BAE’nin Yemen Politikası: Küçük Ülkenin Büyük İhtirasları
BAE’nin Yemen’deki rolünü incelerken; Emirliklerin ekonomik ve askeri çıkarlarının iç içe geçtiği, Suudi Arabistan’la bir yol ayrımına girdiği ve Yemen savaşının ülkenin Afrika’daki çıkarları ile bağdaştığı kompleks bir manzara karşımıza çıkmaktadır.
Arap ayaklanmaları; Yemen’in 33 yıllık Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in, aşiret bağları, mezhep ayrılıkları ve ekonomik sıkıntılarla boğuşan iktidarını zedeledi. Böylece, hükûmetin istifasını isteyen halk protestoları Yemen’de de başladı ve siyasilerin ufak tavizleri gerilimin büyümesini engelleyemedi. Salih, 2012’de baskılar sonunda görevi yardımcısı Abdurabbu Mansur Hadi’ye bıraktı. Fakat bu değişiklik de Yemen’de durumu yatıştırmadı çünkü hükûmete muhalif Zeydi nüfus yani Husiler, silahlı mücadeleye devam ettiler.
İç gerilim artarken, İran tarafından desteklenen Husiler başkent Sana’yı ve güneydeki Aden’i ele geçirdiler ve Salih, Başkanlık sarayını kuşatıp Hadi’yi istifaya zorladı. Bu esnada, 1967-1990 yılları arasında Güney Yemen’de kurulmuş Halk Cumhuriyeti’ne benzer bir şekilde, kuzeyden ayrılmak isteyen bir grup, Güney Geçiş Konseyini kurarak, Aden’i aldı ve bağımsızlık çalışmalarına başladı.
Yemen’de Arap Baharı’nın ardından başlayan bu siyasi sıkıntılar, 2015 yılında Suudi Arabistan önderliğinde başlayan ‘Kararlılık Fırtınası’ askerî operasyonu ile bölgesel bir seviyeye evrildi. Suudi Arabistan’ın yıllardır sürdürdüğü gölge hâkimiyeti ve İran’ın son yıllarda artan etkisiyle, Yemen bu bölgesel dönüşümün öncesinde de iç politikada ekonomik problemler ve siyasi istikrarsızlık gibi birtakım sorunlarla mücadele ediyordu.
Yemen’in iç meseleleri ve sağlanamayan siyasi istikrarı, savaşın gidişatını belirleyen temel dinamikler olarak ele alınsa da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörlerin bu sürece müdahil olmaları Yemen’in geleceği açısından bir hayli belirleyici hale geldi.
BAE’nin Yemen politikasını incelerken, Körfez ülkelerinin ortak bir politikada birleşemediklerini belirtmek gerekir. Askeri müdahaleye bazı Körfez ülkelerinin yanı sıra, Ürdün, Sudan, Fas, Senegal ve Mısır katıldı. Körfez krizi öncesinde Katar sembolik bir sınır koruma gücü ile askerî müdahalede yer aldı ancak ambargo sonrasında operasyon dışında bırakıldı. Katar Savunma Bakan Halid El-Atiyye’nin yaptığı açıklamalara göre, Katar’ın Arap Baharı’nın başından bu yana, Yemen’de önceliği bir askerî operasyon değil, diplomatik çözümdü fakat bu tercihin üzerinde çalışılmadı.
Zaten iç savaş süreci öncesinde, Yemen’deki taraflar arasında Katar’ın arabuluculuğu ile barış denemeleri olmuş ancak bu girişimler kalıcı bir çözüm getirmemişti. Umman ise, sınır komşusu olan ve ilişkilerinin iyi durumda olduğu Yemen’e askeri müdahaleyi onaylamadı. Kuveyt ve Bahreyn temsili olarak askeri operasyona dahil oldu fakat askeri müdahalenin arkasındaki temel stratejik ve askerî destek Körfez’in egemen gücü Suudi Arabistan ve yükselen gücü BAE’den geldi.
