Avrupa Birliği’nin “Pusulası” Doğru Yönü Gösterecek mi?
AB’nin güvenlik politikasının güçlendirilmesine, krizlere mukabele gücünün artırılmasına ve AB dışı ortaklarla ilişkilerin geliştirilmesine yönelik olarak 2030 yılına dek tamamlanacak bir planlama öngören Stratejik Pusula belgesi, AB Konseyi tarafından onaylandı. Bu kritik adım, her şeyden önce artık “sıcak Soğuk Savaş” dinamiklerinden söz edildiği günümüzde, Rusya ve Çin gibi güvenlik tehditleri karşısında net, ortak, kararlı ve sürdürülebilir bir duruş sergilemek açısından önemli.
Pusula, İtalyancada “küçük kutu” anlamına gelen bussola kelimesinden Türkçeye geçmiş. Arapça eserlerde ona “beytü’l-ibre” (iğne kutusu) de deniyor. Milattan önce 3’üncü yüzyılda Çin’de rahiplerin kullandığı bir astronomi aletinden yola çıkılarak icat edildiği düşünülüyor. Ardından “mıknatıslı ibre” üzerinde yapılan iyileştirmeler ve eklemeler neticesinde denizcilikte kullanılmış, Vikinglerin ve sonraki yıllarda İtalyan denizcilerin uzun deniz yolculuklarında dört ana yönü göstererek onlara rehberlik etmiş.
Son günlerde ise “Pusula” dendiğinde Avrupa Birliği’nin (AB) geçtiğimiz hafta kamuoyuyla paylaştığı ve AB liderlerinin de onayını alan stratejik savunma ve güvenlik rehberi akıllara geliyor.
Günümüzde uluslararası ve bölgesel düzeyde artan çatışmalar, AB’yi kendi güvenlik ve savunma politikalarını yeniden tasarlarken yeni güvenlik arayışlarına ve yeni işbirliği modellerine yöneltiyor.
1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile gündeme gelen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, daha sonraki yıllarda daha da geliştirildi. Amaç ise AB’nin ortak dış ve güvenlik politikaları açısından gerek bölgesel gerekse küresel düzeyde ciddiye alınan bir güç haline gelmesi ve kendi üyeleri arasında da bir ortaklaşma ruhunu konsolide etmesiydi. Ancak, Fransa gibi AB güvenliğinin özerkleşmesini savunanlarla; Belçika, Hollanda, Polonya gibi NATO’ya sıkı sıkıya bağlılığı savunanlar arasındaki gerilim nedeniyle bu politikalar uygulamaya geçirilemedi.
Bu çabaların son uzantısı ise, üzerinde birkaç yıldır çalışılan ancak Ukrayna kriziyle birlikte ivediliği ortaya çıkan Stratejik Pusula (Strategic Compass) isimli belgenin geçtiğimiz günlerde AB Konseyi tarafından onaylanması oldu.
Konumlandığı bölgenin günbegün yepyeni tehditler ve meydan okumalarla karşılaştığı bir konjonktürde, AB, tehditleri önceden değerlendirmek, ön-alıcı (proaktif) bir güce dönüşmek ve gerek kendi üyelerinin gerekse yakın çevresindeki komşularının güvenliğinin garantörü olmak istiyor.
Belgenin Kapsamı
Yaklaşık olarak üç yıl önce gündeme getirilen Stratejik Pusula, AB’nin güvenlik politikasının güçlendirilmesine, krizlere mukabele gücünün artırılmasına ve AB dışı ortaklarla ilişkilerin geliştirilmesine yönelik olarak 2030 yılına dek tamamlanacak bir planlama öngörüyor.
Ukrayna’nın işgaliyle birlikte Avrupa ülkeleri arasında güvenlik endişelerinin artması sonucunda üye ülkelerin münferit şekilde savunma stratejilerine yatırımlarını artırması, bu açıdan önemli bir adım. Ancak bu adımın Birlik düzeyinde sürdürülebilir olması ve güvenliğin salt ulusal bir öncelik değil Birlik düzeyinde de, Birlik’in değer ve çıkarlarını korumaya dönük bir işbirliği alanı haline getirilmesi gerekiyor.
