Askıda Siyaset

Eğer Türkiye’de ekonomik göstergeler olumlu seyretse Cumhur İttifakı’nın parçası MHP Genel Başkanı Bahçeli, askıda ekmek kampanyası başlatır mıydı? Hadi diyelim ki başlattı, kimse itibar eder miydi? Tam tersine iki haftadır ülkenin gündemine oturan bu kampanya, ekonomik göstergelerin bırakın olumlu olmasını her geçen gün negatif yönlü seyrettiğinin işaretleriyle dolu bir ortamda karşılık buldu ve en azından söylem düzeyinde derinlik kazandı.

Askıda Siyaset

Ekmeğe dair ilk öğrendiklerim; bütün nimetler gibi asla ve kat’a israf edilmemesi, yerde bulunduğunda üç kere öpüp alna değdirildikten sonra kuşların veya karıncaların erişebileceği bir yere konulması ve en önemlisi de beraberinde yediğimiz ne olursa olsun katık edilmesiydi. Çünkü ekmek kutsaldı ve katık olduğunu da kutsadığı gibi belirtili belirtisiz nesnesi olduğu eylemleri de ekmek parası kazanmak, eve ekmek götürmek, ekmeğini taştan çıkartmak, ekmeğinin peşinde olmak ve ekmeğini yemek gibi kutsuyordu. Sadece teolojik anlamda değil ekonomi-politik ve sosyo-kültürel olarak da öyleydi; iktisaden bütün çapraz kurlar ekmek parasına çıpalıydı, siyaseten hepimiz ekmek partiliydik, sosyo-kültürel olarak da yine hepimiz ekmeğinin peşinde olduğumuzdan kimsenin ekmeğiyle oynanmasına vicdanımız el vermezdi.

 

Ekmeğine katık etmek ucu açık olup ekonomik gücünüzle veya Marksist anlamda sınıfınızla ilintiliydi çünkü ekmek, havyarla küçük kanepelerde servis edildiğinde altlık olduğu gibi pek tabi kuru soğana da katık edilebilirdi. Ekmeğin kusurları yok muydu? Elbette vardı, ekmek asla aperatif veya afrodizyak olamazdı. Kazanılması o kadar zor olduğundan mevkisi aslanın ağzında olsa da ekmeğini paylaşmak da bir o kadar kolaydı, elbette paylaşmasını bilene.

 

Ekmek aynı zamanda şifa kaynağıydı; ufak şişliklerde çiğnenmiş ekmek konjesif lokasyona sarılırken daha büyüklerinde buz konabileceği gibi yine ekonomik veya sınıfsal durumunuza göre çiğ et de sarılabilirdi ama ekmek bunların içinde her zaman en kolay ulaşılabileniydi. Önce Ekmekler Bozuldu zira ben ancak 720 gramlığa, babam kiloluk dedem de okkalık (1283 gram) ekmeğe yetişebilmiştik. Öte yandan, Türkiye kapitalistleştikçe çarşı ekmeğinin şebitin içine sarıldığı günler geride kaldığı gibi ekmek de taş fırından elektrikli fırına, pişirme tekniğinden zeytinlisinden cevizlisine dek malzeme varyantlarına kadar oldukça çeşitlendi hatta pasta fiyatlarıyla rekabete giren türleri bile oldu. Benim kuşağım için salçalı ekmek çocukluktaki en lüks fast food idi.

 

Bir yandan gıda fazlasını bir yandan da küresel açlığın artışını paradoksal bir şekilde tecrübe ettiğimiz günümüzde, gittikçe popülerleşen diyet önerilerinde karbonhidratların şahı ekmek terörize edildikçe orta-üst sınıfların sofralarında silikleşti. Öte yandan eskiden beri bayatladığında köfte harcı olarak kullanılmadıysa küflenince çöpe atılsa bile ekmek, bugün de sembolik değerini muhafaza ediyor. Bu yüzden ekmek ister çöpte isterse de son günlerdeki gibi “askıda” olsun, her dem popülerliğini korurken her türlü hamasete mükellef bir meze olarak karşımıza çıkıyor.

 

Bir “İmkan Sanatı” Olarak Siyaset

 

Yukarıdaki göreceli uzun peşrev bir süredir Türkiye siyasetinin merkezine oturan 16 Ekim 2020’de Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı “askıda ekmek” kampanyasının zihnimde ilk çağrıştırdıklarıdır. Öte yandan bir siyaset bilimci olarak kampanya modern Almanya’nın kurucusu Demir Şansölye Otto von Bismarck’ın (1815-1898) siyasete dair bazı ifadelerini aklıma getirdi. Bismarck’a göre siyaset, birçok üstadın tasavvur ettiği gibi bilim değil sanattı (“Die Politik ist keine Wissenschaft, wie viele der Herren Proffessoren sich einbilden, sondern eine Kunst.”) ve bu sanat da imkânın sanatıydı (“Die Politik ist die Lehre vom Möglichen.”). Bahçeli’nin başlattığı kampanya sadece Bismarck’ın kullandığı anlamda mümkün olduğundan dolayı siyasi değil, daha dar anlamda (parochial) bile Makyavel’e haksızca atfedildiği üzere siyaseten her şeyin mümkün olduğunu göstermesi bakımından da oldukça siyasidir.

