Ayşe Zarakol, Batı-Sonrası Dünya ve Türkiye: Stratejiler ve Senaryolar
Türkiye, Batı sonrası dünya ve düzen değişikliği tartışmasını bilgi temelli, farklı görüşler arası müzakere ve tartışmayı destekleyerek ve bundan sonraki beş yılın nasıl gelişeceğini hesaplayan ve öngörebilen bir çalışma ile bugüne hazırlanmalı. Çünkü oluşmakta olan değişim Türkiye için fırsatlar kadar riskler de yaratıyor.
Son yıllarda uluslararası ilişkiler ve dünya tarihi üzerine yazdığı kitaplar ve makalelerle Batı-sonrası dünya tartışmalarında önemli bir referans noktası olan Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Ayşe Zarakol’u Global İlişkiler Forumu’nun yıllık toplantısında dinledim (19 Şubat).
Zarakol’un çalışmalarını uzun yıllardır çok başarılı ve ufuk açıcı bulurum ve okurum. Tarih ile bugünü harmanlayarak ve karşılaştırmalı yöntemle çalışarak dünya siyasetinin ve uluslararası ilişkilerin nereye doğru gidebileceğini çok iyi bir analizle bize sunar. Bu yılın Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası da Zarakol’a verildi.
İlk kitabında, Yenilgiden Sonra: Doğu Batı ile Yaşamayı Nasıl Öğrendi (İstanbul: 2002, ilk İngilizce baskı Cambridge University Press) sorusuna yanıt arayan Zarakol, son kitabı Before the West: The Rise and Fall of Eastern World Orders / Batıdan Önce: Doğu Dünya Düzenlerinin Yükselişi ve Düşüşü (Cambridge: 2022) ile de Doğu tarihinin okumasıyla aslında bugünün Batı-sonrası dünya tartışmasına çok önemli katkılarda bulunur. Tüm bu çalışmalarında da “dünya düzeni” ve “düzen değişimi” sorusuna odaklanır.
Bugün de, 1945’ten bugüne yaşadığımız “dünya düzeninde değişim” tartışmasını yapıyoruz, hem de giderek merkezi gündem konusu olarak.
24 Şubat 2022 Ukrayna Savaşı ve 7 Ekim 2023’ten bugüne Gazze’de soykırıma dönüşen İsrail-Filistin meselesiyle, artık en azından bana göre netleşen bir biçimde, Batı merkezli dünya düzeninin bittiği, “Batı-sonrası dünya düzenine geçiş dönemi”ni yaşıyoruz.
I. Dünya Savaşı’nın bitimiyle başlayan “1945-sonrası Batı temelli liberal düzen”in bitimi ve “Batı-sonrası dünya” kavramı ile “eski düzenin bittiği ama yeni düzenin de tam olarak şekillenmediği” bir “geçiş dönemi” üzerine tartışıyoruz.
Dünya düzeni değişiyor ve Batı-sonrası dünyada yaşıyoruz; doğru. Fakat bu dünyanın nasıl şekilleneceğini, nasıl gelişeceğini de tam olarak bilemiyoruz.
Batı-Sonrası Dünya
Bildiğimiz:
Birincisi, artık sadece Amerikan hegemonyasına ve liderliğine bakacağımız, “tek kutuplu” bir dünyada yaşamayacağımız. Bu dünya, bir taraftan Amerika-Çin ticaret ve paylaşım rekabeti ve çatışması içinde yeni tür bir “Soğuk Savaş 2.0” görüntüsü veriyor ama güçleri ve etkileri artan yeni aktörlerle “çok-kutuplu”, “çok-katmanlı” ya da “çok kümeli” de olabilecek.
İkincisi, yeni gelişen güçler, daha çok “orta güç” dediğimiz Hindistan, Brezilya, Güney Afrika, Türkiye, Suudi Arabistan, Endonezya, İran, Vietnam vb. ülkeler, hiçbir kutba tam bağlı olmadan “kendi yollarını ve dış politikalarını şekillendirme” stratejisiyle hareket ediyorlar. Farklı kavramlar içinde bu stratejiye “stratejik otonomi” diyoruz.
Üçüncüsü, bu anlamda dünya, sadece “Batı” ve “Batı-dışı” (en güçlü aktör Çin) olarak değil, stratejik otonomi uygulayan ülkelerin oluşturduğu “Küresel Güney”den de oluşuyor.
Bu bize şunu söylüyor: Batı-sonrası dünyanın tek kutuplu olmayacağını biliyoruz, ama tek başına “çok kutuplu dünya” da yeni düzenin tanımlamasında yeterli olmuyor.
Güç ve etkinin, güvenlik, ekonomi, iklim, demokrasi, yapay zekâ, temel ihtiyaçların (gıda ve su gibi) farklı şekilde ve derecede ülkeler ve örgütler arası dağıldığı; güvenliği sadece askeri olarak düşünemeyeceğimiz; rekabet ve işbirliğinin beraber gittiği; kurallar kadar esnek ittifakların da önemli olduğu ve altını çizelim, insan hakları, haklar ve özgürlükler, demokrasi, hukuk devleti kadar, devlet güvenliği, kültür, itibar, etki, aile-muhafazakâr değerler arasında gelişen “norm/değer çekişmesi”nin de yaşandığı bir dünyadan konuşuyoruz Batı-sonrası dünya düzenine geçişi tartışırken.
