Avrupa Merkez Sağı Aşırı Sağa Teslim Olacak mı?
Avrupa’nın anaakım merkez sağ partileri, ulusalcı aşırı sağı dışlamak mı, taklit etmek mi yoksa onunla ittifak kurmak mı gerektiğine karar verirken, seçmenlerini kaybetmekle özlerini kaybetmek arasında bir seçim de yapmak zorunda.
Geçmişte Avrupa’nın anaakım merkez sağının Avrupa şüphecisi popülistlerden ve aşırı sağcı yabancı düşmanlarından belirgin bir biçimde ayrıldığı zamanlar vardı. Helmut Kohl ya da Angela Merkel gibi bir Hristiyan Demokrat’ın, Marine Le Pen ya da Geert Wilders gibi bir ulusalcı ile herhangi bir ortaklığı söz konusu olamazdı.
Artık böyle değil. 2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri yaklaşırken, Avrupa yanlısı muhafazakâr partilerle milliyetçi aşırı sağ, halkın göç, hayat pahalılığı, yeşil dönüşüm ve toplumsal cinsiyet çeşitliliğine ilişkin öfke ve endişelerini kendi çıkarlarına kullanmaya çalıştığı için, bir zamanlar bu iki grup arasında bulunan sınırlar giderek belirsizleşiyor.
Aşırı sağ ile işbirliğine karşı çekilen, uzun zamandır var olan “güvenlik kuşağı” (cordon sanitaire) yerel ve ulusal düzeyden başlayarak hızla parçalara ayrılıyor, Brüksel’de de ayrılmaya başlaması olası. Avrupa Parlamentosu AB’nin bütün net sıfır iklim ve enerji mevzuatını onaylaması gerektiği için de bu ayrılık önemli. Sağ ise daha şimdiden bu konuları hafife alarak durumdan istifade etmeye çalışıyor.
İspanya’nın muhafazakâr Halk Partisi, kökleri Franco’nun faşist ideolojisine dayanan Vox Partisi ile göç karşıtı bir hükümette ortaklık kurmaya hazır olduğunu ilan etmiş olsa da geçtiğimiz haftalardaki genel seçimden yenilgiyle çıktı. Almanya’da muhalefette bulunan Hristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) lideri Friedrich Merz, partisinin ulusal ya da Avrupa düzeyinde değilse bile, yerel düzeyde kamuoyu yoklamalarında ikinci sıradaki parti konumuna yükselen aşırı sağcı Almanya için Alternatif (Alternative für Deutschland, AfD) ile çalışmasını önerdi. Merz, parti içinden protestoların yükselmesinin ardından geri adım atmak zorunda kaldı.
Hollanda Başbakanı Marc Rutte’nin halefi merkez sağ liberal VVD Partisi’nin lideri Dilan Yeşilgöz-Zegerius (Rutte Temmuz ayında istifa etmiş, istifası Kasım ayında yapılacak erken seçimleri tetiklemişti) uzun zamandır Wilders’in göçmen karşıtı PVV partisi ile çalışmayı reddediyor.
Bu arada İsveç ve Finlandiya’da da anaakım muhafazakâr hükümetler aşırı sağ milliyetçilerin, İsveç Demokratları ve Finler Partisi’nin desteği sayesinde iktidara geldi.
İtalya’da aşırı sağ geçtiğimiz sene, post-faşist İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nden Giorgia Meloni başbakanlığında bir hükümetin kurulmasıyla iktidara geldi. Fransa’da Les Républicains’in muhafazakâr Gaullistleri, İslam’ı şeytanlaştırma ve sığınmacıları durdurmaya yeni yollar önerme konusunda Le Pen’le, Le Pen’in aşırı sağcı rakibi Éric Zemmour’u geride bırakmak için yarışıyor. Partinin lideri Éric Ciotti de sığınmacılara kota uygulanması için Fransız Anayasası’nın Avrupa hukukuna üstünlüğünü ilan etmek istiyor.
Polonya ve Macaristan’daki aşırı sağcı milliyetçi hükümetlerin yargı bağımsızlığı konusunda AB müktesebatına meydan okumasındaki iddia da bunun aynısı.
Sağa Savrulmanın Nedenleri
Bu sağa savrulmanın nedenleri belli. Avrupa’nın büyük merkez sağ partileri, anaakım solu da seçmenlerin sosyal demokrat partilerden yeşil ve radikal sol gruplara kaymasıyla etkilemekte olan seçmen bölünmesine yenik düşüyor. Daha çeşitli ve bireyci bir toplumda, muhafazakâr seçmenler artık kilise, aile değerleri ya da serbest piyasa ideolojisiyle birbirlerine kenetlenmiş değil. Ekonomik korumacılık, Avrupa entegrasyonu, iklim eylemi ve LGBTQ+ hakları gibi sosyal konularda ayrılıyorlar.
