Avrupa’da Tabandan Demokrasi Gelişiyor
Avrupa siyaseti demokrasiye dönüş ile demokratik canlanma arasında bir itme ve çekme durumunda. Avrupa genelinde küçük ölçekli demokrasi girişimleri şekilleniyor ve bunların arkasındaki taban hareketi heyecan verici.
Geçtiğimiz on yıl Avrupa demokrasisini zedeleyen bir on yıl oldu. Macaristan ve Polonya’nın otoriterliğe yönelimi dikkatleri bu iki ülkeye çektiyse de, neredeyse tüm Avrupa hükümetleri temel hakları, yargı bağımsızlığını ve sivil toplumu zayıflattı.
Popülizmin, dezenformasyonun ve kamu güveninin tasfiyesinin neden olduğu pek çok sorunu daha belirgin hale getiren covid ile beraber, demokrasinin derin bir kriz içinde olduğu anlatısı artık daha da anlaşılır bir hale geldi. Ancak demokrasiye yönelik tehditlerin tırmanışa geçmesiyle birlikte Avrupa’nın demokratik uygulamalarını savunma ve yeniden düşünme çabaları da arttı.
Pek çoğu demokratik değerlere destek amacıyla gerçekleşen kitlesel gösterilerin sıklığı ve yoğunluğunda, pandemi süresince bile, önemli ölçüde kendiliğinden bir artış söz konusu. İnsanlar yolsuzluklara karşı ve belirli politika konuları etrafında hareketlendiler. Bu hareketlilik zamanla daha kapsamlı bir demokratik reform gündemi halini aldı. Bulgaristan, Romanya ve Slovakya’da, Polonya’daki kadın grevinde, İtalya’da Sardalyalar hareketinde, Çek Cumhuriyeti’nde Million Moments hareketinde ve Malta’da gazeteci Daphne Caruana Galizia cinayetinin tetiklediği protestolarda böyle bir durum söz konusuydu. Extinction Rebellion (Yok Oluş İsyanı) gibi iklim hareketleri de ekoloji taleplerini demokratik reform meselesiyle birleştirmeye başladı. İnsanlar covidle yeni protesto biçimleri buldular: Örneğin Polonya vatandaşları yeni kürtaj yasasını ve seçimin zamanlamasını, arabalarıyla konvoylar yaparak, korna çalarak ve pencerelerinden arabalarının alarmlarını çaldırarak protesto ederken, covid nedeniyle açık alanlarda toplanma kısıtlamasına da uydu.
Yeni sivil toplum inisiyatifleri kutuplaşmayla mücadele etmeyi amaçlıyor. Arguments Against Aggression olarak adlandırılan proje bunun örneklerinden biri. Bu proje insanları, sosyal medyada genellikle deneyimlediklerinden daha empatik iletişim ve müzakere yetenekleriyle donatmaya çalışıyor ve şu an AB üyesi yedi ülkede yürürlükte. Bu arada covid de, Fransa’daki En Première Ligne gibi web sayfalarıyla yardıma ihtiyaç duyanların yerel gönüllülerle doğrudan temas kurabilmesini sağlayan yüzlerce sivil yardımlaşma inisiyatifinin ortaya çıkmasına neden oldu. Sivil toplum örgütleri de bu inisiyatifler ve hareketlerle daha yakın bir ilişki içinde. Örneğin Romanya’daki Corruption Kills (Yolsuzluk Öldürür) grubu yolsuzluk karşıtı protestolardan ve bir gece kulübünde çıkan yangında 60’tan fazla kişinin ölmesinden sonra taşan halk öfkesinden evrilerek ortaya çıktı. Çevrimiçi inisiyatifler de halkın politika oluşturmadaki görüşlerini besleyecek yeni formatlar buluyor, dijital teknolojinin olumlu demokratik potansiyelini değerlendiriyor.
Halk meclisleri giderek yaygınlaşmaya başladı. İrlanda, Belçika ve Estonya’dan bilindik örneklerin ve Fransa’daki iklim meclisinin yanında, Polonya, İspanya ve diğer yerlerde kentlerde yerel danışma birlikleri oluştu. Örneğin Bristol, Chemnitz, Murcia ve Nantes’de Covid ile ilgili yurttaş girişimleri ortaya çıktı.
