Azaltmadan Çoğaltmak

Siyasi partiler 2017’de gerçekleşen hükümet sistemi değişikliğiyle beraber ittifaklar oluşturmaya neredeyse mecbur bırakıldığından, Türkiye’de ana siyasi aktörler bir süredir partilerden çok, partilerin oluşturduğu ittifaklar. Bugün itibarıyla Türkiye siyasetinde üç ana ittifak var ve her biri seçmen desteğini çoğaltmaya çalışıyor. Ne var ki, her birinin seçmen desteği azalıyor ya da azalma riskiyle karşı karşıya.

Egemenin meşruiyetinin vatandaşların onayına yaslanmaya başladığı zamanlardan beridir siyasi başarının anahtarı bu: Daha çok sayıda vatandaşı, daha fazla seçmeni aynı hülyaya ikna etmek. Azaltmadan çoğaltmak: Modern zamanlarda siyasi başarı bununla mümkün. Siyasi aktörler, siyasi programlar başarılı olabilmek, iktidara gelebilmek ya da iktidarda kalabilmek için seçmen desteklerini azaltmadan çoğaltmak zorunda. 

 

Siyasi partiler 2017’de gerçekleşen hükümet sistemi değişikliğiyle beraber ittifaklar oluşturmaya neredeyse mecbur bırakıldığından, Türkiye’de ana siyasi aktörler bir süredir partilerden çok, partilerin oluşturduğu ittifaklar. Malum, bugün itibarıyla Türkiye siyasetinde üç ana ittifak, üç ana aktör var ve her bir aktör işin tabiatı gereği seçmen desteğini çoğaltmaya çalışıyor. Ne var ki, vaziyet de şu: Her üç aktör de seçmen desteğini çoğaltmak derdine düşmüşken, her birinin seçmen desteği azalıyor ya da azalma riskiyle karşı karşıya. Haddizatında, her üç aktörün attığı çoğalma ve büyüme adımları azalma ve küçülmeye yol açıyor, en azından azalma ve küçülme riski yaratıyor. Vaziyet bu. 

 

Mesela, AK Parti 2018 seçimlerinde MHP’yle birlikte Cumhur İttifakı’nı kurdu ve kurulan bu ittifak sayesinde hem cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı hem de Meclis çoğunluğunu ele geçirdi. Öte yandan, Kasım 2015 seçimlerinde 60 puan olan iki partinin oyu 2018 seçimlerinde 53,7’ye indi, şimdiyse 45 puanın altında. Nitekim, bu açığı kapatmak için olsa gerek, Erdoğan YRP, Hüda-Par ve DSP gibi küçük partileri de Cumhur İttifakı’na davet etti. Ancak bunların dahliyle beraber Cumhur İttifakı’ndan bir kısım seçmenin daha uzaklaşmasının da önü açıldı. İnce’ye ve Memleket Partisi’ne meyleden seçmenlerin bir kısmı da Cumhur İttifakı’ndan malum. 

 

Aynı şekilde kendisi bir ittifak partisi olarak kurulan HDP de Emek ve Özgürlük İttifakı’nı kurarak Türkiyelileşme motifi etrafında çoğalmanın peşine düştü. Ancak bugün TİP’in ayrışması, CHP’nin Kürtler nazarında oy verilebilir bir parti haline gelmesi ve HDP seçmeninin bir kısmının partilerinin Türkiye soluyla yoğun mesaisinden duyduğu huzursuzluk gibi sebeplerle küçülme riskiyle karşı karşıya. 

 

Ancak, çoğalırken azalmak riskinin Millet İttifakı saflarındaki seyri en önemlisi. Çünkü malum, “iktidar değişecek, Erdoğan gidecek mi” sorusunun cevabını bu seyir tayin edecek. Kestirmeden söylemek gerekirse, vaziyet burada da benzer. Millet İttifakı da çoğalırken azalmak, büyürken küçülmek riskiyle karşı karşıya. Millet İttifakı, geçen bir sene boyunca iktidar değişikliğinin anahtarı olarak görülen “HDP’nin de destekleyeceği bir adayda ortaklaşmak” işini becermesine rağmen kesinkes iktidara gelebilecek, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kesinkes kazanabilecek gibi görünmüyor. Sekülerlerle milliyetçilerin ittifakı olarak başlayan Millet İttifakı, zamanla AK Parti’den uzaklaşan dindarları ve liberalleri de kapsayarak büyümesine ve HDP’nin de dışarıdan desteğini garantilemesine rağmen, muhtemelen tam da bu iki büyüme adımına bağlı olarak, küçülme, kan kaybetme riskiyle karşı karşıya. Malum, İnce ve Memleket Partisi’ne verilen seçmen desteğinin son bir aylık seyri, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı seçimlerini önde bitirmesini ve HDP’yle birlikte Meclis’te çoğunluğu bulacak kadar vekillik kazanmasını engelleyebilecek gibi görünüyor.   