 

Evet her şey ama her şey “Sen de mi Brütüs?” sorusunda olduğu gibi siyaseten mümkün ama örneğin kaynakların sınırlılığı ilkesi gereği iktisaden ve ahde vefa prensibi gibi ahlâken imkân dahilinde olamaz. Siyaset, “askıda ekmek kampanyası” gibi, Eastoncu yaklaşımla değerlerin otoriteye bağlı olarak dağıtımını içerdiğinden bi-t-tabi kaynakların (yeniden) nasıl dağıtılacağını da belirlemektedir. Böylece siyaset, Lenin’in sözleriyle, hem “iktisadın en konsantre ifadesidir” hem de Aristoteles’in ahlâkla özdeşleştirmesidir. Sözün özü, siyaset hem özne hem de nesne olarak bunların hepsine mündemiçtir.

 

İşte Bahçeli başlattığı kampanya ile hem evine ekmek dahi götüremeyen fakir fukarayı unutulduğu çeperden merkeze taşıdığı gibi hem de parçası bulunduğu Cumhur İttifakı’nın büyük ortağı Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) doksanlardan (1990’lar) bir gol atmıştır. Bu bağlamda literatüre sağladığı örnek vesilesiyle Sayın Bahçeli’ye ve bu fikri yoğurup taş fırında nar gibi pişiren danışman ekibine de bir siyaset bilimci olarak teşekkürü borç bilirim.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

Bahçeli’nin bu golünü kendilerine müthiş bir orta olarak değerlendiren muhalefet de mevzubahis kampanyayı iktidarın vatandaşı bir kuru ekmeğe muhtaç bıraktıklarının ilanı ve özeleştirisi olarak lanse etmekten geri durmadılar. Her ne kadar Bahçeli muhalefetin yorumlarına tepkisini “ekmeksizlik” olarak dillendirse de ekmek çoktan metaforik konumunu aşıp reel bir anlam kazanmıştı bile. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olduğunda kullanılan “Ekmek için Ekmeleddin” sloganının sakilliğini bir tarafa koyarsak ekmek, bu kampanya vesilesiyle, slogan veya metafor değil hatta bir nesneden çok bir özne olarak karşımızdadır artık.

 

15 Ekim 2020’de Malatya’da Minibüsçüler ve Umumi Servisçiler Odası Başkanı Mesut İnce’nin şehri ziyarete gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a evlerine ekmek götüremediklerini söylemesi üzerine Cumhurbaşkanının da bu ifadeyi abartılı bulduğunu ifade ederek dağıttığı çayı keyif çayı olarak içmeyi telkin etmesi, özellikle sosyal medyada epey yer tutunca askıda ekmek kampanyası da bir kez daha gündemde hızla üst sıralara tırmandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müttefiki Bahçeli’nin askıda ekmek kampanyasına tepkisi ancak 28 Ekim’de kendisine bu minvalde sorulan bir soru üzerine gelirken kullandığı ifadeler ve üslup oldukça sert idi. Ertesi gün Türkiye Cumhuriyeti bir asra üç yıl kalan yeni yaşını bu polemikler arasında kutluyordu.

 

Değerlendirmemize şu soruları sorarak devam edebiliriz: Eğer Türkiye’de ekonomik göstergeler olumlu seyretse Cumhur İttifakı’nın parçası MHP Genel Başkanı Bahçeli askıda ekmek kampanyası başlatır mıydı? Hadi diyelim ki başlattı, kimse itibar eder miydi? Tam tersine iki haftadır ülkenin gündemine oturan bu kampanya, ekonomik göstergelerin bırakın olumlu olmasını her geçen gün negatif yönlü seyrettiğinin işaretleriyle dolu bir ortamda karşılık buldu ve en azından söylem düzeyinde derinlik kazandı.

 

Bu iddiamızı şu verilerle destekleyebiliriz: Askıda ekmek kampanyasının başladığı 16 Ekim günü 1 ABD Doları 7.9272 Türk Lirası ve 1 Avro 9.2859 Türk Lirası iken 30 Ekim günü birincisi 8.3232 Türk Lirası ve ikincisi de 9.7160 Türk Lirası olmuştur. Kabaca Türk Lirası her iki kur karşısında da 15 günde yaklaşık %5 civarında değer kaybetmiştir ve bu adı konmamış sert bir devalüasyondur. Dahası paranız dünya ekonomisini belirleyen en önemli iki kur karşısında bu kadar değer kaybederken yıl sonu enflasyon tahmininizi %8,9’dan %12,1’e güncellemeniz ancak tebessüm ettirebilir.

