Avrupa Kara Kışı Atlatabilecek mi?
Avrupa içinde bulunduğu krizi atlatabilir, hatta bu süreçte daha bağımsız hale de gelebilir. Ancak önümüzdeki haftalarda yapacağı seçimler, bağımsızlığını garantileyip garantilemeyeceğini ya da Avrupa siyasi projesinin Putin’in amansız savaşının zayiatlarından biri olup olmayacağını belirleyecek.
Avrupa’da yaz sona ererken, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin neredeyse tamamını birtakım enerji krizleri bekliyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından AB, üyesi ülkelerin pek çoğunun enerjide Rusya’dan ithalata bağımlı olmasına rağmen, ABD ve diğerlerine katılarak Rusya doğalgazına onlarla aynı düzeyde yaptırım getirdi ve ambargo koydu. Bu önlemler, fiyatların aniden hızla yükselmesiyle birlikte Avrupalıların çoğunun yaşam giderlerinde de hızlı bir artışa neden oldu. Avrupa hükumetlerinin bazıları enerji tüketimini azaltma arayışına girdi bile. Örneğin bazı ülkelerde kamu binalarında klima kullanımına sınırlandırma getirildi ve geceleri mağazaların ışıklarını söndürmeleri zorunlu tutuldu. Buna rağmen kriz giderek kötüleşecek. Hükümetler, oldukça sert geçecek bir kışa hazırlanmaya çalışıyorlar.
AB genelinde politikacılar ülke bazında yerel arzı desteklenmeye ağırlık veriyor. AB devletleri, Cezayir, Kanada ve Katar gibi alternatif tedarikçilerden enerji ithalini sağlama almak için ikili pazarlıklar yapıyor. Hükümetler, şu aralar, gazı Güney ve Orta Avrupa ülkelerine taşıyacak boru hatlarının nasıl inşa edileceğini tartışıyor. Avrupalı yetkililer de ülkelerini ciddi anlamda daha fazla enerji tasarrufuna nasıl yönlendirebileceklerine kafa yoruyorlar. AB Konseyi, Temmuz ayında üye devletlerin bu kışa kadar gaz tüketimini yüzde 15 oranında azaltmasını gerekli kılan bir enerji tasarrufu planını kabul etti. Fransa, İtalya ve İspanya’nın dahil olduğu bazı hükümetler kesinti yapmayı hedefliyor. Almanya gibi diğer üyeler ise bu tür önlemler almaya direniyor.
Bu tür hamleler Avrupa’nın karşı karşıya olduğu krizi çözmeye yetmiyor. Avrupa hükümetleri yalnızca içinde bulundukları durumun semptomlarıyla baş etmeye çalışıyor ve bu duruma yol açan nedenleri görmezden geliyorlar. Avrupa, ancak koordine (tek tek ulusal tepkilerle parçalara ayrılmamış) bir dış politikayla enerji güvencesine çıkan yola girebilir. Birlikte eyleme geçilmemesi halinde, AB üyesi devletler kendilerini sürekli olarak değerlerini muhafaza etmek veya vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını karşılamak arasında bir denge sağlamaya çalışırken bulacaktır. Bu da bizzat Avrupa projesine zarar verecek riskli bir tecrübedir. Avrupa hükümetleri yaklaşmakta olan kışın karanlık sonuçlarını bertaraf etmek için biran önce harekete geçmeli.
Tehlike İşaretleri
Avrupa son aylarda kendini Rusya enerjisine bağımlı olmaktan kurtarmaya çabalıyor ama enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye yönelik oldukça büyük girişimlerde bulunmasına rağmen Rusya’ya olan aşırı bağlılığının üstesinden gelemiyor. Alman yetkililer (AB üyesi diğer devletlerin desteği ile) Temmuz ayında, Rus gazının Almanya’ya akışının sürekliliğini sağlama amacıyla, Kanada’yı Kuzey Akım 1 boru hattını onarmak için Rusya’ya getirdiği kendi yaptırımlarını bozmak durumunda bıraktı. Bu da Rus güçlerinin Kremençuk’ta bulunan bir alışveriş merkezini, içeride 1000’den fazla insanın bulunduğu bir esnada vurmasından sadece birkaç gün sonra oldu. Yani, Avrupa’nın inkârı mümkün olmayan enerji ihtiyacı, Rusya’ya Ukrayna’daki eylemlerinin hesabını sorma taahhüdüne üstün gelmiş görünüyor.
