa bir süreç mi? Süreç idiyse sona erdi mi yoksa halen devam ediyor mu? Arap Baharı’nın ilk etkileri ya sönümlendi ya da trajik biçimde başka ve daha derin problemlere yol açtı. İran Devrimi sonrası tohumları ekilen mezhebi renge bürünmüş Suud-İran güç çekişmesi daha geniş alanda ve daha kanlı biçimde ortaya çıktı. Suriye, Yemen, Libya ve Irak iç savaşa sürüklendi. Mısır’da otoriter rejim Sisi darbesiyle kendisini muhalefete hiç alan açmayacak sertlikte yeniden kurdu, ekonomik problemler derinleşti. Tunus’ta anayasal meşruiyet kılıflı bir siyasal darbe gerçekleşti. Tüm bu gelişmeler Arap Baharı’nın kısa vadede hedeflerine ulaşamadığını gösteriyor. Arap Kışı ifadesi bu sebeple yaygın bir şekilde kullanıma girdi. Fakat diğer taraftan 2018 yılında Arap Baharı’nın ikinci dalgası, ya da Arap Baharı 2.0 olarak nitelendirilen güçlü bir protesto dalgası başladı ve Sudan, Cezayir, Lübnan ve Irak gibi ülkelerin hepsinde iktidardaki isimlerin düşmesine sebep olacak kadar etkili oldu. Orta ve uzun vade için bu ne ifade ediyor?

 

Arap Baharı’na sebep olan yapısal unsurlar isyanların onuncu yılında yerli yerinde duruyor. Arap rejimlerinin ‘otoriter sosyal sözleşmesinde’ devlet vatandaşların siyasal rızasını ya da boyun eğişini istihdam, sosyal yardımlar ve gıda, enerji gibi alanlardaki sübvansiyonlar karşılığında satın alıyordu. Arap Baharı bu zımni sözleşmenin artık sürdürülemeyeceğinin, rejimler için ‘performans meşruiyetinin’ iflasının ifadesiydi. Arap Baharı’nın temsil ettiği idealleri etkisizleştirmeye dönük yürütülen ve bu kertede başarı elde eden karşı-devrimler, Körfez sermayesi maharetiyle bu otoriter sözleşmeye hayat vermeye çalışıyorlar. Bu girişimler derinleşen siyasal ve ekonomik krizle Mısır’da etkisini kaybetse de Sudan ve Tunus’ta etkinliğini sürdürüyor. Arap rejimlerinin beslemek zorunda oldukları nüfus hızla artıyor. Son birkaç on yıldır Arap ülkelerinin nüfus piramidinde bir ‘gençlik balonu’ oluştu. Artık istihdam edilmesi gereken eğitimli ve beklentileri yüksek bir genç nüfus var ve ekonomiler bu nüfusa istihdam üretemiyor. Dünyanın en yüksek genç işsizliği oranına sahip söz konusu ülkelerin rejimleri için bu durum en büyük istikrarsızlık kaynağı olmaya devam edecek.[1]

 

Ekonomileri ahbap-çavuş kapitalizmiyle yapılandırılmış bu ülkelerde takip edilen neoliberal yapısal reform politikaları devletlerin kamuda istihdam imkanlarını daralttığı gibi sübvansiyonları da azaltarak yüksek gıda fiyatlarına ve hayat koşullarının genel olarak pahalılaşmasına sebep oluyor. Covid-19 pandemisi Arap ülkelerinde zaten kriz halindeki bu ekonomik tabloyu daha da ağırlaştırdı.[2]

 

Arap isyanları ‘ekmek, özgürlük, sosyal adalet, insan onuru’ sloganları etrafında örgütlenmişti. Fakat artık Mısır’da otoriter rejimin kendini yeniden tesis etmesi ve Suriye, Yemen ve Libya’nın iç savaşa düşmesiyle ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel siyasal haklar berhava olmuş durumda. Otoriter rejimler beka stratejilerini ve muhalefeti sindirme taktik repartuvarlarını yeni şartlarda ‘update’ ettiler. Mısır internet üzerindeki kontrolünü artırdı, alternatif medyayı kapattı ve birçok gazeteciyi hapse gönderdi.[3] Körfez ülkeleri Arap dünyasının en yaygın sosyal hareketi olan Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan ederek tüm siyasal katılım ve değişim taleplerini güvenlikleştirdi.