 

Dolarla maaş almasanız ya da dolar borcunuz olmasa bile özellikle petrolün küresel bir emtia olarak piyasalarda ABD Doları ile satıldığını biliyorsanız, en azından petrolün fiyatı sabit kalsa bile, ulaşım maliyetleri nedeniyle bütün ürünlere bu artışın yerel para cinsinden yukarı yönlü yansıyacağını tahmin edebileceğiniz gibi refahınızın da doğru orantılı olarak kısmen düşeceğinden endişelenirsiniz. Kaldı ki; Türk Lirası veya herhangi bir ülke para biriminin bu iki başat kur karşısında güneş karşısındaki kar gibi eriyorsa fakirleştiğinizi anlamak için Forbes’teki bir yıl önceki yerinize bakmaya bile gerek yok. Dahası toplumsal hafızada “70 cente muhtaç olmak” halen tazeliğini korurken bir çok sektörde dolarize olmuş bir ekonominin döviz kurlarından etkilenmeyeceğini düşünmek ve döviz kurlarına bakmadığını ifade etmek -en diplomatik ifadeyle- Polyanna iyimserliğine sahip olmayı gerektirir. Askıda ekmek kampanyasının Türkiye gibi gündemin çok hızlı değiştiği bir ülkede inatla iki haftadır yerini koruması, özünde yaşanılan ekonomik darboğazın billurlaşmasıdır.

 

Siyasal Kurumların Çöküşü

 

Gelelim askıda ekmek kampanyasının siyasi boyutuna. Aslında bu kampanya siyaseten aksayan ama dillendirmeye pek de cesaret edilemeyen sıkıntıları kör gözüne parmağım derecesinde aşikar etti. Birincisi, Cumhur İttifakı’nın hiç de gül bahçesi olmadığı ayan beyan ortaya çıkmıştır artık. Elbette her uzlaşma karşılıklı al gülüm ver gülüm ile ilerlediğine göre bu gül transferindeki sorunların içerde çözülemediğinden dışarıya bir tür çıtlatılmasıdır. İkincisi, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilirken artık Türkiye’nin daha önce ayağına pranga olan koalisyon hükümetlerinden sonsuza dek kurtulacağı fikri işlense de fiilen ittifak siyasetiyle koalisyonların sözde kaybolsa bile özde en belirgin halleri tecrübe edilmektedir.

 

Diğer yandan, her ne kadar tarihsel olarak Türkiye siyasetinde lider kültü hep önemli olagelse de çok partili hayata geçtiğimizden bu yana iyi kötü parti teşkilatlarının Merkez Karar Yürütme Kurulu’ndan (MKYK) taşra teşkilatlarına kadar en azından bir esamesi olmuştur. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle hassaten AK Parti teşkilatları beklemediğim bir özveriyle harakiri yaparak Genel Başkanları uğruna kendi hükmi şahsiyetlerine hukuken değilse bile fiilen son vermişlerdir. İntiharlarına rağmen ben literatüre bu katkıları nedeniyle kendilerini rahmetle anma yanlısıyım.

 

[İlgili Okuma: Erdoğan ve AK Parti’nin İktidar Serüveni]

 

Elbette AK Parti teşkilatlarının müesses tüm kurumlarıyla tabelalarından kayıt defterlerine kadar var olduklarının farkındayım ama bugün artık siyaseten hiçbir karşılıklarının kalmadığı da ortadadır. Aynı durum üç aşağı beş yukarı Cumhurbaşkanlığı sistemi sonrasında şekillenen kabine için de geçerlidir. Eskiden bakanların -azledilmeleri dahil- siyasette bir karşılıkları söz konusu iken bugün görevden alınmalarının basitliğiyle doğru orantılı olarak pek de bir siyasi kıymete haiz oldukları söylenemez. Zira bakanlar ve başlarında bulundukları bakanlıklar kısa süre önce gerçekleşen İzmir depreminde olduğu üzere görev alanlarıyla ilgili temel meselelerde bile Cumhurbaşkanının talimatı olmadan harekete geçemeyen bireyler ve kurumlar olarak, oldukça düşük bir profil çizmektedirler. Milletvekillerinin ve haliyle parlamentonun da bu yeni sistemde gölge bile edecek takatleri kalmadığı ise gün gibi aşikardır.

 

Sonuç olarak, askıda ekmek kampanyası biriken sorunların üzerine projektör tutarak artık mızrağın çuvala sığmadığını ifşa etmektedir. Burada mesele kelime anlamıyla kimsenin evine gerçekten ekmek götürüp götürememesi de değildir. Gelinen noktada Türkiye’de siyasetin çölleşmesinden kaynaklanan bir açlığın yansıması olarak “askıda siyaset” ihtiyacıdır.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.