 

Özetle, siyasetin üç büyük aktörü de aynı dertten mustarip. Her üç aktör de büyürken küçülüyor ya da büyümeye çalışırken küçülme riskiyle karşı karşıya.

 

Sisteme Karşı Siyaset 

 

Siyasetin üç büyük aktörünün de aynı dertten mustarip olmasının ardında ne olduğuna ve bu derdin bir dermanının olup olmadığına gelince… Çoğaltırken azaltmak riskinin birden çok kaynağının olduğu muhakkak. Ancak büyük ve esas kaynak yakın tarihli: Yeni hükümet sistemi. Yürütmenin başına geçebilmek için 50+1’i bulmanın, bunun için de siyasi partilerin ittifak yapmasının zorunlu hale gelmiş olması, her üç aktörün de aynı dertten mustarip olmasına yol açmış durumda. İzah etmeye çalışayım.

 

Kimi kesintiler ihmal edilecek olursa, Türkiye siyaseti 1908’den, hiç olmazsa 1950’den beridir siyasi partilerin esas aktörler olduğu, siyasi kimliklerin parti kimliklerine sığdırıldığı bir yer olmuştu. Bu durum seçmenleri partilerle özdeşleşmeye sevk etmiş ve siyasi özdeşlemeyi aşağı yukarı tek kademeli kılmışken, 2017’deki değişiklikle beraber seçmenlerin büyük kısmı bir de bir ittifakla özdeşleşmeye mecbur kaldı ve siyasi özdeşleşme iki kademeli bir hal aldı. Üç ittifakın da büyürken küçülme riskiyle karşı karşıya kalmış olmalarının ardında bu iki özdeşleşme kademesinin örtüşmemesi, bu örtüşmeme halinden kaynaklanan memnuniyetsizlik var. 

 

Siyasi özdeşleşmenin esas zemini partiler olduğu zamanda da, seçmenlerin hiçbir partiyle özdeşleşememesi veya yakın bir parti bulunamaması ya da “oyum boşa gitmesin” gibi sebeplerle bir partiyle kerhen özdeşleşmesi söz konusuydu elbet. Ancak cumhurbaşkanlığı sistemiyle beraber, bir siyasi aktörle özdeşleşmeme ya da kerhen özdeşleşme ihtimali en azından aritmetik olarak iki kat artmış durumda. Özetle, üç siyasi aktörün de büyümeye çalışırken küçülme riskiyle karşı karşıya kalmasının ardında bu yeni sistem var. 2015’te 60 puan olan AK Parti-MHP desteğinin 15 puan kadar azalması bir tarafa, kalan MHP seçmeninin bir kısmının partisinin içinde olduğu ittifakın cumhurbaşkanı adayı olan Erdoğan’a oy vermeye gönüllü olmamasının ardında da bu yeni sistem var, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alan partilerden TİP’in bir kısım seçmeninin HDP’ye oy vermeye yatkın olmamasının ardında da. Keza, HDP’nin bir kısım Kürt seçmeninin Emek ve Özgürlük İttifakı’nın destekleyecek göründüğü Kılıçdaroğlu’na oy vermeye meyyal olmamasının ardında da bu yeni sistem var. 