Suudi Arabistan Yemen’de Neyi Amaçladı?
BAE’nin politikalarını incelemeden önce Suudi Arabistan’ın Yemen’deki motivasyonuna kısaca değinmekte fayda var. Yemen’in yakın tarihi boyunca yaşadığı sıkıntıların herhangi bir şekilde Suud devletinin istikrarını ve sınır güvenliğini tehdit etmemesi, Suudi Arabistan için bir ulusal güvenlik önceliği oldu. Bu nedenle, Suudi Arabistan’ın askeri operasyon ile amacı; tehdit unsurlarını ortadan kaldırıp, merkezî hükûmeti güçlendirip, İran’ın olası bir müdahalesini ve Güney’in ayrılmasını ihtimal dışı bırakmaktı.
Bu noktada, merkezî hükûmet ile çatışma halinde olan Husilerin İran’dan askerî mühimmat ve siyasî destek aldıkları iddiası, operasyon için gerekli meşruiyet zeminini hem iç hem bölgesel politikada oluşturdu. Fakat Yemen’in çetrefilli doğa koşulları; ağırlıklı olarak hava saldırıları ile devam eden, yerleşik bir askeri stratejiden yoksun müdahale ve (El-Kaide, DAEŞ gibi) devlet dışı aktörlerin ve terör örgütlerinin de sahada aktif olmaları, Suudi Arabistan’ın arzuladığı gibi kısa ve başarılı bir askerî operasyona engel oldu.
Koalisyon güçlerinin müdahalesi kısa zamanda başarıya ulaşıp Yemen’de bütünlüğü sağlamanın ötesinde, koalisyona katılan devletler kendi aralarında fikir ayrılığına düştü ve böylece Yemen her zamankinden daha çok bölündü. Bunlara ek olarak, artan gıda güvensizliği ve sağlık sıkıntıları nedeniyle Yemen, dünyanın en büyük insani trajedilerinden birine dönüştü.
BAE’nin Artan Askeri Varlığı
BAE’nin Yemen politikası Arap Baharı’ndan günümüze devam ettirdiği aktif ve iddialı politikalarının bir parçası olarak yorumlanabilir. Uluslararası ilişkiler literatüründe küçük devlet ya da orta güç olarak tanımlanan, belirli bir ekonomik ve askeri güce sahip olmanın yanında, bunu bölgesel rolünü artırmak için kullanan devletlerin tipik özelliği olarak, BAE de Arap Baharı’nın açtığı manevra alanında kendine bir yer edindi. BAE’nin Bosna, Afganistan, 2011 Libya müdahalesi gibi katıldığı birkaç barış operasyonu sayılmazsa, Yemen askeri müdahalesi ilk ciddi denizaşırı operasyonu olarak tanımlanabilir.
Emirliklerin Yemen’deki askerî rolü, Mart 2015’te ‘Kararlılık Fırtınası’ ve sonrasında ‘Umuda Dönüş’ operasyonu ile başladı. Bu rol, BAE’nin Temmuz 2019’da Yemen’den çekildiğini duyurması ile yalnızca yerel kuvvetleri desteklemek ve eğitmek seviyesine indirildi. Genel olarak, erken süreçte ve sonrasında BAE’nin Yemen’deki rolünü incelerken; Emirliklerin ekonomik ve askeri çıkarlarının iç içe geçtiği, Suudi Arabistan’la bir yol ayrımına girdiği ve Yemen savaşının Afrika’daki çıkarları ile bağdaştığı kompleks bir manzara karşımıza çıkmaktadır.
Koalisyon İçi Fikir Ayrılıkları
Katar gerek ekonomik yatırımları gerek siyasi hamleleri ile 2007’den bu yana tarafları masaya çekmeye çalışıyordu. Beklenenden uzun süren; Yemenliler için oldukça yıpratıcı, koalisyon güçleri için ise masraflı ve öngörülemez olarak ilerleyen operasyonda, Katar başlangıçta Suudi Arabistan’ın müdahale kararını destekleyen bir küçük devlet davranışı sergiledi. Ardından Körfez krizinin 2017’de patlak vermesiyle diplomasi çağrısı yapan taraflardan biri olan Katar askeri müdahaleden izole edildi.
