Arap Baharı Sonrası: Savaş Yorgunu ve Barışa Uzak Yemen
Husiler ve Suudi Arabistan arasında gerçekleşmesi beklenen barış, en azından bir ateşkes süreci doğurup halkın maruz kaldığı şiddeti azaltabilir; fakat Husilerin geri dönülemez şekilde Yemen’in en azından bir kısmını yöneten silahlı bir ideolojik güç haline gelmeleri, toplumun birliğine büyük manada zarar veriyor.
İngiliz siyaset insanı Alan Duncan’ın Arap isyanları sonrası Yemen’e dair söylediği sözler, yazı dizimizin ana temasını özetliyor: “Salih (dönemin devlet başkanı) gidene kadar hiçbir şey değişmeyecekti ama şimdi o gitti, pek bir şey değişmedi.”
Yemen’de Arap Baharı’nın etkisiyle başlayan siyasi hareketlilik sonrasında, lideri, toplumun yapısı, ekonomik düzeni, uluslararası işbirlikleri ve hatta ülkenin toprak bütünlüğü bile değişti. 2011 öncesi ve sonrasında ise aynı kalan çok temel ve yapısal bir sorun var: Bölünmüş ve güçsüz bir merkezi yönetimle başarısız olmuş devlet yapısı, beklentileri ve toplumsal yapısı farklı siyasi unsurları yönetemiyor.
Arap İsyanlarında Ne Oldu?
Dönemin devlet başkanı Ali Abdullah Salih, 2011 Ocak ayında başlayan, farklı toplumsal grupları ve STK’ları bir araya getiren barışçıl protestoların sonucunda, 33 yıllık hakimiyetini devretmeyi kabul etti. Kasım ayında Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin -temelde Suudi Arabistan’ın- arabuluculuğu ile bir geçiş süreci başladı. 2011 protestolarında devlet güçlerinin şiddetle karşılık verdiği durumlar oldu, fakat Salih hem görevini devretmeyi kabul edip hem de siyaseten aktif kalmayı tercih ederek, Arap Baharı’ndan etkilenen liderler arasında en ilginç tutumlardan birini sergiledi. Yemen Genel Halk Kongresi (GHK) başkanlığına geçti ve sonrasında vefatına kadar savaşın gidişatını etkileyecek hamleler yapmaya devam etti. Salih’in görevini, KİK’in de onayı ile yardımcısı Abdurrabu Mansur el-Hadi’ye devretmesi üç açıdan önemliydi.
Birincisi, Yemen’de nerdeyse yarım asırdır benzer siyasi elitlerin elinde olan temel kaynaklar ve güç döngüsü, ilk kez Arap isyanlarının etkisiyle başlayan sokak protestolarında geleneksel gruplar dışındaki çıkar grupları ve toplum kesimlerinin payına açılmıştı, fakat Hadi’nin devlet başkanı olması gücü yine statüko gruplarına devretti. Diğer bir deyişle, Yemen’de temel siyasi elitler, kuzeydeki kabilelerin liderleri, Salih’in işbirlikçileri, Islah hareketi temsilcileri, Yemen Genel Halk Kongresi’nin diğer bileşenleri ve Islah’ın da içinde olduğu Ortak Toplantı Partileri (OTP), siyasi manevra alanlarını Güney ayrılıkçılarına, Husilere, insan hakları savunucuları gibi STK temsilcilerine açmıyorlardı. Yemen muhalefeti ve iktidarı arasındaki çatışma ideolojik bir ayrılık değil, refahın/kaynakların paylaşılma yarışı idi. O nedenle, Arap Baharı’nda ilk kez politik alanda etkisi görülmeyen aktörler alenen tanınmışlardı. Bu durum uzun sürmedi ve Salih’in gitmesini sağlayan o muhalif, birlik havası yerini sözde bir geçiş sürecine bıraktı.
Diğer bir unsur, Suudi Arabistan’ın Yemen’in iç işlerine karışması ve kendi yönlendirmesiyle yeni sürecin belirlenmesi oldu. Protestocular karşısında oldukları, toplumsal gerçekleri okuyamayan yöneticilerin arkasındaki gücün etkisini azaltamadılar. Suudi Arabistan’ın komşusunda yaşanan bu demokratikleşme protestolarına en hızlı ve etkili biçimde müdahale etme çabası, Yemen’in herhangi bir güvenlik riski teşkil etmemesi için bir adımdı. Fakat KİK önderliğinde oluşturulan geçiş planı ve sonrasında yaşananlar, kendini izole hisseden grupların marjinalleşmesine ya da tamamen diasporaya taşınmalarına neden oldu, çünkü Suudi Arabistan’ın süreci kendi istediği siyasi gruplara güç vererek yönetmesi hem yeni bir öfke dalgası oluşturdu hem de pratik manada sorunları çözmedi. Örneğin bölgede Müslüman Kardeşler, rejimler karşısında ciddi manada baskıya uğrarken; Suudlar Islah’ı desteklemeye devam ettiler. Fakat gerek Husiler gerek Güney ayrılıkçıları, taleplerinin karşılanmaması noktasında daha aktif bir mevzilenme başlattılar. Bu nedenle, Yemen’de Arap Baharı sonrasında, Thomas Juneau’nun da belirttiği gibi, ‘ötekinin’ dahil olduğu bir siyasi müzakere ya da pazarlık olmadı, aksine elitler arasında bir güç değişimi oldu.