Bunların yanında, Brexit oylaması doğrudan demokrasinin eksikliklerini ön plana çıkardıysa da yerel referandumlar vatandaşlara doğrudan söz hakkı veriyor. Bu gelişme, Doğu Avrupa’da ulusal düzeydeki popülizme karşı, pratik yerel meseleler ekseninde makul bir panzehir sağlıyor. Yunanistan ve Çek Cumhuriyeti’ndeki altyapı projeleri bunun diğer örneklerinden.
Avrupa’da son on yılda görülen yeni siyasi parti oluşumlarının geçmişte benzeri yok. Bu yeni hareketlerin pek çoğu, bir demokratik restorasyon gündemini ön plana çıkarıyor. Fransa’da En Marche (Yürüyüş), İtalya’da Five Star Movement (Beş Yıldız Hareketi) ve İspanya’da Podemos’un artık bilinen hikayelerinin yanı sıra, kısmen sosyal hareketlerin dinamiklerine göre şekillenen yeni partiler de güçleniyor ve önem kazanıyor. Danimarka’daki Alternative, Belçika’daki Agora, Hollanda’daki Bij1, Macaristan’daki Momentum ve Romanya’daki USR bunlar arasında sayılabilir. Nowoczesna (Modern), Razem (Birlikte Sol) ve Polonya 2050 Polonya’nın yeni partileri arasında yer alıyor. Bu yeni girişimleri iç sorunları, siyasi tutarsızlıkları ve sabit oy oranları temelinde eleştirmek kolay. Ancak bu oluşumların ortaya çıkması, var olan enerjinin ve yurttaş aktivizmi ethosunun bir kısmının parti siyasetine taşınmasına yönelik gerçek bir ilgiyi yansıtıyor.
Avrupa Birliği de demokratik normları ihlal eden hükumetler üzerindeki baskısını yavaş yavaş artırıyor. Elbette Polonya ve Macaristan ile mücadele ediyor, ancak daha az dikkat çekse de AB’nin baskısının Romanya ve Malta’da hukukun üstünlüğünü sağlama yönündeki gelişmeleri harekete geçirmesi önemli. Bu aralar devam eden Avrupa’nın Geleceği Konferansı yurttaşlara hem AB’nin kendi reformunda hem de spesifik politika alanlarındaki reformlar bakımından eşi benzeri görülmemiş bir söz hakkı sağlıyor.
Bu girişimlerin kapsamı da dikkat çekici. Tek bir demokratik ifade modelinden ziyade, organize sivil toplum ağları aracılığıyla kendiliğinden kitlesel katılımdan küçük ölçekli müzakere forumlarına, siyasi parti düzenlemelerine, dijital demokrasiye ve AB düzeyinde katılıma kadar bir dizi siyasi aktivite görüyoruz. Her biri, demokratik yenilenmeye farklı katkılar sunuyor.
Ancak bunların hiçbiri demokratik erozyonu tersine çevirme konusunda yeterince ilerleme sağlamadı. Avrupa demokratik renovasyonu ruhu hızla yükselişe geçtiyse de, momentumu kırılgan olmayı sürdürüyor. Daha iddialı bir siyasi reform gündemine ihtiyaç var ve birçok girişimin bunu başarmak için bir araya gelmesi gerekiyor.
Enerjik tabandan yükselen halk ve topluluk düzeyinde yenilenmenin aksine, hükumetler aşırı derecede tedbirli olmayı sürdürüyor. Dar görüşlü popülist güçlere ilişkin kaygılar, bir yandan reform çalışmalarını yönlendiriyor diğer yandan da bu güçleri geride tutuyor. Birçok hükumet daha geniş halk katılımın popülistlerin önünü kesmek için zorunlu olduğunu anlamaya başladı ancak aynı zamanda kamuoyunun görüşüne daha fazla alan açmanın ve itibar etmenin, bazı konularda dar görüşlülüğü harekete geçirmesinden de korkuyor.
Demokratik kriz ve popülizmin dalga dalga yayıldığı anlatısı oldukça tek yanlı. Aslında Avrupa siyaseti demokrasiye dönüş ile demokratik canlanma arasında bir itme ve çekme durumunda. Avrupa genelinde küçük ölçekli demokrasi girişimleri şekilleniyor ve bunların arkasındaki taban hareketi heyecan verici. Ancak bu girişimler henüz gerçekten güçlü ve radikal bir reform ajandası oluşturmuş değil. Farklı demokratik yenilenme biçimleri beraber çalışmaya başlamalı. Ancak o zaman, kararlı bir şekilde bağnaz güçlerin ve gücü istifleyen hükumetlerin geri adım atmasını sağlayacakları konusunda umutları olacak.
Bu yazı The Guardian sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.