BAE’nin Moskova Büyükelçisi Ömer Saif Gobas, ambargo sonrası süreçte, Katar’ın askerî müdahale sırasında terör örgütlerine istihbarat bilgisi sızdırdığını bu nedenle beklenen başarıya ulaşamadıklarını iddia etti. Gobas, başarıya yakın her hamlede zorluklar çıkmasını Katar’ın El-Kaide ile ilişkide olduğu iddiasına dayandırdı. Katarlı yetkililer, süreçlerden haberleri olmadıklarını ve askeri güçlerinin sadece sınırda koruma görevi yaptığını söylemelerine rağmen, devam eden ambargo sürecinin de etkisiyle bu anlaşmazlığın üzerine gidilemedi.
BAE ve Katar, Yemen’e yıllardır yatırım yapan ve ülkenin gelişmesi ile ekonomik kazanç elde edecek iki aktördür. Yöntemleri ve ilişkide oldukları gruplar farklı olduğu için gerek askerî müdahale sürecinde gerek sonrasında BAE’nin Yemen’de yaşadığı sıkıntıları yüklediği günah keçilerinden biri Katar oldu.
Aslında başlarda tahmin edilen fakat dillendirilmeyen, Suudi Arabistan ile Emirlikler arasındaki fikir ayrılıkları 2019’un sonlarına doğru tescillendi. Yukarıda belirtildiği gibi, Suudi Arabistan için öncelik Yemen’in İran etkisinden uzak ve bir bütün olarak kalmasıydı. Fakat Emirliklerin, Güney’deki ayrılıkçı grupları askerî ve ekonomik olarak desteklemesi, yine Güney’deki Sokotra adasına askerî üs inşa etmesi ve Afrika boynuzundaki askerî görünürlüğünü artırması Suudi Arabistan’ın Yemen politikasıyla bağdaşmayan hamlelerdi. Suudi Arabistan için Yemen’in bir bütün olarak kalması ne kadar önemli ise, BAE içinde Aden limanının yönetilebilir güçlerin elinde olması ve Afrika’ya geçiş yollarının güvenlik altına alınması bir o kadar kritik öneme sahip.
Bazı kaynaklar, BAE’nin yönetici ailelerinden Abu Dabi’li Al-Nahyan ailesinin aslen Yemen’in güneyinde yer alan Hadramut’tan gelmesini devletin bölgeye olan ilgisi ile ilişkilendirmektedir ancak bu bilgiyle ilgili yeterince akademik delil ve bağlantı yoktur. BAE’nin asıl odak noktasının ekonomik kazanç olduğu dikkate alınırsa, Emirliklerin Güney’e olan tutumunun, Dubai ile eş değer önemde fakat kısmen âtıl durumda olan Aden limanının ve Afrika’da işlettiği limanların güvenliği endişesinden kaynaklandığını söylemek doğru olacaktır. Emirliğin son yıllarda gerek Yemen’de gerek Afrika genelinde (Assab, Puntland ve Somaliland) askerî görünürlüğünü artırması da aynı şekilde yaptığı yatırımları korumak ve bir orta güç olarak izlerini artırmak amacı taşımaktadır.