Bir diğer tehlike de bu yaz İtalya’da, aralarında Beş Yıldız Hareketi (M5S) ve aşırı sağcı Lega ve Forza İtalya’nın da bulunduğu birçok siyasi partinin, ekonomiyi Rus enerjisinden uzaklaştırmaya yönelik bir dönüş sağlama girişimleri nedeniyle İtalya Başbakanı Mario Draghi hükumetini düşürmesiyle ortaya çıktı. Muhalefet partileri böyle bir harcamanın gereksiz olduğunu öne sürerek, Rus gazının sadık tüketicisi olarak kalmanın çok daha ucuza mal olacağında diretti. AB’nin en büyük üyelerinden biri olan İtalya’nın, Putin’in korkunç savaşına karşı güçlü bir duruş sergilemeyi sürdürme konusundaki mutabakattan uzaklaşmasının etkileri diğer Avrupa başkentlerine de yayıldı. Roma bu kolektif çabayı bir yana bırakabiliyorsa, güçlü milliyetçi seslerin AB üyesi devletlerin neredeyse tümünde önemli bir rol oynadığı dikkate alındığında, diğerleri de buna ayak uydurabilirdi. Hakikaten de Ağustos ayının ilk haftasında, Fransa’da aşırı sağ Ulusal Birlik’in (RN) lideri Marine Le Pen Rusya’ya karşı “bir işe yaramayan” diye nitelediği yaptırımlara son verilmesi çağrısında bulundu. Ekonomik ve siyasi baskı altında kalan Avrupa’nın savaşa yönelik tepkisini karakterize eden çarpıcı bütünlüğü tehlikede.
Kremlin bu kırılmaların farkında olabilir. Putin’in retoriği son aylarda belirgin ölçüde sertleşti, yaptırımlarda bulunan güçleri tüm dünyada gıda ve yakıt fiyatlarındaki artışın sorumlusu olmakla suçlamaya başladı. Moskova gerilimi tırmandırma politikasını terk edecek gibi de görünmüyor, buna ilaveten Avrupa’nın Rusya’nın uluslararası ve insancıl hukuku ihlalini ne kadar tolere edebileceğini sınıyor. Putin’in inatçılığı Avrupalılar için büyük bir tehlike barındırıyor. Mevcut kesinti öngörüleri işletmeler açısından gerçeğe dönüşürse, Avrupa’nın endüstriyel rekabet gücü önemli ölçüde zarara uğrar. Bunun yanı sıra yenilenebilir enerji kaynaklarını hızla artırmak yerine, Rusya gazını başka yerlerden gelen fosil yakıtlarla ikame etmeye yönelik refleksvari tepkiler de Avrupa’nın iklim hedeflerini tehlikeye atıyor. Hükümetler kısa vadeli enerji ihtiyacına odaklandığı için AB’nin planladığı yeşil dönüşüm de giderek daha da zor olacak gibi görünüyor. Sonuç olarak, Avrupa’nın iklim değişikliği ile mücadelede dünya lideri olma iddiası hiç olmadığı kadar kuşkulu. Açıkça beyan ettiği liberal değerleri ve hukukun üstünlüğünü koruma taahhüdü de, Rus güçleri Ukrayna’da uluslararası hukuku ve insan hakları hukukunu ihlal ederken bile Rusya’dan enerji satın almayı sürdürdüğü için inandırıcı görünmüyor. AB’nin bu savaşa kısa vadeli yaklaşımı nihayetinde Avrupa siyasi projesinin güvenilirliğini baltalayabilir.
Avrupa’nın Enerji Bağımsızlığını Korumak
Avrupa, enerji güvenliğini (ve daha kapsamlı olarak güvenliğini) gelecekte zarar görmemeye hazır hale getirebilecek bir doğrultu çizerek bu karmaşadan çıkabilir. Putin’in uluslararası düzenin kurallarını yok saymasının yarattığı karmaşa, Çin, Kuzey Kore ve Türkiye’nin gözünden kaçmadı. AB devletlerinin artık kuralsız bir dünyaya hazır olması gerekiyor. Böyle bir durumla baş edecek donanımı sağlamak için kaynaklarını bir havuzda toplamaları gerekecek. Egemenliği sağlamanın ancak birbirleriyle uyum içinde gerçekleşebileceğini anlamaları gerekecek. AB üyesi devletler krizlere bölük pörçük yaklaşmayı sürdürürse, kolektif olarak değil de bireysel olarak hareket ederse dalgalı sularda batar.
