Bağlam-Eşya İlişkisi: Bir Ben Vardır Bende, Benden İçeru, Benden Ziyade

Her anlam ve değer bir bağlamda üretilirken kendi paradigmasını ve hegemonyasını inşa eder ama başka paradigmalar yükselirken ya sönükleşir ya da berhava olur gider. Çünkü herkes başkasının (sosyal) inşacılığına yapısökümcüdür.

Geçenlerde Dayı: Bir Adamın Hikayesi’ni izlediğimde aklıma 1990’larda babamın 1970’lerde çekilmiş fotoğraflarına bakarken -uzun favorileri saymıyorum bile- o İspanyol paça pantolonları ve geniş yaka gömlekleri hangi akla hizmet giydiklerini tebessümle anlamaya çalıştığım geldi. 2000’lerde ise bu sefer tebessüm sırası kendimize gelmişti. Hakikaten 1990’larda o çok pilili şalvar gibi bol pantolonları ne demeye giymiştik? Şimdi hatırladım: “U Can’t Touch This”. 1999’da ilk kez ABD’ye gittiğimde genç erkeklerin düşük bel kot pantolonlarından görünen iç çamaşırlarını umursamamalarına rağmen uzun zincir aksesuarlarına gösterdikleri itina karşısında inşallah bu moda denilen pespayelik ülkeme gel/e/meden zeval bulur diye dua ediyordum.

 

Elbette zaman içinde yaşlanmaya bağlı olarak sadece fiziksel değil fikirsel açıdan da değişiyor insan. Örneğin, crops modası erkekler için olsaydı nasıl olurdu diye kendi üzerimde -özel alanda (evde)- yaptığım deneme sonucunda, bu moda akımını başlatmanın benim için büyük bir adım olsa da insanlık için daha büyük bir felakete kapı aralayacağını fark ettim. Üstelik şu an için buna ne moda çevreleri ne de kamuoyu hazır diye düşünerek ışık hızında bu fikrimi rafa kaldırdım, şimdilik. Zaten pandemiyle başlayıp sonrasında giderek derinleşen lojistik zincirindeki kırılmaların tetiklediği küresel enflasyonu acaba resesyon mu stagflasyon mu takip edecek endişesiyle günlerini sadece ekonomik değil sosyal ve siyasal anksiyete bozukluklarının gölgesinde geçiren dünyamız için başka bir travmaya da ben sebep olmamalıydım.

 

Eşya, Bağlamla Anlam ve Değer Kazanır

 

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle ivmelenen küresel gıda enflasyonunu aşağı çekeceğini umduğumuz Türkiye’nin öncülüğünde açılan buğday koridoru kadar değilse bile benim bu moda uygulamasından vazgeçişim de pusulası şaşan dünyamız için temenni ederim ki bir umut ve sevinç vesilesi olur. Bu peşrev her ne kadar moda üzerinden olsa da başlıktan da anlaşılacağı üzere eşyanın (her şey) bağlamdan müstağni olmadığından hatta bağlamla anlam ve değer kazandığından veya kaybettiğinden hareketle bağlamın belirleyiciliği üzerinedir. Eşya ve bağlam arasındaki interaktif ilişki, bir nevi, birey ve toplum arasındaki ilişki gibidir ve nihayetinde doğumundan itibaren toplumun içinde şekillenen birey, toplumdan bağımsız bir anlam ve değer üretemez. Zira bireyin tüm üretimi günün sonunda toplum için olduğundan aslında bir nevi hepimiz amme hizmetindeyiz.