Bu açıdan belgede farklı kriz türlerine karşı teyakkuzun bir parçası olarak “blokun krizler karşısında daha hızlı ve kararlı bir şekilde harekete geçmesi”, “yetenek ve teknolojilere yönelik daha fazla ve akılcı yatırım yapması”, “ortaklıklar kurması ve ortaklarla işbirliğinin ortak hedefler doğrultusunda güçlendirilmesi” ve “vatandaşların hızlı değişen tehditler karşısında güvenliğinin sağlanması” gibi dört temel ayağı söz konusu.
5.000 Askerlik Acil Müdahale Birliği
Bu kapsamda 5.000 askerden oluşan bir acil müdahale birliğinin kurulması ve böylelikle hızlı intikal kapasitesinin güçlendirilmesi, karada ve denizde düzenli tatbikatlar yapılması, siber saldırılara karşı Birlik’in dayanıklılığının geliştirilmesi ilk aşamada atılacak somut adımlar… Öte yandan, tam donanımlı 200 sivil uzmanın 30 gün içerisinde kriz bölgelerinde görevlendirilecek kapasiteye önümüzdeki sene ortasına kadar erişmesi de Pusula’nın getirdiği bir diğer önemli yenilik. Ayrıca Belge’de, Batı Balkanlar, Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelerle ortaklıklar geliştirilmesi, ortak güvenlik ve savunma forumu kurulması öngörülüyor. Dolayısıyla AB önümüzdeki dönemde Afrika Birliği, ASEAN gibi bölgesel kuruluşlarla temaslarını artırabilir.
Stratejik Pusula’nın hedeflerinin uygulanmasıyla birlikte önümüzdeki dönemde Avrupa Savunma Ajansı gibi kurumlar daha çok işlerlik kazanacak. Ayrıca Avrupa çapında savunma bütçelerinin artması da birçok savunma ve güvenlik odaklı programa -ki içlerinde yeni nesil yetenekler ve teknolojik inovasyon yatırımları da olmalı- daha fazla fon aktarımının önünü açacak. Bu kapsamda, örneğin otonom yüzey araçlarından taktik insansız hava sistemlerine dek AB üye ülkeleri arasında ortak geliştirme ve birlikte çalışabilirliği (inter-operability) kolaylaştıracak projeler söz konusu.
Avrupa Ordusu Ufukta mı?
Peki bu çabalar bir Avrupa ordusu kurulmasının öncülü mü? Şu an için hayır. AB Dışişleri ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, bu konuda yaptığı değerlendirmede, bir Avrupa ordusu oluşturmak istemediklerini net bir şekilde ortaya koyarak NATO’nun halen Avrupa savunmasında bir mihenk taşı olduğuna ve bu belgenin NATO’ya rakip bir adım olmadığına işaret etti. Temel öncelik, Birlik’in ivedi krizlere karşı güçlü bir “tepki gücü” oluşturabilmesi. Bu da hem caydırıcılığı sağlayan hem de üye ülkelerde güvende olma hissini perçinleyen bir tedbir olacak.
Bu açıdan, vaktiyle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” dediği noktadan, “Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın NATO için elektroşok etkisi yarattığını” söylediği bir noktaya varılmış durumda. Değişmeyen tek şey, Macron’un NATO’yu hastane odasına hapsetmesi…
Dolayısıyla geleneksel olarak tarafsız olan AB üye ülkelerinin bu belgenin uygulamaya geçirilmesiyle birlikte NATO ve ABD ile fiili olarak daha yakın bir ittifak içerisine girdiği, safların sıkılaştığı bir döneme adım atıyoruz.
Avrupa üzerindeki baskı yoğunlaşırken münferit üye ülkelerin bu tür kapsamlı krizlerle başa çıkma kapasitesi giderek azalıyor.
Öte yandan, Brexit-sonrası dönemde AB-Birleşik Krallık ilişkilerinin dış politika ve güvenlik politikasında çok daha yapıcı bir diyalog ve daha güçlü bir işbirliği mekanizması temelinde şekillenmesi gerekiyor.
Türkiye Boyutu
NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip olup 1999 yılından beri AB aday ülkesi olan ve çevresindeki kriz bölgeleri karşısında diğer birçok ülkeye kıyasla çok daha açık ve kırılgan bir coğrafyada bulunan Türkiye’ye ise, Stratejik Pusula’da hak ettiği önemin verilmediği görülüyor. Bu bilinçli ihmal, Dışişleri Bakanlığı’nın bir kınama metni yayımlamasıyla geçiştirilemeyecek kadar kritik bir konu.