Politika yapıcıların Avrupa’da, sanayi ve tüketicilerle birlikte çalışan hükümetlerle sürdürülebilir enerji güvenliği ihtiyacına (buna eşlik eden enerji verimliliği önlemleri de dahil olmak üzere) dair güçlü bir anlatıya geçmesi gerek. Liderlerin, AB’nin Avrupa toplumunun tüm kesimlerinde harekete geçmeden başarılı olamayacağı konusunda net, yönetim koalisyonlarının da böyle bir mesajı açıklamanın siyasi bedelini üstlenmeye istekli olması gerekiyor. Söz gelimi Almanya’da koalisyon hükümetinde yer alan farklı partiler enerji tüketimini azaltma gerekliliğinin ne derece acil olduğu konusunda farklılaşıyorlar. Böylesi bir tutarsızlığa tahammül etmek mümkün değil. Almanya’nın büyüklüğü ve etkisi dikkate alındığında, Alman hükümetinin tüketici ve işletmeleri kemer sıkmaya zorlamaya yönelik geçici yaklaşımı enerjiyi korumaya yönelik herhangi bir ortak Avrupa çabasını aşındırır ve bunun da Berlin’in ötesine geçen sonuçları olur.
Avrupa, yaklaşan kışın en karanlık sonuçlarını savuşturmak için hızlı hareket etmelidir.
Bu aynı zamanda, kış için tek tek yerel hükümetler seviyesinde değil siyasal anlamda, AB seviyesinde, bir kolektif enerji planlaması anlamına geliyor. AB’nin stratejik olarak, üye devletlerin parça parça birinin diğerine destek sağlaması ve iyi niyet taleplerinden uzak durmak için, kış gelmeden (olası kesintilerden önce) Avrupa ülkelerinin hangi kaynakları bir araya getirebileceğine bakması gerek. İyi niyet ve destek talepleri kolayca politize olabilir ve AB’de bölünmenin tohumlarını ekebilir. Önleyici, işbirlikçi bir yaklaşım, krize müdahaleyi finanse etmeye yönelik ciddi yatırımlar ve Avrupa düzeyinde bir yük paylaşımı öngörme istekliliği gerektirebilir. AB, 2012 Euro krizi ve 2020 yazında COVID-19 pandemisi sırasında geldiği “her ne pahası olursa olsun” anındadır. Liderleri bu kıştan ziyade, enerji taleplerini karşılamaya yönelik toplu bir AB kaynağı olarak, piyasadan devasa ölçüde borç alma, temiz ve daha güvenilir enerji kaynaklarını hızla artırma gibi pandemi sırasında hayata geçirdiği eylemlerin bazılarını tekrarlamayı düşünmelidir. Avrupa’nın kıtanın enerji güvenliği ihtiyacına yönelik yatırımları halihazırdaki krizin boyutlarına denk olmalıdır.
Belki de hepsinden önemlisi, AB’nin, Avrupa için daha sürdürülebilir ve enerji açısından güvenli bir geleceğin temelini oluşturacak, kapsamlı bir üçüncü ülke ilişkileri ağı oluşturan bir dış politika stratejisi geliştirmesi gerekiyor. Örneğin AB, güvenilir yeşil enerji kaynakları oluşturmak için doğusundaki ve Afrika’daki ülkelerde enerji yeterliliği ve temiz enerji girişimleri konusunda inovasyon ortaklığı ve yoğun işbirliğine yaptığı yatırımları artırmalıdır. AB aynı zamanda daha katı yeşil kriterlere uymayan şirketlerin Avrupa tedarik zincirlerine erişimini ve finansmanını kısıtlayarak partner ülkelerin ana sanayiinde yeşil dönüşüme hız verilmesine destek olmalıdır. Bu nedenle, yeşil sanayi politikası dışa dönük olmalı ve Avrupa’ya komşu geniş bir bölgedeki işletmelerin büyük bir AB ekosisteminin parçası olmasına destek sağlamalıdır. Böyle bir sürdürülebilir enerji diplomasisi yürütülmemesi halinde, Avrupa’nın Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşından önceki tehlikeli bağımlılığına benzer bağımlılıklarda dolanma tehlikesi var.
Avrupa bu krizi atlatabilir, hatta bu süreçte daha bağımsız hale de gelebilir. Ancak önümüzdeki haftalarda yapacağı seçimler, bağımsızlığını garantileyip garantilemeyeceğini ya da Avrupa siyasi projesinin Putin’in amansız savaşının zayiatlarından biri olup olmayacağını belirleyecek.
Bu yazı Foreign Affairs tarafından yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.