Arda Turan: Galatasaraylılığın Sosyolojisi
Arda Turan’ın artık anlaması gereken şu: Galatasaraylılığın kurumsal kimliğiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir tercihi, üstelik kamusal bir şekilde afişe ederek hayata geçirirsen, Galatasaray Kulübü yöneticilerinin ve kongre üyelerinin seni bağrına basmasını bekleyemezsin.
Geçen hafta Perspektif’te yazdığım “Selçuk Tepeli: Bir Asabiyetin Sosyolojisi – II” başlıklı yazının sonunda “İçinde yaşadığımız ülkenin koşullarında ciddi iyileşmeler olmazsa, ben de yeni ‘Asabiyetin Sosyolojisi’ yazıları yazmaya devam edeceğim gibi gözüküyor” demiştim. Sözünü ettiğim yazıyı Salı gecesi gönderdim. Çarşamba sabahı uyandığımda sosyal medya Arda Turan’ın bir TV programında söylediklerini tartışıyordu yoğun olarak. Program, Candaş Tolga Işık’ın “Az Önce Konuştum” başlıklı söyleşisiydi. Hemen internetten söyleşiyi izledim. Ve şu an okumakta olduğunuz yazıyı “Arda Turan: Bir Asabiyetin Sosyolojisi – III” başlığıyla yazmaya başladım. Okuduğunuz aynı başlıklı bu yazının ikincisinin hemen ardından geleceğini tahmin etmemiştim doğrusu. Ama sizin de fark edeceğiniz gibi işin sonunda yazının başlığı değişti, çünkü konu Arda Turan’ın asabiyetinden Galatasaraylılığın ne olduğu meselesine kaydı. Umarım boşuna olmamıştır.
Arda Turan’ı ne zaman medyada görsem, dinlesem dolmuş, taşmanın sınırında bir genç insan görüyorum. Asla mutlu değil. Asabiyetinin kaynağının ülkesinde, futbol dünyasında, Galatasaray camiasında yeterince saygı görmemek olduğunu sanıyorum. Candaş Tolga Işık’ın programında da benzer bir tutum içindeydi Turan. Öfkesini kontrol edebiliyordu ama ne kadar dolu olduğunu da gizleyemiyordu. Programda bu yazıyı yazmama neden olan konu, Arda Turan’ın Galatasaray Spor Kulübü yönetimlerinin ve kongre üyelerinin kendisini hiç sevmediklerinden yakındığı bölümlerdi. Ne kadar iyi bir Galatasaraylı olduğunu söylüyor, Atletico Madrid’e transfer olurken kulübe kazandırdıklarından dem vuruyor, Galatasaray için yaptığı fedakârlıkları anlatıyordu. Ayrıca taraftarlar tarafından ne kadar sevildiğinden örnekler veriyordu. Ama Galatasaray yönetimleri ve kulüp üyeleri ona yeterince değer vermiyorlardı.
İki Galatasaraylılık
En sonda söylemem gereken şeyi şimdiden söyleyeyim: Bence Arda Turan iki Galatasaraylılığı birbirine karıştırıyor. Bunca yıl bu camianın içinde olup, hâlâ bunu fark etmemiş olmasını onun iyi niyetine veriyorum. Galatasaray futbol takımının taraftarı olmak anlamında bir Galatasaraylılık elbette var. Ama bir de 1868 yılında bir eğitimi kurumu olarak vücuda gelmiş bir geleneğe aidiyet olarak Galatasaraylılık var. Ve bu ikisi kesinlikle aynı şey değil. Hatta biraz paradoksal gözükse bile, bunların bazen birbirlerine zıt çizgiler olduğu bile iddia edilebilir. Aslında bu yazıyı Arda Turan’a açık bir mektup olarak da yazıyorum. Ona bu ikinci Galatasaraylılığın ne olduğunu anlatmak istiyorum. Ben, Galatasaray Lisesi mezunu olduğum, Galatasaray Üniversitesi’nde hocalık yaptığım için suyun o yanını çok iyi biliyorum. Elbette aynı zamanda bir Galatasaray futbol takımı taraftarıyım. Bu nedenle işin bu tarafından da haberdarım. Bu genç insana kurumsal Galatasaraylılığın ne olduğunu anlatarak belki onu biraz yatıştırmak istiyorum.
