Baba Anneyi Öldürdüğünde Geride Kimler Kalıyor?

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu verilerine göre 2023 yılında 438 kadın katledildi. İçlerinden 196’sı ateşli silahla, 86’sı kesici aletle, 36’sı yüksekten düşerek, 17’si boğularak öldürüldü. 103 kadının ölüm nedeni ise ‘şüpheli’ olarak kayıtlara geçti. Peki bu cinayetlerle birlikte “kimsesizlik” ve “boşluk” haline düşen, evleri ve aile rutinleri değişen çocukların yas ve iyileşme süreçleri nasıl yürütülmeli? Çocuklar nasıl yeniden güçlendirilmeli?

Bir kitap var ki birkaç gündür elimden düşmüyor. Sayfaları çevirirken gözyaşlarım yaprakların arasına karışıyor. 

 

Hıçkırıyorum. 

 

İsyan ediyorum. 

 

Empati yapmaya çalışıyorum, elimden geldiğince… 

 

Türkiye’de kadın cinayetleri sonrasında geride kalan çocukların ruh halini daha önceleri hiç bu denli etraflıca düşünmemiş olduğum için kendimi ayıplıyorum. 

 

“Geride kalmak, özlenenin ayağına takılmayı bekleyen yapayalnız bir taş gibiydi” der Nermin Yıldırım, Rüyalar Anlatılmaz adlı romanında… 

 

Ayağıma yapayalnız taşlar takılıyor geride kalan tüm o yapayalnız, kırık dökük, yaşamı yarım bırakılmış çocuklarla birlikte… 

 

Değerli Bir Saha Araştırması 

 

2011 yılından beri Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü’nde kadın ve çocuk refahı üzerine çalışmalarını sürdüren Dr. Gamze Erükçü Akbaş, Doğan Kitap etiketiyle Baba Anneyi Öldürdüğünde: Türkiye’de Kadın Cinayetleri Sonrası Geride Kalan Çocuklar isimli muhteşem bir araştırma-inceleme kitabı yayımladı. 

 

Kitap, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un çıkmasından sonra meydana gelen 10 kadın cinayetini, çok sayıda ilde yapılan saha çalışmalarını, çocuklar ve bakım verenlerle gerçekleştirilen etik kurallara uygun derinlemesine görüşmeleri kapsıyor. Kadınların da çocukların da gerçek isimleri kullanılmamış; kadınlara, denizlere karışan nehir isimleri verilmiş. Çünkü, “istedim ki” diyor Dr. Akbaş, “metaforik bile olsa, sonsuzluğa erişebilsinler.” 

 

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin erken yaşlardan itibaren içselleştiril(e)mediği, kadının birey olarak görül(e)mediği, şiddetin kanser hücresi gibi toplumun her katmanına yayıldığı ve adeta bir “iletişim yöntemine” dönüştüğü toksik bir yaklaşımın sonucu olarak uykusunda yakılan, eşarpla boğulmaya çalışılan, yediği tekmelerden kaburgaları kırılan, gebelikte şiddet görüp çocuğu engelli doğan, ölüm tehditleri alan, hem kocasından hem kocasının ailesinden şiddet gören, demirle dövülen, cinayet öncesi en ağır şiddeti yaşayan, tutunacak dalı kalmayan, kendini uçurumdan aşağı atan, göz göre göre cinayet öncesinde uyarı sinyalleri alan, bu risk faktörleri muhtemelen yakın çevresi, mahallesi ve hatta kolluk güçlerine bildirilen, ancak sığınma evinden ayrıldıktan sonra bile haklarında izleme çalışması yapılmayan kadınlar…

 

Dr. Akbaş’ın deyişiyle, “kimsesizliğin sessizliğinde katledilen” kadınlar… 

 

Ve ardından “Anne lütfen ölme” diye haykıran, annesiz bırakılan, “keşke annemin öldürülmesine tanık olmasaydık, sürekli o an aklıma geliyor” diyen, sonraki yaşantılarında “şiddete hayır” diyen, ama zihinsel geri dönüşlerinde sürekli bu travmayı yaşayan, ağır şiddete tanık olan, “annem evde yoksa babam onu öldürmüştür” diyerek annesinin cesedini çuvallarda aramaya dek varan, dipten yaralı çocuklar… 

 

438 Kadın Katledildi 

 

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu verilerine göre 2023 yılında 438 kadın katledildi. İçlerinden 196’sı ateşli silahla, 86’sı kesici aletle, 36’sı yüksekten düşerek, 17’si boğularak öldürüldü. 103 kadının ölüm nedeni ise ‘şüpheli’ olarak kayıtlara geçti. 

 

İstanbul Sözleşmesi’nde koruma, önleme, kovuşturma ve etkin politikalar geliştirme konusundaki güvencelerden üç yıl önce İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede ayrılmamızla birlikte kadınlar mahrum bırakıldı. 

