Başarılı Diplomasi Başarılı Arabuluculuk Getirir mi?
Ukrayna-Rusya Savaşı, dış politikasında daha barışçıl adımlar atmaya başladığı bir döneme denk gelmesiyle, Türkiye’nin arabuluculuk rolünün yeniden öne çıkmasına sebep oldu. Arabuluculuk girişiminden çözüme yönelik henüz net bir sonuç alınamamış olsa da girişim, Türkiye için çok anlam ifade ediyor. Hatta bu girişimi dış politikada son günlerde şahit olduğumuz ‘rota düzeltme’ sürecinin adımlarından biri olarak tanımlamamız abartı olmaz.
Dünya geçtiğimiz iki yıla damgasını vuran pandemiden nihayet çıkmaya hazırlanırken, gündem bu sefer de Rusya ve Ukrayna arasında çıkan savaşla sarsıldı. 2014 yılında Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç yönetiminin Avrupa Birliği (AB) Ortaklık Anlaşması’nı askıya almasına karşı Kiev’de yapılan Meydan Devrimi’yle başlayan süreç, Rusya yanlısı ayrılıkçıların Donetsk ve Luhansk’ta kurduğu devletlerin bağımsızlıklarını tanımasıyla tırmanışa geçti. Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Kiev’i işgal etmesiyle birlikte bir savaşa evrilen çatışma zihinleri bir anda 30 sene öncesinin Soğuk Savaş dinamiklerine geri götürdü. Gelinen noktada nükleer bir savaştan bile bahseder olduk. Öyle ki, Rusya’nın Ukrayna’daki Zaporizhzhia Nükleer Santrali’ne yaptığı saldırı, tarihte bir devlet tarafından nükleer bir santrale yapılan ilk saldırı olarak kayda geçti.
Bütün bu kıyamet senaryosunun karşısında, Batı’nın Ukrayna’ya askeri destek vermedeki isteksizliği ve Rusya’nın Kiev’i alma konusundaki ısrarı, çatışmaların barışçıl çözüm yollarından biri olan arabuluculuğu yeniden öne çıkardı. Savaşın başlamasından beri geçen birkaç haftalık süre zarfında Hindistan, Güney Afrika, Çin ve İsrail gibi ülkelerin olası arabuluculuk rolleri gündeme gelirken, müzakere masasına ev sahipliği yapan devlet Türkiye oldu. Girişim, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun arabuluculuğuyla, 10 Mart 2022’de, Türkiye’nin her yıl düzenlediği Antalya Diplomasi Forumu çerçevesinde, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Viktorovich Lavrov ve Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba’nın bir araya gelmesiyle gerçekleşti. Bu görüşmeye ek olarak, Çavuşoğlu’nun 16 Mart’ta Moskova’da Lavrov ile yaptığı ikili görüşme ve en son Rusya ve Ukrayna arasında yapılan 15 maddelik barış planında Türkiye’nin, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere ile birlikte garantör ülke olarak adının geçmesi, barış girişimi çerçevesinde değerlendirilebilir.
Türkiye’nin Arabuluculuk Girişimleri
Arabuluculuk girişiminden çözüme yönelik henüz net bir sonuç alınamamış olsa da girişim, Türkiye için çok anlam ifade ediyor. Hatta bu girişimi dış politikada son günlerde şahit olduğumuz ‘rota düzeltme’ sürecinin adımlarından biri olarak tanımlamamız abartı olmaz. Arabuluculuk, Dışişleri eski Bakanı Ahmet Davutoğlu döneminde, Türkiye’nin ‘yeni dış politikası’ çerçevesinde, bölgede istikrar ve iş birliğini hedef alan ve o dönem sıkça konuşulan ‘komşularla sıfır problem’ prensibinin önemli araçlarından biri olarak öne çıktı. Türkiye kendisini hem Batı’yla hem de Batı dışı aktörlerle aynı masaya oturabilen yegâne aktör olarak lanse ederek Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, Afrika ve Asya’da birçok müzakerede arabuluculuk rolü üstlendi. Özellikle Suriye-İsrail barış görüşmelerinde ve İran-Batı arasında yürütülen nükleer müzakerelerinde yürüttüğü girişimlerle Türkiye, kendisini ‘tarafsız’ ve ‘içeriden’ bir arabulucu olarak uluslararası arenada tanıtmaya başladı. Hatta, Finlandiya ortaklığında, 24 Eylül 2010 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde ‘Barış için Arabuluculuk’ girişimine önayak olarak, arabuluculuk konusunda BM’de kabul edilen ilk karara ve BM Genel Sekreterliği’nin Haziran 2012’de yayımladığı ‘Etkin Arabuluculuk Rehberi’nin oluşturulmasına da öncülük etti. Arabuluculuk, Türkiye’nin ‘İnsani Diplomasi’ sinin önemli ayaklarından da biri oldu.
İlerleyen yıllarda, özellikle Suriye krizi, 15 Temmuz darbe girişimi ve Doğu Akdeniz, Arap Yarımadası ve Doğu Afrika gibi Türkiye için önemi artmaya başlayan bölgelerde yükselen tansiyonlarla beraber dış politikada artan bir güvenlikleşme trendi yükselmeye başladı. Türkiye’nin güvenlikçi politikaları sonucunda Somali’deki arabuluculuğu ve Suriye krizini çözme adına Rusya ve İran’la yürütmekte olduğu Astana/Soçi süreci gibi girişimleri, tarafsız olmadığına dair eleştirilere maruz kaldı. Ukrayna-Rusya Savaşı, dış politikasında daha barışçıl adımlar atmaya başladığı bir döneme denk gelmesiyle, Türkiye’nin arabuluculuk rolünün yeniden öne çıkmasına sebep oldu. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı siyasi-ekonomik krizler daha itidalli bir politika izleme ihtiyacını ve Ermenistan, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve AB ile yakınlaşmasını tetikledi.