Üçüncü unsur ise, Hadi yönetimi ile başlayan bu elitler arası, toplumun taleplerini karşılamayan geçiş sürecinin, İran ve Suudi Arabistan müdahalesini artırarak üstüne Birleşik Arap Emirlikleri’ni de (BAE) denkleme ekleyerek bir iç savaş doğurması. Suudi Arabistan ve BAE’nin önderliğinde gerçekleşen askeri müdahaleyi ve sonrasında yaşadıkları yol ayrımını önceki yazılarda ele almıştık.
Ulusal Diyalog Konferansı
Salih’in imzaladığı geçiş süreci anlaşması kapsamında, iki yıl boyunca düzenli müzakereler yapması ve Yemen’in toplumsal huzuru için öneriler vermesi adına Ulusal Diyalog Konferansı başlatıldı. Arap Baharı’yla başlayan süreçte sivil toplum örgütlerini ve Yemen’de sistemsel bir değişiklik olmasını arzu eden aktörleri bir araya getiren Ulusal Diyalog Konferansı önemli bir girişimdi. Her ne kadar geçiş süreci statüko güçlerine devredilmiş olsa da, diğer aktörler düzenli olarak görüşerek fikir beyan ettiler. Fakat bu süreç başarılı bir sonuca evirilmedi, çünkü ne anlaşmanın öngördüğü gibi konferans temel dayanak noktası alındı ne yeni anayasa yazıldı ne de seçim yapılabildi. Konferans; AB, BM ve ABD’nin de desteğiyle, Yemen şartlarında marjinal kabul edilen temel hak ve özgürlükleri öncelediği müzakerelerin sonucunda, Ocak 2014’te, ülkenin altı bölgeden oluşan bir federal yapıyla yönetilmesinin hem Güney ayrılıkçıları hem Husiler hem de genel refah adına iyi olacağına karar verdi. Temelde Devlet Başkanı Hadi ve Husi lideri Abdülmelik el-Husi arasında görüşmeler sonucunda Ulusal Kongre’nin kararları uygulanamadı. Husiler onlara tanınan siyasi alanı ve hakları yeterli bulamadılar, Hadi hükümeti ise Ulusal Kongre’nin talep ettiği gibi tam anlamıyla kapsayıcı bir planı uygulama noktasında yeterli girişimde bulunmadı. Merkezi yönetim ve Husiler arasında çatışmalar arttı, ülke genelinde hem insani şartlar kötüleşti hem de siyasi gerginlikler tırmandı. Eski Devlet Başkanı Salih, Husilere katıldı ve Eylül 2014’te Husilerin başkent Sana’yı ele geçirmesiyle, Yemen’de yeni bir dönem başladı. Mart 2015’te Suudi Arabistan önderliğinde askeri müdahale devreye girince, Yemen’in Ulusal Diyalog Konferansı günleri ve Arap isyanları sonrası oluşan toplumsal uyanış yerini iç savaşa bıraktı.
Askeri Müdahale ve İç Savaş Yılları
Mart 2015’ten günümüze ise halkın nerdeyse yarısının açlık sınırının altında yaşadığı ve refah seviyesinin her manada düştüğü bir Yemen’le karşı karşıyayız. Üstelik yaşanan bu süreç, toplumsal yapıyı, tarihi ve kültürel değerleri tamamen değiştiriyor; Yemen’in kadim kültürünü yerle bir ediyor. Husiler ve Suudi Arabistan arasında gerçekleşmesi beklenen barış, en azından bir ateşkes süreci doğurup halkın maruz kaldığı şiddeti azaltabilir; fakat Husilerin geri dönülemez şekilde Yemen’in en azından bir kısmını yöneten silahlı bir ideolojik güç haline gelmeleri, toplumun birliğine büyük manada zarar veriyor. Uyguladıkları ulus-inşası minvalindeki sosyal ve eğitim odaklı politikalar, Suudi Arabistan tarafından yasal bir güç olarak tanındıkları takdirde çok daha uzun vadede Yemen’in yapısını etkileyecek. O nedenle, Yemen üzerine çalışan uzmanların da genel olarak belirttiği gibi öncelikle Husilerin silahsızlanması ve ülkede topyekûn bir refah seferberliği başlaması gerekiyor. Görünen o ki, Husilerin yoğun ideolojik etkisi ve silahlı gücü ancak BM, uluslararası kamuoyu ve Yemen diasporasının desteğiyle; ekonomik kalkınma, özgürlükler ve kişilerin ülke içinde sınırlar/yasaklar olmadan hareket etmesinin öncelenmesiyle kontrol altına alınabilir.