 

Ayrıca Arap dünyasının son on yılında yaşanan tecrübe bir kez daha açıkça gösterdi ki otoriter bir rejimin çökmesi ile demokratik bir rejimin kurulması çok farklı iki süreç. Birincisi çoğu zaman ikincisi için gerekli olsa da yeterli değil. Toplumun artık taşıyamadığı bir rejimi alaşağı etmesi için gerekli olan toplumsal altyapı ve enerji ile farklı toplumsal grupların fiziki şiddete başvurmadan müzakere ve güç paylaşımını kurumsallaştırmalarını mümkün kılmaları için gerekli olan toplumsal, siyasal, iktisadi, kültürel, ideolojik ve uluslararası koşullar farklı.

 

Mesela, Mısır’da, ve kısmen en son Tunus’ta, diktatoryal rejimlerden kurtulmak için muhalefet cephesinde gösterilen ortak eylemlilik, yeni düzenin nasıl olması gerektiğine dair sorular gündeme gelince devam edemedi. Özellikle din-devlet ilişkisinin nasıl düzenleneceğine dair hususlar, mesela 2012 Anayasası’nda Ezher’in rolü ve kadın hakları gibi tartışmalar, bununla beraber Müslüman Kardeşler’in orduyla ve Selefilerle ilişkisi, meclis ve başkanlık seçimlerindeki değişken tavrı ve giderek Tahrir Meydanı ve sol-liberal muhalefetle arasına koyduğu mesafe, Müslüman Kardeşler hareketi etrafında toplumun bazı kesimlerinde evvelce var olan önyargıları ve ayrışmaları kutuplaştırma boyutuna taşıdı. Öyle ki, Mısır’ın liberal entelijansiyasının kahir ekseriyeti Sisi darbesini bir özgürleştirici devrim olarak selamladı. Bu grubun bir kısmı Sisi rejiminin Mübarek dönemini gölgede bırakacak kadar otoriter şiddete başvurması sonrasında pişmanlıklarını izhar ettiler, fakat ana kütle yine de Müslüman Kardeşler’i iktidara taşıyan bir demokrasidense askerin yönettiği bir otokrasiyi daha tercihe şayan buldu. Bu sebeple Mısır’da Arap Baharı’nın geleceği, diğer bir ifade ile Arap Baharı’nın şimdilik batan güneşinin ufukta tekrar belirip belirmeyeceği, İslamcı-seküler fayı ekseninde oluşmuş bu kutuplaşmanın muhalefet aktörleri tarafından izale edilip, mevcut otokratik rejimlere karşı ortak bir pozisyon alışa yönelip yönelemeyeceğine bağlı.

 

Değişim Talebi Eski Sistemi Tahkim Etti

 

Ortadoğu jeopolitiği de Arap Baharı’nın idealleriyle taban tabana zıt şekillenmiş durumda. Bir monarşiler kulübü olan Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri, başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere, Arap Baharı’nın katılımcılık talebini kendi rejimleri için hayati bir tehdit gördüler ve bu ideali her yerde söndürmeyi hedef edindiler. Mısır, Libya, Bahreyn, Yemen, Sudan ve en son Tunus’ta bu blok ya gerçekleşen devrimleri akim bıraktılar ya da gerçekleşmemesini sağladılar. ABD-İsrail çizgisinin desteğindeki bu devletler grubunun karşısında pozisyonlanan Rusya-İran çizgisindeki rejimler ve paramiliter unsurlar da Suriye’de olduğu gibi demokratikleşme taleplerinin önünü tıkadılar. Değişim taleplerini destekleyen Türkiye ve Katar bu her iki blok tarafından da tehdit addedildi. Körfez ülkelerinin henüz daha yeni yumuşayan Katar ablukası, Türkiye’ye karşı Akdeniz’de oluşan Mısır-İsrail-Yunanistan ittifakı bu tehdit algısına verilen tepkinin diplomatik sonuçlarıydı.

 

Bugün bu jeopolitik durum değişmiş değil. Sadece bölgesel aktörler değil, bölgeye dışarıdan müdahil olan küresel aktörler de demokratikleşme gibi bir gündemi kendi realpolitik hesaplarıyla çelişir buluyorlar. Bu da mevcut rejimlerin değişim dalgalarını bastırmak için dış destek yoluyla daha fazla kapasiteye erişebildiği anlamına geliyor. Fakat on yıl önce Arap Baharı başladığında da mevcut rejimlerin benzer bir dış desteğe sahip olduğunu gözönünde tutmak gerek. Dolayısıyla toplumsal rahatsızlık aktörler nezdinde değişim için ağır bedeller ödemeyi göze aldıracak boyuta ulaşınca devrimler yine ihtimal dahiline girebilir. Bu açıdan daha uzun vadeli bakıldığında, onuncu yılında sona ermiş bir Arap Baharını değil de, ilk on yılı geri gelen otoriter rejimler ve kanlı iç savaşlarla geçmiş daha uzun bir Arap Baharı sürecini görmek mümkün. Başta işaret ettiğim üzere bu daha uzun sürecin sonunda ne olacağıyla ilgili bir belirlenim bulunmuyor. Halklar bu rejimleri sırtlarından atabilir yahut bu rejimler değişim taleplerini soğurabilir ve baskılamaya devam edebilir.