Almanya’da, ülkenin savaş sonrası siyasi yapısını onlarca yıl yöneten CDU ve Bavyera’daki kardeş partisi, Merkel’in siyaseti bırakmasının ardından yapılan 2021 genel seçimlerinde sadece yüzde 24,1 oy alabildi. Merkez sağ şu an alabildiği yüzde 26’lık oy oranıyla bile yüzde 20’nin üzerinde oy alan AfD olmadan muhafazakâr bir hükümet kurabilecek gibi görünmüyor. Yine de özellikle Almanya’nın Nazi geçmişi nedeniyle, ulusalcılarla işbirliği bu zamana kadar tabu oldu.
Ancak tüm Avrupa’da anaakım muhafazakârlar, mavi yakalı, kırsal ve orta sınıf seçmenlerden kaybettiklerini geri kazanmaya ve aşırı sağcı tepki oylarını ya da çekimser oyları cazip bulan gençleri kendilerine döndürmeye çalışırken benzer ikilemlerle karşı karşıyalar.
Radikal sağı marjinalleştirmek ve şeytanlaştırmak bu kaybı durduramadı. Göç ve kimlik gibi konularda kısmen popülistlerin dilini ve politikalarını benimsemek de Danimarka’daki Sosyal Demokratlar’a yaramış sayılabilirse, Danimarka dışında işe yaramadı.
Diğer seçenekler arasındaysa koalisyonlar aracılığıyla aşırı sağla ilişki kurmaya ve onları ılımlılaştırmaya çalışmak ya da Alman Hıristiyan Demokrat Ursula von der Leyen liderliğindeki Avrupa Komisyonu’nun dayattığı AB Yeşil Mutabakatı’nın arabalarını ellerinden alacağından ve geçim kaynaklarını mahvedeceğinden korkan çiftçiler ve otomobil sürücüleri gibi bu durumdan pek memnun olmayan seçmen gruplarına hitap etmek var.
Avrupa Halk Partisi (EPP) merkez sağ şemsiye grubunun lideri Manfred Weber, önümüzdeki Haziran ayında AB çapında yapılacak oylama öncesinde uzun süredir egemen olan siyasi aileyi yeniden konumlandırmaya çalışırken iki yaklaşımı da deniyor.
Ocak ayında Meloni ile bir araya gelerek gelecek sene yapılacak seçimlerden sonra EPP ile milliyetçi Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Partisi (ECR) arasında bir ittifak kurulma olasılığını araştırdı. AB yasama organı şu anda EPP, Sosyalistler ve Demokratlar ile liberal Renew Europe grubu arasındaki üç eğilimli merkezci paktın egemenliğinde.
ECR, Polonya’nın sağcı iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), İspanya’nın Vox Partisi, İsveç Demokratları ve Finliler partilerinden oluşuyor. Ancak Weber defalarca Le Pen, AfD ve PiS’in isimlerini vererek EPP’nin “aşırı sağcılarla” çalışmayacağını beyan etti.
Temmuz ayında, ECR ve aşırı sağcı Kimlik ve Demokrasi (ID) grubuyla birlikte, çiftçilere yük getireceğini ve gıda fiyatlarını artıracağını söylediği önemli bir çevre koruma önlemi olan AB’nin doğa restorasyonu yasasını engellemeye yönelik başarısız bir girişimde bulundu. Weber, aşırı sağın iklim bilimini inkârını benimsemeden EPP’yi çiftçilerin ve sürücülerin dostu olarak yansıtmaya çalışıyor. Bu özellikle Weber’i kendi partisinden Von der Leyen ile karşı karşıya getirdiğinde tehlikeli bir dengeleme girişimine dönüşebilir.
ECR ile resmi bir ittifak pek olası görünmüyor, çünkü böyle bir ittifakın kurulması Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Rönesans Partisi de dahil olmak üzere liberallerin desteğini gerektirecektir. Oluşması durumundaysa böyle bir pakt muhtemelen Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın hedeflerine karşı çıkacak, sığınma ve göç politikasında daha sert bir çizgi izleyecek ve ulusal egemenliğin herhangi bir şekilde aşındırılmasına direnecektir.
Weber’in Meloni’nin yükselişteki partisini, mevcut ortaklarıyla elini güçlendirecek olan merkez sağ EPP’ye katılmaya ikna etmeye çalışması daha akla yatkın.
EPP yetkilileri bunun sadece taktik bir mesele olduğunu ve halkın endişelerine pragmatik bir biçimde yanıt verdiklerini söylüyor olsa da Weber ve içinde bulunduğu siyasi aile oldukça önemli bir seçimle karşı karşıya.
Avrupa’nın anaakım merkez sağ partileri, ulusalcı aşırı sağı dışlamak mı, taklit etmek mi yoksa onunla ittifak kurmak mı gerektiğine karar verirken, seçmenlerini kaybetmekle özlerini kaybetmek arasında bir seçim de yapmak zorunda.
Bu yazı The Guardian sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.