 

Ne zaman bağlam üzerine düşünsem lisede matematik kolu mezunu olduğumdan kafamda X ve Y koordinatları boyunca uzanan bir tablo şekillenir. X’i zaman Y’yi de mekân olarak kodlayınca bağlamdaki eşya bu iki koordinatın da ilave olmasıyla üç boyutlu hale gelir. Zaman ve mekândan münezzehlik uzay ve zamanı var edene ait bir sıfat olduğundan, biz insanlar da dahil eşya, mekân ve zamanın parçası olduğu kadar dışına da çıkamayacağı bir kuşatılmışlığa hapsolmuştur. Mefhum-u-muhalifinden bir çözümlemeyle bu hapsoluşu aşan bir varlık ve/ya t/öz olması gerekir ki ona da Tanrı diyoruz. Tanrı olmanın gereği ezeli ve ebedi olmayı icbar ettiğinden Tanrı, bildiğimiz fizik sınırlarının dışında da var olabildiği gibi, kadir-i-mutlak da olmalıdır. Tanrı’nın varlığına dair akıl yürütüşümüzü normatif kılan da bu cebir silsilesi olmaktadır. Şöyle ki; iyiliğin nihai kertede kötülüğü galebe çalacağının işareti, Tanrı mutlak iyiliğin bizatihi kendisiyken kötülük istese de mutlakiyete erişemez. Mutlak, bizim elimizde olmadığından bağlama da mutlak bir hakimiyetimiz yoktur ve olamaz da.

 

Bağlamın Dinamikliği

 

Bağlam da onu mümkün kılan eşya gibi dinamiktir. Çünkü insana dair sınırlılıklar tüm eşyaya sirayet etmiştir ve bu sınırlılıkları kısmen de olsa aşabilmek için dinamizm de eşyanın bir diğer özelliğidir. Örneğin, evrenimiz tespit edebildiğimiz kadarıyla soğuyarak genişlediğinden yaklaşık 1 trilyon yıl sonra donarak yok olacaktır. Aynı şekilde evrenin başlangıcını Büyük Patlama ile başlattığımız halde söz konusu insanlık tarihi olduğunda bile bugün insanlıkla yaşıt herhangi bir cari fenomenimiz yok. Hiçbir devlet, şirket veya STK -başlangıcını kesretten kinaye atfetmiyorsa- insanlığın başlangıcına kadar uzanmaz.

 

Sözlüklerde kelimelerin ilk ne zaman kullanıldığı ya kabaca ya da geçtiği metne göndermeyle belirtildiği gibi “tarih” dediğimiz şeyi bile yazıyla başlatıyoruz ya da tarihi en fazla insan ürünü anlamında mağara duvarlarına çizilen resimler veya arkeolojik eserler üzerinden tanımlıyoruz. Örneğin, dinozorlara dair yaşam izleri bulunduğundan beri kafamızın karışması bundan. Çünkü tarih öncesinde fiziksel anlamda insan ile kıyaslanamayacak cesametteki yaratıkların nasıl yok olduklarını çözümlemeye çalışıyoruz ki aynı hataya biz düşmeyelim. Haliyle kendimizi zamanla çevrili bulunca şu andaki imkânlarımız ile ses hızının ötesine geçsek bile ışık hızına erişmemiz bir hayal olduğundan, ışık yılını bir zaman ölçüsü değil uzaklık ölçüsü olarak istihdam ediyoruz. Dahası, şimdilik ne bir karadeliğe girebilip başka zamanlara ulaşabiliyoruz ne de bir solucan deliği açıp varsa başka evrenlere açılabiliyoruz. Teknolojiyle gelen çevrimiçi görüşmeleri saymazsak halen Aristo fiziğine tabi olarak tek seferde tekil hatta tikel bir zamanda ve mekânda olabiliyoruz. O yüzden zamanda yolculuklar fantastik edebiyatın sinemaya da çok uygulanan eserleri olarak karşımıza çıkıyor.

 

Bağlamı dinamik kılan işte onun bu cebri arka planıdır. Şöyle ki: Hiçbirimiz bırakın genetiğimizi, içine doğduğumuz yılı ve/ya evi seçmedik ama bu bağlamı verili bulduk. Mezarlıklarda dikkatinizi çekmiştir herhalde, biliniyorsa metfunun künye bilgilerinde ölüm ve doğum tarihi yazılıdır. Bu tarihlendirme insanın kurduğu bütün toplumsal hareketler ve cemiyetler için de geçerlidir. İçine doğduğumuz mekânı değiştirebiliyorsak da değiştiremiyorsak da bir ölçü bakımından coğrafya kaderdir ve yaşam yolculuğumuz boyunca vakfe yaptığımız bütün duraklarda her birimiz nasıl birer ibn-ül-vakt olarak zaman ile şekilleniyorsak mekânlar ile de şekilleniriz ve hem zamanı hem de mekânı şekillendiririz.

