Sudan’ın başkenti Hartum’da krize giden yol, Şam’a doğru yola çıkanlar için bir ders niteliğinde. İster başkanlık saraylarında oturuyor, isterlerse askeri giysiler içinde olsunlar, tesir gücü, caydırıcılık veya hesap verme sorumluluğu olmayan diktatörlerle uzlaşmak trajik bir başarısızlığa davetiye çıkarmaktır.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan iki hafta önce Şam’a indiğinde (bu 2011’den bu yana Suudi bir yetkilinin Suriye’ye ilk ziyaretiydi) Beşar Esad’ın belirgin sevincinin milyonlarca Suriyeli için karşılığı endişe ve ihanete uğramışlık hissinden fazlası değildi. 10 yıldan uzun zamandır dışlanan Esad, yavaş yavaş yabancı heyetlerle görüşmeye başladı.
Prens Faysal, Esad’la resmi temasta bulunan ilk Arap bakan değil, ancak Suriye’nin tekrar Arap Birliği’ne kabulünün konuşulduğu bir zamanda böyle bir ziyarette bulunmuş olması oldukça önemli. Twitter’da ve Arap medyasında genellikle Suudi politikalarına alkış tutan yorumcular, Prens Faysal’ın ziyaretinden sonra hayli suskundu. Zira kabul etmesi güç, sert bir geri dönüş söz konusuydu.
Suudiler, 2012’de Tunus’ta gerçekleşen Suriye’nin Dostları zirvesinde dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a Suriyeli muhalifleri silahlandırması konusunda baskı yapmıştı. Heyetteki üst düzey Suudi yetkililerden biri bana Esad’ın işgalci olduğunu ve iktidardan düşürülmesi gerektiğini söylemişti. O yıl Suriye’de ölen isyancıların sayısı yaklaşık 10 bindi. O günden bu yana, büyük çoğunluğu rejim ve rejim müttefiki İran ve Rusya tarafından olmak üzere, en az 500 bin Suriyeli öldürüldü. 135 bin kişi Esad’ın zindanlarında kayıplara karıştı, milyonlarca kişi yerinden edildi.
Esad değişmedi, pişman da değil. Şu hâlde Arap bakanlar neden Şam’a ziyarette bulunuyor? Bu sorunun yanıtı reelpolitik: Esad ayakta kalmakla kalmadı, komşularının kendisi olmadan çözmesinin mümkün olmayacağı sorunlara da yol açtı.
Arap yetkililer kısa vadede, mültecilerin güvenli bir biçimde dönüşü konusunda Suriye ile işbirliği içinde olmayı umduklarını, Arap Birliği ile koordinasyon içinde bir BM mekanizması aracılığıyla bunun gerçekleşmesinin ihtimal dahilinde söylüyorlar. Ürdün ve Lübnan’da Suriyeli mülteciler ve onlara ev sahipliği yapan topluluklar arasındaki gerilim artıyor. Endişe uyandıran bir diğer sorunsa, Captagon olarak bilinen sentetik bir amfetaminin Suriye’den Ürdün ve Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Arap ülkelerine akışı. Suriye artık ekonomisi uyuşturucu ticaretine dayanan bir devlet olarak nitelendiriliyor. Captagon ticareti ise milyarlarca dolar değerinde. Geçtiğimiz yıl ABD Kongresi Captagon Yasası’nı çıkardı ve Joe Biden yönetimine “ulusötesi bir güvenlik tehdidi” olan uyuşturucu ticaretini engelleyecek bir strateji geliştirme çağrısında bulundu.
İki yıldan uzun bir süre önce Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile başlayan Ürdün ile devam eden Suriye’ye ilişkin siyasi girişimler şimdiye kadar sonuç vermedi. Bölgede ağırlığı olan bir ülke olarak Suudi Arabistan’ın şansı daha yüksek olabilir. Beyaz Saray, Esad ile normalleşmeye yönelik çabaları teşvik etmese de bu girişimler karşında güçlü bir duruş da sergilemiyor.
ABD son dönemlerdeki yakın zamanlı Suriye diplomasi çabalarına çoğunlukla katılmıyor. Bu, Esad’ın daha geniş bir uluslararası zeminde resmen yer alabileceğinin işareti değil, ki bunun da Batı’ya ahlaki anlamda bedeli oldukça yüksek olacaktır. Yaptırımlarla geçen yıllar ve ABD, Fransa ve Almanya’da adalet arayışında olan çifte vatandaşların açtığı davalar da Esad’a engel teşkil ediyor.
Almanya, orta düzey bir Suriye güvenlik yetkilisini savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan başarılı bir biçimde yargılayarak müebbet hapis cezasına çarptırdı. Esad’ın zalimane gözaltı ve işkence sisteminin diğer mimarları hakkında da (korkulan emniyet amiri, Esad’ın güvendiği emir eri Ali Memlük gibi) suçlamalar bulunmakta.
Bir de 2019’da ABD Kongresi’nin geçirdiği Sezar Yasası var. Bu yasa Suriyeli olmayanlar ve üçüncü tarafların da aralarında bulunduğu düzinelerce kişi ve kuruma kapsamlı yaptırımlar getirdi. Bu nedenle Suriye’de resmi işler yapmayı umanlar iki kez düşünecek.
Sudan ve Ömer Beşir
Esad önümüzdeki ay Riyad’da gerçekleşecek olan Arap Birliği zirvesine henüz davet edilmedi. Yeniden kabul edilse bile, bu tür adımların Sudan’ın Ömer Beşir’ini kurtarmadığını ya da ülkesine pek bir faydası olmadığını hatırlamakta fayda var.
Beşir, Uluslararası Ceza Mahkemesi hakkında tutuklama kararı yayınladıktan sonra bile 2017’de Ürdün’deki de dahil Arap Birliği zirvelerine katıldı. Hem de Amman Uluslararası Ceza Mahkemesi, Roma Statüsü’ne taraf olduğu halde. Beşir, 2018’de Şam’da Esad’ı da ziyaret etti. Bunlar itibarının sınırlarıydı. Sudan ancak Beşir görevden alındıktan sonra ABD’nin terörü destekleyen devletler listesinden çıkarıldı ve akabinde daha geniş bir uluslararası topluma yavaş yavaş yeniden entegre oldu.
Sudan’ın sivil hukuka geçiş süreci, barış müzakerecilerine dönüşerek Beşir’in devrilmesine yardımcı olan eski subaylarının birbirleriyle beklenmedik bir biçimde savaşa girmesi ile sekteye uğradı. Suriye’de başka bir ayaklanma olacağına dair herhangi bir işaret yok. Esad’ı düşürmek veya ülkenin kontrolünü ele geçirmek için mücadele etme ihtimali olan generaller de yok.
Yine de Sudan’ın başkenti Hartum’da krize giden yol, Şam’a doğru yola çıkanlar için bir ders niteliğinde. İster başkanlık saraylarında oturuyor, isterlerse askeri giysiler içinde olsunlar, tesir gücü, caydırıcılık veya hesap verme sorumluluğu olmayan diktatörlerle uzlaşmak trajik bir başarısızlığa davetiye çıkarmaktır.