BAE’nin Yemen politikasında ve Suudi Arabistan ile yaşadığı ayrılıkta bir diğer dönüm noktası da Aden’in Güney güçleri tarafından ele geçirilmesidir. Ağustos 2019’da ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi’ne bağlı, ‘Güvenlik Kemeri’ milisleri, merkezî hükûmet kuvvetleri ile çatışarak Aden’i aldılar. Aslında Abdurabbu Mansur el-Hadi yönetimindeki merkezî hükûmete bağlı güçler Aden’i almaya oldukça yakınlardı fakat Emirlikler hava saldırıları ile Güney milislerini destekleyince kontrolü kaybettiler. BAE bu hava saldırısının hükûmet güçlerini hedef almadığını, aksine onlara bağlı olarak sahada görev alan Suudlu askerleri terör gruplarından korumak için düzenlediğini açıkladı. Bu açıklamalara rağmen, bu hamle BAE ve Suudi Arabistan’ın Yemen’deki politikalarının ayrıştığının açık bir örneği oldu. Öncesinde 2015 yılında Emirliklere bağlı askeri kuvvetler, Aden’i Husilerden geri almak için 90 bin Güneyli milise eğitim verdiler. Bu süreçte bile fikir ayrılıkları kabul edilmedi hatta Suud ve Emirlikler’den yetkililer ortak bir bildiri ile Yemen’deki gruplar arasında diyalog çağrısında bulundu.
Bir diğer önemli nokta ise, BAE yetkilileri Temmuz 2019’da Yemen’den çekildiklerini açıkladıkları halde, Dışişleri’nden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargsih’in yaptığı açıklamaya göre, Yemen’de yalnızca yerel kuvvetleri desteklemek için askeri mühimmat ve personel bıraktılar. Diğer bir deyişle, BAE güçleri ayrılsalar da Yemen’de takip ettikleri stratejinin hüküm sürdüğünden emin olmak üzere askeri destekleri devam etmektedir. Bu ayrılık ve Güney’in Husilere karşı mücadele veren merkezî hükûmete rağmen desteklenmesi, Suudi Arabistan’ın İran’la ‘uğraşmak’ üzere yalnız bırakılmasını da beraberinde getirdi.
Emirlikler, temelde Güney’deki politikalarına odaklanarak ve İran’la -söylemsel olarak bile- Yemen üzerinden savaşmayarak, Suudi Arabistan’ı Yemen’i olası bir İran hâkimiyetinden korumakla yükümlü güç konumuna getirdi. En nihayetinde, BAE ve Suudi Arabistan’ın Yemen’deki yol ayrımı derinleştikçe, Emirliklerin de bölgede izlediği askerî ve siyasi hamleler de o kadar karmaşık ve kapalı bir hal aldı.
Güney Yemen Neden Önemli?
Bu karmaşık çıkar çatışması içinde bir nokta, BAE’nin Yemen’deki konumunu ve neden Güney güçlerini desteklediğini anlamak adına önemli olacaktır. Askeri üsler ve görünürlük ile, bölgede stratejik olarak oldukça güçlenmiş bir BAE rolü olsa da devletin asıl önceliği ekonomik kazançları garanti altına almaktır. Suudi Arabistan ve Katar’a nazaran BAE, Yemen’e geç gelen bir yatırımcıdır. Buna rağmen, Emirlikler eğitim, turizm, liman ticareti, madencilik ve inşaat gibi ekonomik olarak çeşitlendirilmiş bir portföyle özellikle Güney’de adım adım rolünü artırdı. BAE’nin ünlü lojistik şirketi DP World’ün, Yemen’deki hâkimiyetin artmasıyla, Cibuti ve Somali’deki limanları arasında bağlantı kurması kolaylaşmıştır.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Özellikle merkezî yönetimin önceden imzalanmış ekonomik ayrıcalık anlaşmalarını gözden geçireceklerini açıklaması, BAE’nin Aden’de planladığı projelere zarar verecektir. DP World’ün Aden limanını yönetmesi, Suudi Arabistan’a bağlı şirketlerin Yemen ve Afrika arasında bağlantı kurmayı amaçladığı Bin Ladin Köprüsü projesi ile çatışmaktadır. BAE’nin Aden limanı için kullanmayı planladığı topraklar, Bin Ladin Köprüsü proje alanı içinde kalmaktadır. Bu nedenle, Emirliklerin, 30 yıl boyunca Aden limanını işletme hakkını aldığı anlaşmayı merkezî hükûmet devam ettirmeyince, anlaşmaya uyması muhtemel olan Güneydeki ayrılıkçı güçleri desteklemesi kaçınılmaz oldu.