 

Değerler Manzumesi

 

Bağlam, dinamikliği bir yana belirli bir değerler manzumesi de sunar. Örneğin, Fransızca veya Farsçayı oldukça şiirsel olarak algılayan zihnimizin, Almanca veya Rusça söz konusu olduğunda tam tersine oldukça kaba bir tınlamayı tatması anadilimizle ilişkimizden başlamak üzere öğrendiğimiz ve içselleştirdiğimiz estetik kültürünün de uzantısıdır. Bu bağlam istikrarlı olsa bile statik değildir günün sonunda. Yine bağlamında küfürlü veya argo ifadeler hem söyleyen hem de söylenen tarafından iltifat ve/ya mizah olarak anlaşıldığı gibi iltifat olarak söylenenler de farklı bir bağlamda kinaye marifetiyle iğneleme olarak anlaşılabilir. Böyle bir durumda tabağı boş göndermemek adına tecahül-ü-arif de yapılabilir kafa göz de dalınabilir. İşte bu, bağlamın sonucudur. Bir diğer örnek, gelin-kaynana diye başlayan bir isim tamlaması sonrasında aklımıza başat şekilde çatışma gelirken uzlaşma ya gecikir ya da hiç gelmez. Gelinin, kaynananın toprağından yaratıldığına ve birbirlerine dualarının verilmediğine, halk kültürü bağlamına elbette vakıfım. Öte yandan, kayınpeder-damat ile başlayan bir söz öbeğini müteakiben çatışma ya da uzlaşma değil en azından benim zihnimde en fazla tavla oynuyorlardır şeklinde bir resim beliriyor.

 

Yukarıda saydığımız sınırlılıkların hapsettikleri olarak Tanrı olamayacağımıza göre Tanrı’yı oynayıp Rabblik taslamak yerine Tanrı’ya öykünerek ve bize üflediği “ruh” dediğimiz ilahi t/öze sadık kalarak -umulur ki- insan-ı-kâmil olabiliriz. Böylece, Mevlana’nın dediği gibi adaletin tecellisi için gülleri -ama dikenleri değil- sulamamızın gerektiğini daha çabuk içselleştirebiliriz. Bu sınırlılıkları da şerlerin defi ve hayırların fethiyle hayra hadim eyleyebiliriz ki iyilik tüm arza hâkim olsun. İşte def-i-mefasid celb-i-menafiden evladır ilkesi de ehem-mühim sıralaması bakımından bu minvalde bize ışık tutar. Elbette nakısımız gereği ne mutlak iyiliği ne de mutlak kötülüğü gerçekleştirebiliriz. Kısacası, komplo teorilerinin üfürdüğü üzere dünyayı beş aile yönetmediği gibi küresel düzen/sizliğ/i tek başına hâkim kılacak bir güç de henüz yoktur yeryüzünde. 

 

Yazının başında ifade ettiğimiz modanın zamanla ilişkisi hep doğrusal değildir. Bu yüzden moda bazen geriye ket vurmalar şeklinde belirli dönemlere göndermelerle bit pazarına nur yağdırabilir. Kısacası, evlerden eşiklerden ırak, İspanyol paça pantolonların ve geniş yaka gömleklerin -meraklılarına vintage olarak üretilip sunulması haricinde- tekrar moda olması uyku değilse bile keyif kaçırıcı bir ihtimal olarak önümüzde durmaktadır. Sonuç olarak, her anlam ve değer bir bağlamda üretilirken kendi paradigmasını ve hegemonyasını inşa eder ama başka paradigmalar yükselirken ya sönükleşir ya da berhava olur gider. Çünkü herkes başkasının (sosyal) inşacılığına yapısökümcüdür.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.