Belgede Türkiye’ye iki bölümde atıfta bulunuluyor: Doğu Akdeniz ve ikili ortaklıkların geliştirilmesi.
Bu çerçevede, Üye Devletlere yönelik provokasyonlar ve tek yanlı eylemler ile uluslararası hukuka aykırı egemenlik hakkı ihlallerinin yanı sıra düzensiz göçün araçsallaştırılması nedeniyle Doğu Akdeniz’deki gerginliklerin devam ettiği ve gerginliğin hızla tırmanma potansiyeline sahip olduğuna dikkat çeken Belge, Türkiye’ye iyi komşuluk ilişkileri ilkesi doğrultusunda işbirliği ve karşılıklı yarar temelinde bir ilişki sistematiğinin önemini anımsatıyor.
İkili ortaklıklar bölümünde ise, Birlik’in, Türkiye ile “karşılıklı fayda” temelinde bir ortaklık geliştirme konusundaki kararlılığına dikkat çekilerek, 25 Mart 2021 tarihli AB Zirvesi kararları doğrultusunda Ankara’nın da işbirliği, gerilimin sürdürülebilir şekilde azaltılması ve AB’nin endişelerinin dikkate alınması yönünde kararlılık göstermesi gerektiği kaydediliyor.
Bakanlık, bu duruma yönelik tepkisini şu sözlerle ortaya koydu: Belge’nin, “Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin bu denizdeki haklarını yok sayan ve maksimalist deniz yetki alanı iddiaları bulunan iki AB üyesi tarafından AB’ye dikte ettirildiği, bu hâliyle uluslararası hukuka, teamüle ve hatta AB’nin kendi müktesebatına aykırı ve gerçeklikten kopuk olduğu görülmektedir. Bu belgenin AB’yi Doğu Akdeniz’de, çözümlerin değil, sorunların parçası yapacağı aşikârdır.”
Dolayısıyla, AB üye ülkeleriyle temasların son dönemde yoğunlaştığı, Ankara ve İstanbul’a her hafta onlarca heyetin davet edilip bölgesel krizlere aktif çözümler üretildiği bir ortamda, Türkiye’nin de bölgesi ve uluslararası toplum için stratejik bir aktör olma iddiasını her fırsatta dile getirmesi ve bu tür belgelerde de bu zamana kadar ortaya koyduğu çabalara hakkaniyetli bir yer verilmesini talep etmesi gerekiyor.
Bu süreçte AB’nin ve aday ülke Türkiye’nin ortak ve farklılaşan hassasiyetleri, ortak akıl doğrultusunda müzakerelerle ele alınmalı ve ortak payda arayışı bu yeni güvenlik kimliğinin bir parçası olmalıdır. Yoksa tarafların çıkarlarının örtüşmediği her noktada karşılıklı salvolarla sürecin yönetilmeye çalışılması, sadece ambargo tehditleri ve müzakere başlıklarının askıya alınması gibi iki tarafı da birbirinden koparan sonuçlar doğurur ve diyalog ortamını köreltir. Türkiye’nin Avrupa’nın savunma ve güvenlik mimarisindeki önemi ancak bölgesindeki krizler patlama noktasına geldiğinde anımsanmamalı.
Öte yandan, Avrupa-ABD-NATO ekseninde safların sıkılaştığı bir ortamda Türkiye’nin de kendi ulusal çıkarları sebebiyle Ukrayna-yanlısı tarafsızlık şeklinde ortaya koyduğu politikanın orta ve uzun vadede bir eleştiri konusu olup olmayacağı da merak konusu.
Stratejik Pusula Yeni Bir Soluk mu?
AB’nin savunmasını güçlendirmeye yönelik attığı bu kritik adım, her şeyden önce artık “sıcak Soğuk Savaş” dinamiklerinden söz edildiği günümüzde, Rusya ve Çin gibi güvenlik tehditleri karşısında net, ortak, kararlı ve sürdürülebilir bir duruş sergilemek açısından önemli. Ukrayna’nın işgaliyle birlikte Avrupa’da birçok ezber bozuldu ve güvenlik endişelerinin tüm zorbalığı ve hukuk tanımazlığıyla hemen yanı başımızda ete kemiğe bürünebildiği, sivillerin canını hoyratça alabildiği, milyonlarca çocuğu ve kadını yerinden edebildiği kristal netliğinde görüldü.