Emirlikler İç Politikası ve Güç Tazeleme
Bu ekonomik ve askeri yöntemlere ek olarak, BAE’nin Yemen’deki gibi zor koşullarda askerî operasyon düzenleyen ve önder rol alan pozisyonu iç politikada güç tazelemesi açısından önemli olmuştur. Bir diğer deyişle, BAE’nin Yemen politikasının iç ve dış politikayı birleştiren bir denge üzerine kurulu olduğunu söylemek mümkündür. Emirlikler federal bir devlet yapısı üzerine kurulu olsa da Abu Dabi ve Dubai’nin ağırlıklı olarak karar mekanizmalarını yönettiği bir sistem sergilemektedir.
Bu federal yönetimde, dış politika kararları, Körfez’deki diğer devletler gibi küçük bir zümre tarafından alınmaktadır. 2014’ten bu yana BAE lideri Şeyh Halife’nin kötüye giden sağlık koşulları nedeniyle, liderlik görevinin büyük kısmını veliaht prens Muhammed bin Zayed Al-Nahyan (MBZ) yerine getirmektedir. Bu nedenle, BAE’nin Arap Baharı sonrası yürüttüğü iddialı ve müdahaleci dış politika adımlarının temelde MBZ’nin elinden çıktığı kabul edilmektedir. Fakat Emirliklerin Yemen’deki rolü sadece MBZ’nin bölgesel politikalarıyla değil, iç politikada ulusal kimliği pekiştirme arzusuyla da ilgilidir.
Kamuoyunda, Körfez’deki en iyi eğitilmiş askerî güce sahip olduklarının ve Yemen’deki operasyonel başarılarının vurgulanması, BAE gibi fiziki olarak oldukça küçük bir devletin siyasi konsolidasyonu açısından oldukça mühimdir. Emirliklerin yayın organları ve devlet yöneticileri, BAE’nin Yemen’de üstlendiği askerî rolü, ulusal güvenlikleri adına atılmış cesur ve başarılı bir adım olarak servis etmişlerdir. 30 Kasım 1971’de İran güçlerine karşı Tunb Adaları hâkimiyeti üzerine yapılan askerî müdahalede vefat eden askerlerden bu yana ilk kez BAE medyası şehit düşen askerlere haberlerinde geniş yer ayırmıştır.
İran’la yaşanan bu durum, Yemen’e yapılan müdahale sonrasında tekrar gündeme getirilmiş ve 30 Kasım’da her yıl şehitleri anma törenleri düzenlenmeye başlanmıştır. Şehitlere özel, the Wahat Al Karama isimli bir anıt-müze inşa edilmiş, ‘Şehit Yakınları Ofisi’ kurularak, şehit yakınlarına destek için organize bir sisteme geçilmiştir. Yemen’e operasyona giden ve şehit düşen askerler genel olarak ekonomik durumu Abu Dabi ve Dubai’den düşük olan, Resü’l-Hayme gibi, güney Emirliklerden geldikleri için, şehitlerin medyada ve devlet törenlerinde ön plana çıkması hem federal emirlikler içinde oluşması muhtemel tansiyonu eritmeyi, hem de BAE’nin sınır aşırı operasyonlarda aldığı kayıpların bir milli gurur olarak tanımlanmasını sağlamıştır.
Görüldüğü üzere, BAE’nin Yemen politikası hem iç politikada siyasi konsolidasyon hem bölgesel rolünü güçlendirme odaklı dizayn edilmiştir. Sonuç olarak, Yemen iç savaşının Körfezdeki Arap ülkelerinin birbirleriyle ve kendi toplumlarıyla olan ilişkilerini etkilediğini ve önümüzdeki yıllarda da gündemi bu yönde meşgul edeceğini söylemek mümkündür.