Uzun ömürlü kurumlar birçok refleksini, kurulmalarına neden olan koşullardan, kurucu iradenin niyetlerinden edinirler. Galatasaray sonuç olarak Osmanlı modernleşmesinin en önemli dönemeçlerinden biri olan Tanzimat’ın bir kurumudur. 1868 sonrası Galatasaray kurumlarının (lise, üniversite, spor kulübü, vakıf, dernekler vs.) tavır alma normlarını işte bu çerçevede ele almak gerekir. Tanzimat artık geride kalmıştır ancak bir Tanzimat kurumu olarak Galatasaray hâlâ Tanzimat dönemindeymişiz gibi, bir anlamda, genetik haline gelmiş refleksler gösterebilir. Çok güçlü ve köklü bir kurum olmanın en önemli göstergelerinden biri de, bileşenlerine olan hâkimiyettir. Galatasaray Lisesi mezunları, Galatasaray Kulübü üyeleri işte bu kurum olarak Galatasaray’ın Tanzimat’tan beri gösterdiği temel tutumlarla genellikle bütünleşirler. Aslında Galatasaray Lisesi mezunlarının Galatasaraylılık diye övündükleri bu kurumsal ideolojidir. Ve bunun Galatasaray futbol takımı taraftarlığıyla pek bir ilgisi yoktur. Elbette Galatasaray Spor Kulübü Ali Sami Yen tarafından lisenin bir sınıfında kurulmuştur, elbette lise mezunlarının büyük bir bölümü futbolda Galatasaray’ı tutarlar. Ama hepsi o kadar. Onlar için futbol taraftarlığı olarak Galatasaraylılık, kurumsal Galatasaraylılığın sadece bir parçasıdır, asla bütünü değil.
Daha önce bu iki Galatasaraylılığın çelişebileceğinden dem vurmuştum. Galatasaray’ın açmazı Tanzimat kökenli bir kurum olmakla, özellikle sosyal medya çağında iyice popülistleşmiş olan futbol taraftarlığı arasındaki hassas dengeyi yönetmek zorunda kalmasıdır. Son dönemdeki yönetimlerin bu konuda pek başarılı oldukları söylenemez. Bu yönetimlerin asıl başarısızlıkları sportif alandaki kararlardan çok Galatasaraylı madalyonunun bu iki yüzü arasındaki dengeyi tutturmaktaki acziyetleridir. Yani Arda Turan’ın Galatasaraylılık dediğiyle, onu pek sevmeyen Galatasaray yönetimleri ve üyelerinin Galatasaraylılık dedikleri aynı madalyonun aksi yüzlerdir. Turan’ın Galatasaraylılık dediği futbol taraftarlığıdır, forma sevgisidir. Diğerlerinin ise Galatasaraylılıktan anladıkları, bu yazıda açıklamaya çalıştığım kurumsal Galatasaraylılıktır.
Osmanlı-Türkiye modernleşmesinin sınıfsal çerçevesi Avrupa’da olduğu gibi aristokrasi, burjuvazi, işçi sınıfı gibi temel kategoriler üzerinden yürümemiştir. Osmanlı’da da Cumhuriyet’te de aristokrasi ve burjuvazi, iktidar merkezinin etrafında şekillenmiştir. Dolayısıyla bir zamanlar asker-sivil bürokrasi denilen bu zümre kolaylıkla sınıf refleksleri gösterebilmiştir. Galatasaray bu anlamda Osmanlı-Türkiye modernleşmesinin aristokrasisinin en önemli kurumlarından biridir. Hatta Galatasaraylılığın bir anlamda modernleşmeci bir devşirme aristokrasinin en önemli bileşenlerinden biri olduğu bile söylenebilir. Yani Galatasaray Türkiye modernleşmesinin seçkinci tarafını temsil eder.
Sözünü ettiğim söyleşi esnasında Candaş Tolga Işık, Arda Turan’a mealen şöyle bir serzenişte bulundu: “Arda, bu adamlık, delikanlılık jargonunu biraz abartmadın mı?” Turan ise bu çıkışı haklı buldu ve yine mealen şöyle bir cevap verdi: “Bayrampaşa sokaklarında büyümüş birinden ne bekliyordun?” Bence çok samimi ve hakiki bir cevaptı bu. Hatta bu cevabın gözlerimi yaşarttığını bile söyleyebilirim. Ama Arda Turan’ın artık anlaması gereken bu sosyolojik realitenin Galatasaray camiası için pek de tercih sebebi olmadığıdır. Galatasaray elbette memleketin dört bir yanından çocukların okudukları bir mekteptir. Buna Bayrampaşalılar da dâhildir. Ancak bir kez bu kurumun rahle-i tedrisinden geçtikten sonra o gençler artık çıktıkları mahalleye değil, Galatasaray’a aittirler. Boşuna devşirme metaforunu kullanmadım.
Bu asla şu demek değildir: Galatasaraylılık popüler, popülist insan hallerine çok yabancıdır. Örneğin Galatasaray kesinlikle erkek egemen bir kurumdur. Çocukluklarını ve gençliklerini bir lisede genellikle yatılı olarak geçirmenin bütün ârazlarını ömür boyu taşırlar. Ama diğer yandan bütün bunları yönetebilecek bir kapasiteye sahiptirler. Yani belki Arda Turan kadar samimi, hakiki değildirler, çünkü o hallerini kamufle etmeyi iyi becerirler.