 

Dr. Akbaş’ın kitaplaştırdığı bu değerli araştırma sonucunda kadın cinayetlerinin nasıl önlenebileceği, önlen(e)mediği durumların ardından da çocuklara nasıl destek verilebileceği konusunda bir yol haritası da var. Bu, şiddetsiz bir yaşam için kurumsal ve yasal düzeyde yapılması gerekenlere dair öneriler olarak dikkate alınması gereken bir öneriler bütünü… 

 

Her vakanın ardından da, “öldürülen X kadını nasıl koruyabilirdik?” diyerek vaka bazlı öneriler getiriliyor. Örneğin kod ismiyle Nil’i nasıl koruyabilirdik? Annesinin, ağabeylerinin haberi olmasına rağmen kimsenin harekete geçmediği, sosyal destek mekanizmalarından mahrum bırakılmış, dış dünyadan yalıtılmış, bir gece kulübünde gardiyanlık yapıp her gün kanlı gömleklerle eve gelen failden korku duyduğu için jandarmaya bile başvuramamış, yalnızlaştırılmış Nil’i nasıl koruyabilirdik? 

 

Nil, aslında şu anda aramızda olabilir, canı gibi sevdiği çocuklarıyla oyunlar oynayabilir, onu silahla vurup 10 dakikalık mesafedeki hastaneye iki saat geç götürerek kan kaybından ölmesine yol açan kocasından kaçarak kendisine yeni bir hayat kurabilirdi. Nil’in evine bir sosyal hizmet uzmanı gitseydi, şiddet karşısında haklarını bilmeyen Nil ve Nil gibi daha nice kadına destek olunsaydı, bireysel silahlanmayı önleyen kurallar daha etkin çalışsaydı Nil yaşayabilirdi. 

 

baba anneyi öldürdüğünde

 

Kadın Cinayetleri Önlenebilir 

 

Kadın cinayetleri, “uyarı sinyalleri” cinayet öncesinde doğru değerlendirip ciddi risk faktörleri ortadan kaldırılırsa önlenebilir, diyor Dr. Akbaş. 

 

Peki ne şekilde? 

 

Bir kadın daha önce şiddet sebebiyle ağır yaralanmışsa, intihar girişiminde bulunmuşsa, aile içi sorunlarla eşzamanlı olarak eşinin silah edindiği bildirilmişse, 6284 sayılı Kanun kapsamında “yaşamsal tehlikesi bulunan kadın” olarak ele alınıp bu doğrultuda mesleki çalışmalar yapılarak… 

 

“Yaşamsal tehlikesi” bulunan kadının durumunda sadece erkeğe yönelik uzaklaştırma kararı vermekle yetinmeyip, süreçle ilgili tüm işlemler tamamlanana dek kadın ve erkeğin fiziksel olarak bir araya getirilmesini önleyerek, şiddet karşısında yasal prosedürü işletmek yerine kişiler arasında arabuluculuk yapmaktan kaçınarak… 

 

Ölüm tehdidi alan bir kadına yönelik olgularda erkekler hakkında “delil yetersizliğinden dolayı takipsizlik kararı” vermeyerek, suç duyurularını doğru değerlendirerek, daha fazla delil araştırarak, daha fazla tanık dinleyerek, şiddetin “yasal maliyetiyle” erkeği mutlaka yüzleştirerek…

 

Hâkim ve savcıların erkek şiddeti karşısında daha duyarlı hale gelmesi çağrısında bulunarak…  

 

Bireysel silahlanmanın önünü keserek, ruhsatsız ve kolayca erişilebilen silahlarla kadınların katledildiği gerçeğini bir veri olarak alıp bununla mücadele ederek… 

 

Boşanma sürecinin kadın-erkek arasında bir krize dönüşmesini önlemek için devlet tarafından -özellikle boşanmak istemeyen erkeklerin şiddetini ve ölüm tehdidini önlemek açısından- sürekli ve zorunlu bir “boşanma danışmanlığı hizmeti” vererek… 

 

Şiddet gören kadınların büyük kısmının ekonomik koşullar sebebiyle okula gönderilmedikleri gerçeğinden hareketle, eğitimde kız çocuklarına fırsat eşitliği sağlayarak, şartlı nakit yardımlarını, eğitime fiziksel olarak uzak çocuklara yurt ve ulaşım desteği sağlayarak, okul terklerini önleyen etkin programlar yürüterek, kız çocuklarını erken yaşta güçlendirerek, yılmazlıklarını artırarak…

 

Evlilik yaşını 18’e çekecek türden yasal düzenlemelere giderek, çocuk yaşta zorla evliliklere yönelik yaptırımları sıkılaştırarak, akraba veya aile baskısıyla evlenmeye zorlanan kişiler, evlilik öncesi zorunlu ve resmî eğitim programlarıyla yerel idareler tarafından evlilik henüz başlamadan tespit edilerek ve evlilik kararlarının gözden geçirilmesi sağlanarak… 

 

Çocuklara Yönelik Ne Yapılmalı? 

 

Peki cinayet sonrasında bir “kimsesizlik” ve “boşluk” haline düşen, hem annesini hem de “arkadaşını” yitiren, evleri ve aile rutinleri değişen çocukların yas ve iyileşme süreçleri nasıl yürütülmeli? Çocuklar nasıl yeniden güçlendirilmeli? 