Farklı Stratejik Tercihler ve Senaryolar
Zarakol’un analizine geri dönersek, içinden geçtiğimiz geçiş dönemi ile ilgili yaptığı ve benim de katıldığım iki tespiti vurgulamak isterim:
Birincisi, geçiş döneminin içerdiği ve özellikle yaşadığımız savaş ve çatışma alanları için ülkelerin ve aktörlerin stratejik tercihleri ve öncelikleri farklılaşıyor.
Batı dünyası içinde Amerika için Ukrayna Savaşı birincil; sonra İsrail-Filistin meselesi ve Çin-Tayvan sorunu geliyor.
Avrupa, AB ve NATO için tek öncelik Ukrayna Savaşı’na verilmiş durumda. Ukrayna Savaşı, Avrupa için “yaşamsal önemde”. Gazze tümüyle ikinci planda; hatta geçtiğimiz günlerde yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nda olduğu gibi çok çok az tartışılıyor; tartışılmıyor bile.
Küresel Güney içinse İsrail-Filistin meselesi ve Gazze birincil önemde. Güney Afrika’nın, İsrail devletinin Gazze’de soykırım yaptığını Uluslararası Adalet Divanı’na taşıması ve dava süreci buna örnek gösterilebilir.
Bu anlamda, Batı-sonrası dünya düzenine geçiş döneminde küresel yönetişim ya da düzen için işbirliğinden çok, stratejik tercihler ve önceliklerde farklılaşma olduğunu görüyoruz.
Bu da sorunların çözülmekten ziyade artması ve çözümsüzlüğe gitme riskini artırıyor.
Zarakol, 2024 ve yakın gelecek için “üç senaryo”nun konuşulduğunu söylüyor.
Birinci ve iyi senaryoda, Batı-sonrası dünyanın “Küresel Batı”, “Küresel Batı-Dışı” ve “Küresel Güney” olarak üç alan ve aktörden oluştuğunu söylüyor. Bu aktörler arası ilişkinin, uluslararası örgütlerin ve kuralların katkısıyla da, belli alanlarda işbirliği, belli alanlarda rekabet ve çatışma, ama en genelinde belli bir düzen içinde yaşanacağını savunuyor.
İkinci ve kötü senaryo ise, bu iyimserliğin aksine, Amerika-Çin rekabeti ve geriliminden başlayarak Soğuk Savaş 2.0 ya da belki de Üçüncü Dünya Savaşı’na gidecek kadar çatışmacı bir yapıya doğru evrileceğimiz.
Bu iki olasılık en fazla Batı’da konuşulan, Batı’nın hâlâ dünyayı kendisinin şekillendirebileceğine inandığı senaryolar. Batı’nın hâlâ kendi anlayışı, terimleri ve kavramlarıyla dünyaya baktığını da bize söylüyor.
Halbuki yaşadığımız geçiş döneminde değişim hızlı, süreçler karmaşık, belirsizlik yüksek, aktörlerin güç ve etkisi çok boyutlu bir nitelik gösterebiliyor.
Bu, Zarakol’a göre, üçüncü ve olası bir senaryoyu da ortaya çıkarıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu orta güç ve stratejik otonomi uygulayan aktörlerin öneminin, etkisinin ve dönüştürme kapasitesinin daha yüksek olabileceği bir dünyaya doğru da gidebiliriz düşüncesini güçleniyor.
Çatışma ve sorun çözümünde bu aktörler önemli ve etkili rol oynayabilirler.
Zarakol’un bu analizinin önemli olduğunu ve üzerinde düşünmemiz ve tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda da, hükümetin örgütlediği Antalya Diplomasi Forumu’na (1-3 Mart) Zarakol’un davet edilmesini ve dinlenmesini önemli ve doğru buldum.
Türkiye için Senaryolar
Türkiye, Batı sonrası dünya ve düzen değişikliği tartışmasını bilgi temelli, farklı görüşler arası müzakere ve tartışmayı destekleyerek ve bundan sonraki beş yılın nasıl gelişeceğini hesaplayan ve öngörebilen bir çalışma ile bugüne hazırlanmalı. Çünkü oluşmakta olan değişim Türkiye için fırsatlar kadar riskler de yaratıyor. Hatta, benim okuyuşumda riskler şu anda fırsatlardan daha fazla.
İyi senaryo, Türkiye’nin doğru okuma ve strateji ile Batı-sonrası dünyanın “önemli ve etkili bir aktör”ü olması. Kötü senaryo ise, okuma, strateji ve kapasite temelinde hatalar yaparak Batı-sonrası dünyaya geçiş ve oluşma sürecinin önemli ve sistem dönüştürücü gelişmelerinin “dışında kalması ya da bırakılması”.
Türkiye’nin fırsatları ve risklerini ve önemli aktör olma ile dışlanma olasılığını yaratan nedenleri bundan sonraki yazımda değerlendireceğim.
(Bu yazıda Ayşe Zarakol ile ilgili aktarımlar kendisinden izin alınarak yapılmıştır.)