 

Bu çerçevede dikkate değer olan hususlardan biri yapılan kamuoyu araştırmalarında Arap halklarında demokrasi talebinin halen yüksek olduğunun görülmesi. Mısır’da Sisi darbesinden önce bile halkta bir ‘Arap Baharı yorgunluğu’ vardı. Dışardan Arap Baharına coşkuyla bakan gözlemcilerden farklı olarak halk siyasal değişimin günlük geçim dertlerini kolaylaştırmadığını, hatta zorlaştırdığını ifade ediyordu. Demokrasiye geçiş sürecinin getirdiği siyasi ve ekonomik dalgalanmaların oluşturduğu belirsizliğe karşı halkta otoriter yönetime özlem hissi oluşabilirdi. Fakat yapılan çalışmalar Arap halklarının halen demokrasi talebinin yüksek olduğunu gösteriyor.[4] Geçen yıl Arab Barometer’ın yaptığı saha çalışmaları Arap toplumlarında zaten düşük olan hükümete güven oranlarının çok daha fazla düştüğünü, yolsuzluk algısının yüksek olduğunu, özgürlüklerin azaldığı algısının arttığını ortaya koyuyor.[5] Dolayısıyla Arap Baharı’na yol açan şartların devam etmesi ve hatta daha da ağırlaşması ve Arap halklarında katılımcı bir siyasete olan ilginin ve talebin halen devam etmesi gelecekte de bir siyasal hareketlenmenin olabileceği yönündeki fikri güçlendiriyor.

 

Onuncu yılında Arap Baharı kendisine koyduğu hedeflere ulaşamadı, aksine trajik biçimde bu isyanlar iç savaşların, vekalet savaşlarının, kitlesel şiddetin, mezhebi gerginliklerinin ortaya çıkmasına, ekonomik krizlerin derinleşmesine, devlet yapılarının çökmesine yahut isyanların öncesinden daha otoriter şekilde rejimlerin kendini ikame etmesine yol açtı. Bu kara tabloda bile Arap Baharına taziye yazmak için henüz çok erken. 2018 yılında başlayan ve küçümsenemeyecek siyasal sonuçlar üreten ikinci protesto dalgası da gösteriyor ki kalkışmanın yapısal şartları devam ettikçe isyan bir ihtimal olarak her zaman arka planda olacak. Arap Baharı bu kapıyı açtı. Fakat bu siyasallaşmanın 2011’deki gibi olmasını beklemek bir hata olur. Hem rejimler hem de halklar ve aktivistler için artık radikal bir şekilde dönüşmüş bir siyasal-toplumsal zemin var. Artık halklar hak ve katılım taleplerini sokağa taşıdığında devletin çökme ihtimalinin bedelini de hesaba katmak zorunda kalacaklar.

 

Mısır’da ve kısmen Tunus’ta İslamcı muhalefet ile seküler muhalefet arasında isyanların ilk dönemlerinde varolan beraberlik yerini sert bir ideolojik-sosyal kutuplaşmaya ve karşılıklı olarak birbirlerini suçlamaya bıraktı. Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da, Yemen’de ve Mısır’da etnik-mezhepsel-dini eksende gerilimler ve çatışmalar tırmandı. Halklar artık başlarındaki diktatörlerden kurtulduklarında herşeyin iyi olacağını düşünmüyor, fakat yine de demokrasinin ideal olmasa da en iyi yönetim biçimi olduğu fikrini koruyorlar. Tüm bu korkuları, bölünmeleri ve çekinceleri mevcut rejimler muhalefetin blok olarak hareket etmesini engelleyecek ve siyasal mobilizasyona ket vuracak şekilde kendi lehlerine maharetle kullanıyor. Arap dünyasında siyasal katılım, sosyal adalet ve insan onuru için mücadele edenler bu değişen ve ağırlaşan şartlar altında mücadelelerini sürdürmek durumunda olacaklar.

__

[1] https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—dgreports/—dcomm/—publ/documents/publication/wcms_737648.pdf

[2] https://www.arabbarometer.org/2021/06/fact-sheet-mena-region-economy/

[3] https://www.eff.org/tr/deeplinks/2021/01/many-arab-spring-isnt-over

[4] https://www.arabbarometer.org/wp-content/uploads/Democracy_Public-Opinion_Middle-east_North-Africa_2018.pdf

[5] https://www.arabbarometer.org/wp-content/uploads/AB_Domestic_Conditions_MEI_FINAL.pdf

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.