 

Dr. Akbaş, bu soruya da oldukça akılcı, net ve uygulanabilir bir yol haritası sunuyor. Örneğin çocuk babayla ancak çocuğun fiziksel ve psikolojik olarak hazır olduğu ve bunu kendisinin talep ettiği durumlarda görüşmeli; görüşmede çocuk açısından risk faktörleri (örneğin babada psikiyatrik bir rahatsızlık veya çocuğa zarar verme potansiyeli varsa, görüşmenin bir cam ya da tel örgünün ardında gerçekleşmesi gibi) kontrol altına alınmalı. 

 

Bu süreçte de çocuğun cinayet sonrası iyileşme sürecinin sağlanması, çocuğun babayla zorla görüştürülmemesi, ikincil travmalar yaratılmaması şart. Çünkü yine Dr. Akbaş’ın belirttiği gibi, cinayet sonrası “babasının genlerini taşımaktan”, “onun bir parçası olmaktan” bile utanan, babasının soyadını kullanmayıp artık kendisine annesinin bekarlık soyadıyla yeni bir sosyal medya hesabı açan, cinayet sonrasında babasından “o adam”, “katil”, “o” diye söz eden, öfkesi dağlar kadar büyük çocuklar var… 

 

Çünkü çocuk aslında farklı biçimlerde her iki ebeveynini de “yitirmiş oluyor”.  Dolayısıyla koruyucu, destekleyici ve güçlendirici bir yas sürecinin yürütülmesi, ilgili tüm sorumlu taraflar ve ruh sağlığı profesyonelleri tarafından üstlenilmeli, kayıpla baş etmede çocuğun duygularını ifade etmesine yardımcı olacak bir ortam hazırlanmalı. 

 

Oysa Dr. Akbaş’ın incelediği vakalarda, çocuklar, cinayet sonrasında büyük bir karmaşanın içinde ve güvensiz halde buluyorlar kendilerini. Bu da, kardeşlerin bakımını üstlenen ablanın omuzlarına orantısız şekilde yüklenen sorumluluklardan tutun da, cinayete tanık olan çocuklarda travma sonrası stres bozukluğuna varan geniş bir yelpazede geride kalan çocukların iyi olma halini derinden etkiliyor. 

 

Psikososyal Destek Şart 

 

Dolayısıyla bu yaralı çocuklara cinayet sonrasında koruyucu-destekleyici sosyal bir çevre yaratılması, 18 yaş altındaki çocuklar için bakım sorumluluğunu alan bir vasinin atanması, vasi olmadığında koruyucu aile gibi aile temelli bakım hizmetlerine yönlendirilmeleri, toplumda etiketlenmemeleri adına medyada çocukların fotoğraflarının paylaşılmasının önlenmesi gerekiyor. 

 

Kitapta ayrıca çocuklara psikososyal destek sağlamak adına sosyal hizmet uzmanlarından, çocuk psikiyatrlarından ve psikologlardan oluşan bir ekibin travma odaklı bilişsel davranışçı bir terapi ve yas danışmanlığını geç kalmadan ve ücretsiz şekilde vermesi gerektiğine dikkat çekiliyor. Çünkü bazı durumlarda çocukların cinayet sonrası intihar girişiminde bulunduğu biliniyor. Söz konusu desteğin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı işbirliğinde herkese cinayet sonrası ilk bir yıl süresince ücretsiz ve koşulsuz şekilde verilmesi şart. 

 

Ayrıca, çocukların cinayet sonrasında nasıl bir protokolle ifadelerinin alınacağı, adli süreçte onların üstün yararının nasıl korunacağı da halen yeterince uzlaşamadığımız, standartlaştıramadığımız bir alan. Kitapta yer alan bir anlatıya göre, annesi katledilen bir çocuğun jandarma tarafından olay sonrası ifadesi alınırken, kapısı açık bir odaya alınması ve kapının önünde onun ne diyeceğini duymak için yığılan akrabaların korkusu, çocuğun, babasının cinayeti “kazara” işlediği şeklinde bir ifade vermesine yol açmış. Dolayısıyla ifade alınırken çocukların yanında uzman kişilerin bulunması da şart. 

 

Dr. Akbaş’ın bir tespitini daha çok kıymetli buluyorum: Türkiye’de Aile İçi Cinayet Sonrası Hayatta Kalanlar Ağı. Şayet böyle bir Ağ kurulursa kişilere akran, yetişkin desteği ve danışmanlık sağlanır; dayanışma ağları kurulur. 

 

Hepimize şiddetsiz bir yıl, şiddetsiz bir dünya ve şiddetsiz bir ülke diliyorum. Çocukların isimlerinin oyunla, okulla, mutlulukla, şen kahkahalarla; kadınlarının isminin de yaşamla, yılmazlıkla, Anadolu topraklarının verdiği güçle, kararlılıkla, çalışkanlıkla, üretkenlikle anıldığı bir yıl olsun.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.