Hatta Rus diplomatların daha sonra yaptığı üstü kapalı “uyarılar” da özellikle Bosna-Hersek veya Moldova gibi bölge ülkelerinin NATO üyeliğine başvurmaları veya Sovyetler Birliği’nin eski üyelerinin demokratikleşme adımları atmaları ya da Avrupa’ya entegre olmak istemeleri durumunda başlarına gelebilecekler hakkında da bir “ipucu” vermiş oldu.
Dolayısıyla bu çatışmalar bir kartopu etkisiyle büyürse, Avrupa artık tek güvenlik şemsiyesi olarak ABD’nin korumasına bel bağlayamayacak. Acil tepki vermesi gerektiği durumlarda kendi kara ve hava kuvvetlerini de konsolide etmesi gerekecek. Bu, bir açıdan 2016 yılından beri savunma kapasitesini güçlendirmeye ve savunma ve güvenlik alanında özerkliğini ve caydırıcılığını sağlamaya çabalayan AB için bir uyandırma çağrısı.
Tablo net bir şekilde ortada: Stratejik rekabet kızışıyor, güvenlik tehditleri büyüyor ve çeşitleniyor, detaylı bir takvim eşliğinde AB’nin derhal eyleme geçmesi gerekiyor.
Jeopolitik sınamalar ve güvenlik mimarisindeki ani kırılmalar karşısında şekillenen söz konusu savunma ve güvenlik endişeleri, aynı zamanda Rusya’yla olan enerji bağımlılığının azaltılması ve ibrenin alternatif enerji kaynaklarına döndürülmesi yönünde de bir uyarıcı oldu.
Oylama Biçimleri Değişmeli
AB’nin güvenlik ve savunma alanında kapasitesini artırmaya ve dayanıklılık gücünü konsolide etmeye yönelik bu adımın sahada ne kadar etkili olacağını, gittikçe kayganlaşan uluslararası zeminde önümüzdeki günlerde göreceğiz. Üye ülkeler tarafından benimsenmediği sürece bu belge de daha öncekiler gibi tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak; aksi taktirde üye ülkeler arasında ortak bir stratejik kültürün katalizörü olma fırsatını yakalayacak.
Bunun için de uzmanlar tarafından, örneğin ortak güvenlik ve savunmaya dair kararların Konsey’de oybirliği yerine nitelikli çoğunluk oylamasıyla (QMV) alınması gibi kolaylıklar öneriliyor. Savunma alanında yol almak için egemenlik devri şart. Egemenlik devri için de her bir üye ülkenin küçüklü büyüklü tavizler vererek sonunda daha büyük çaplı bir kazanımın önünü açması şart. Zira mevcut oylama sistemi, Birlik’in güvenlik ve savunmada ortaklaşma girişimlerinin Aşil topuğu olarak görülüyor; oylama usulleri sebebiyle temel girişimlerde uzlaşıya varılamıyor, “çantada keklik” olmayan üye ülkeler kendi ulusal çıkarlarını önceliklerken ortak güvenlik ve savunma alanında ilerlenmesini önlüyor ve en düşük ortak paydada buluşmakla yetiniliyor. Dolayısıyla burada kritik nokta, hazırlanan onlarca sayfalık niyet beyanından ziyade, uygulama ayağının güçlendirilmesi ve etkin hale getirilmesi.
Reelpolitik ışığında güç siyasetinin (power politics) geri dönüşü, bir kez daha yumuşak güçlerin ulus-üstü sert güç kullanımı, çok-taraflı çözümlerin geliştirilmesi ve tüm bunların da en geniş paydada ortaklaşmayla tamamlanması gerektiğini gözler önüne seriyor. Küresel bir aktör olma yolunda AB tarafından belirlenen hedefler ve güç projeksiyonu, mevcut kapasiteyle ve üye ülkelerin kişisel çıkarlarıyla da uyumlu mu, göreceğiz.
“Bozuk saat günde iki defa doğruyu gösterir” derler. Bakalım, AB ülkeleri de en sonunda tüm kıtayı ve ardından dünyayı etkileyen bir krizde kendini tamir edip, normları ve ilkeleri doğrultusunda ortaklaşarak pusulada doğru yönü gösterecek mi?