 

Tabii ki daha önemli olanı Millet İttifakı’ndaki durum. Sekülerler ve milliyetçilere AK Parti’den kopmuş dindarların ve liberallerin katılması ve HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday çıkarmamaya ikna olması, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerini kazanma şansını büyütürken, aynı iki faktör bu şansı azaltmış da görünüyor. Esas olarak CHP’yle İYİ Parti’den oluşan Millet İttifakı’nın desteği 40 puan civarındayken, bu iki ‘genişleme’ adımıyla beraber ittifakın adayı Kılıçdaroğlu’na verilen desteğin 55 puan civarına çıkması beklenirdi. Ne var ki, söz konusu genişleme adımları “ittifaka AK Parti’nin eskileri dolduruldu” ve “PKK’nin adayı Kılıçdaroğlu” motiflerinin çalışmasına sebep olup, daha dün esamesi okunmayan İnce’nin ve Memleket Partisi’nin desteğini büyütmüş, bu da Kılıçdaroğlu’nun desteğinin ilk turda 50 puanın altında kalmasına ve muhalefetin Meclis çoğunluğunu alamama ihtimalinin yükselmesine sebep olmuş görünüyor. Diğer bir deyişle, Millet İttifakı’yla HDP’nin Kılıçdaroğlu’nun adaylığında ortaklaşması 6+1=7 sonucunu üretmiş görünmüyor. Hülasa, durum şu: Millet İttifakı ve cumhurbaşkanlığı seçimleri söz konusu olduğunda biçimsel olarak bir araya getirilen, siyasi olarak bir araya getirilebilmiş değil ve bu ‘başarısızlığın’ ardında da siyasi özdeşleşmenin iki kademeli hale gelmesi ve bu iki özdeşleşme kademesinin örtüşmemesi var. 

 

Dert bu. Dermanına gelince… Yeni hükümet sisteminden kaynaklanan bu ‘arızanın’ ortaya çıkmasını engellemenin bir yolu, bu iki özdeşleşme kademesini örtüştürebilecek bir siyasetin icat edilmesi olabilirdi. Millet İttifakı örneğinden hareket edecek olursak, ittifakın adayı olarak Kılıçdaroğlu kendisini sekülerler, milliyetçiler, dindarlar ve Kürtlerden oluşan ve fakat bunları aşan bir hayali temsil edebilir kılabilseydi, Millet İttifakı’nın çoğalırken azalma riski küçültülebilirdi. Millet İttifakı’nı oluşturan siyasi partilerin ‘yatkınlıkları’ buna ne kadar izin verirdi ayrı bahis, ancak Kılıçdaroğlu’nun adaylığı bu yedi aktörü birlikte tanımlayan bir hayal, bu yedi aktörü az da olsa ortaklaştıran bir fantezi olarak kurulabilseydi, azaltmadan çoğaltmak muhtemel olabilirdi. Adaylığı sekülerlikle dindarlık, Türklükle Kürtlük arasındaki gerilimin yatıştığı bir Türkiye imkânının anahtarı olarak lanse edilebilseydi, Kılıçdaroğlu’nun seçmen desteğinde bugün gözlenen fireler oluşmayabilirdi. Oysa, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı söz konusu olduğundan beridir bu iki gerilimle ilgili olarak yapılan bir iki jestvari adım atmak, biraz da sembollere sığınmak oldu. Diğer bir deyişle, yapılan daha ziyade 6+1’in otomatik olarak 7 oluşturmasını beklemek oldu. Halbuki, 6+1, bir ihtimal siyaset yoluyla 7 ya da daha fazla eder kılınabilirdi. 


Muhalefetin hem cumhurbaşkanlığı hem de Meclis seçimlerini kaybetmesine sebep olabilecek bu sistem arızasını siyaset yoluyla gidermenin imkânı gerçekten olmuş muydu emin değilim. Ama olduysa da artık önemi yok, çünkü seçimlere sadece birkaç hafta var. Bu saatten sonra bu arızayı büyük siyaset yoluyla gidermenin imkânı yok. Bu durumda, kendime sistemden kaynaklanan bu arızayı muhalefet lehine bir sonuç üretecek biçimde etkisizleştirmek için ne yapılabilir diye sorduğumda, aklıma önceki yazıda da sözünü ettiğim mikro siyasetlerden başka bir şey gelmiyor. CHP’den bilhassa da İYİ Parti’den İnce’ye ve Memleket Partisi’ne kayan seçmen gruplarını daha önce oldukları yere dönmeye ikna etmeyi hedefleyen nokta atışı siyasetler geliştirmek, bu kesimleri etkileyebilecek figür ve motifleri etkili bir biçimde kullanmak: Kalan birkaç haftada hiç olmazsa bunlar yapılabilir. Muhalefetin cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerini kesinkes kazanması için sadece birkaç puanlık bir ilave desteğe ihtiyacı olduğunu hesaba katacak olursak, sözünü ettiğim türden mikro siyasetlerin iş görmesi muhtemel. Denemekte fayda olabilir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.