Galatasaray’ın Hafızası Güçlüdür
Kurum olmanın bir temel özelliği de hafızadır. Köklü kurumların derin hafızaları olur. Hatta bazı kurumsallıkların hafızaları tarih yazımına da fazla paraleldir. Galatasaray’ın kurumsal hafızası da, daha önce belirttiğim anlamda Tanzimat’tan beri Osmanlı-Türkiye modernleşmesinin tarih yazımına paraleldir. Bunun anlamı Galatasaray’ın modernleşmeci, cumhuriyetçi bir kurum olmasıdır. Hatta bu cumhuriyetçiliğin parlamenter bir cumhuriyetçilik olduğu bile söylenebilir. Konuyu nereye getirmek istediğimi dikkatli okurlarım anlamışlardır.
Candaş Tolga Işık, Turan’a başkanlık sistemine geçiş için referandumda bu kadar aleni bir “evet” tavrı almanın ne kadar doğru olduğunu sordu. Turan ise Moğollardan beri Türk tarihini okuduğunu, bu başkanlık sistemine inandığını söyledi. Recep Tayyip Erdoğan’ı sevdiğini ve ona saygı duyduğunu ama desteğinin aslında siyasal değil, sisteme dair olduğunu ifade etti. Benim derdim Arda Turan’ın samimiyetini sorgulamak değil asla. Ben bir demokratım ve bir yurttaşın, bir oylamada mevcut seçeneklerden birini diğerine tercih etmesinde sorgulanacak bir şey görmem. Ancak Arda Turan’ın artık anlaması gereken de şu: Galatasaraylılığın kurumsal kimliğiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir tercihi, üstelik kamusal bir şekilde afişe ederek hayata geçirirsen, Galatasaray Kulübü yöneticilerinin ve kongre üyelerinin seni bağrına basmasını bekleyemezsin. Galatasaray’ın hafızası güçlüdür, kolay kolay unutmaz.
Şahsen Arda Turan’ın bu tip tutumlar almadan önce en azından çok sevdiği, saygı duyduğu bir başka efsanevi Galatasaraylı Fatih Terim’e danışmasını öneririm. 1974 yılından beri bu camianın içinde futbolcu, teknik direktör, divan kurulu üyesi olarak var olan Fatih Terim’in böylesine aleni bir politik tercih ortaya koyduğuna hiç denk gelmiş mi Arda Turan? Çünkü Fatih Terim kurumsal Galatasaray’ın genetik tercihlerinin, kendisinin muhtemel siyasi yönelimlerini ne kadar kaldırabileceğini bilecek kadar akıllı ve tecrübeli bir Galatasaraylıdır. Ben şahsen, malum referandum öncesi “evet” propagandası yapan bir video çekme önerisinin Fatih Terim’e gitmediğini hiç sanmıyorum. Terim kendini ait hissettiği camianın karakteristik özelliklerini göz ardı ederek bir tutum almayacak kadar idrak sahibi biridir. Kendi şahsi görüşü ne yönde olursa olsun.
Kurumsal Saygıyı Hak Etmek
Yazının bu noktasında sanırım Arda Turan hep yakındığı şeyin, yani çok iyi bir Galatasaraylı olmasına rağmen, kurumsal Galatasaray tarafından neden yeterince sevilmediğinin nedenlerini bir nebze olsun anlamıştır. Bir kuruma ait olmak istiyorsanız, bir camiaya sembol olmak istiyorsanız bütün bunları hesap etmeniz gerekir. Kurumsal saygıyı sadece attığınız gollerle, kazandığınız şampiyonluklarla elde edemezsiniz.
Arda Turan, Candaş Tolga Işık’la söyleşisinde günümüz futboluyla ilgili bence çok önemli değerlendirmelerde bulundu ve ileride teknik direktör olmak istediğini belirtti. Benim kendisine tavsiyem, eğer bir gün Okan Buruk’un, Fatih Terim’in geldiği yere gelmek istiyorsa bu yazıdaki yorumlarıma çok dikkat etmesidir. Bir futbol bilgesinin dediği gibi: Futbol asla sadece futbol değildir. İşin teknik ve kariyer yönü açısından ise Cem Dizdar’ın söyleşinin ertesi günü Spor Manşet programında yaptığı önerileri hemen uygulamaya başlaması kendisi için çok faydalı olabilir.
Arda Turan’a çok başarılı bir gelecek diliyorum. Teknik direktörlük kariyeri, futbolculuk kariyerinin bile üzerinde olsun isterim. Fatih Terim’in kendisine söylediği “Beni ancak sen geçebilirsin” cümlesinin kıymetini bilsin. Bu cümleyi bir realite haline getirsin. Ancak bunun için hem kendisi açısından hem de ülke futbolu açısından şimdiye kadar olup bitenden farklısını, fazlasını yapmak gerekeceğini unutmasın. Hali, halimiz malum.