Ukrayna-Rusya krizinde Türkiye denge politikası izlemeyi tercih etti. Bunun en büyük sebepleri, bir yandan Türkiye’yi Batı’ya bağlı kılan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliği ve AB üyelik süreci, diğer yandan ise Rusya ile arasında bulunan ‘asimetrik karşılıklı bağımlılık’ ilişkisi. Türkiye’nin doğrudan taraf tutamadığı böyle bir denklemde, savaşın bitmesi ve bölgede barış ve istikrar olması, Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda bir çözüm olacaktır. Zira şu birkaç haftalık süre zarfında bile doğalgaz, buğday, mısır ve ayçiçeği gibi ürünlerin fiyatlarındaki keskin yükseliş halihazırda kırılgan durumda olan Türkiye ekonomisi için yeni bir darbe mahiyetinde oldu.
Türkiye’nin bir yandan Rusya’nın saldırılarını kınaması ve Ukrayna’nın egemenliğinin altını çizmesi bir yandan da Rusya’ya uygulanan yaptırımlara destek vermek istememesi, denge politikası çerçevesinde başarılı bir diplomasi yürütmesini sağlasa da arabulucu olarak tarafsızlığına gölge düşürdüğü söylenebilir. Nitekim, Türkiye’nin bu iki ülkeyle, fakat özellikle Rusya’yla önemli çıkar ilişkileri söz konusu. Ancak Türkiye NATO üyeliğini tehlikeye atacak bir adımdan da kaçınacaktır. Zira, şu bir gerçek ki, NATO üyeliği Türkiye’yi yalnızca Rus tehdidine karşı değil, aynı zamanda Batı’dan gelebilecek bir tehdide karşı da koruyan bir mekanizmadır.
Arabuluculuk literatürüne göre, bazı nadir vakalarda arabulucunun meselenin çözümüne yönelik bir çıkarının bulunması başarı getirebilir. Ancak bu durumda arabulucunun güçlü bir devlet olması ve taraflara teşvik ve güvenlik teminatı verebiliyor olması gerekir. ABD’nin 1978’de Mısır ve İsrail arasında yaptığı ve Camp David Anlaşması’yla sonuçlanan arabuluculuk girişimi bu tür bir girişimdir. ABD, bu anlaşmayla hem bölgedeki müttefiki İsrail’i daha da güçlendirmiş hem de Mısır’ı Sovyet ekseninden çıkararak kendi safına çekmeyi başarmıştır. Anlaşmayı teşvik etmek adına, İsrail’e güvenlik garantisi vermiştir. Mısır’a ise 1978’den beri her yıl 1,3 milyar dolarlık yardım yapmaktadır. Ancak Türkiye taraflara hem siyasi hem ekonomik olarak, bu tür bir teminat verebilecek pozisyonda değil.
Devletler mi Kuruluşlar mı Arabulucu Olmalı?
Arabuluculuk çalışmalarının öncü isimlerinden Jacob Bercovitch ve Scott Sigmund Gartner’ın, 1945’ten bu yana 3500’den fazla uluslararası arabuluculuk vakasını listeleyen 2000 Uluslararası Çatışma Yönetimi veri seti üzerinden yaptıkları analize göre, devletler çatışmaya olan coğrafi ve kültürel yakınlıkları ve gerektiğinde gayri resmi olabilme yetileriyle düşük şiddetli çatışmaları çözmede daha etkili olabiliyorlar. Bu görüşe göre, uluslararası kuruluşlar, geniş kaynakları, yüksek prestijleri ve stratejik çeşitlilikleriyle uluslararasılaşmış yüksek yoğunluklu çatışmaları çözmede daha etkili olabilir. Rusya-Ukrayna ihtilafının kısa süre içinde yüksek şiddetli bir çatışmaya dönüştüğü ve uluslararası bir boyut kazandığı düşünüldüğünde, bu tür bir çatışmanın bir devletten ziyade; güç, baskı ve yönlendirici stratejiler uygulayabilecek, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası bir örgüt tarafından yapılması daha olumlu sonuçlar doğurabilir. Zira, Paul Pillar’a göre, doğru kurgulandığında, devletler arası ihtilafların müzakereyle çözülme olasılığı, devlet içi ihtilafların çözülme olasılığının iki katı.
Türkiye’nin uygulamaya çalıştığı denge politikası çerçevesinde bakıldığında, arabuluculuk girişimi akıllıca bir diplomatik hamle olarak görülebilir. Ancak savaş tırmanmaya devam ederse, Türkiye Rusya’ya karşı daha sert bir tavır almak zorunda kalabilir. Nitekim Avrupa’da devletler askeri bütçelerini çoktan iki katına çıkardı. Ukrayna ise Türkiye yapımı dronlar (SİHA ve İHA) kullanıyor. Buna karşılık Rusya, SİHA ve İHA alımı için Türkiye yerine Çin’i tercih etmiş durumda. ABD ise Türkiye’nin Rusya’dan aldığı gelişmiş S-400 hava savunma sistemini Ukrayna’ya vermesini istedi. Başka bir deyişle, bölge, tehdit algılarının yükseldiği, daha militarize bir yer olmaya doğru ilerliyor. Rusya’nın, halihazırda masaya oturmaya istekli görünmesi ise, çatışmayı çözme yolunda samimi bir girişimden çok zaman kazanma hamlesi olarak görünüyor. Bu ölçekte bir uluslararası çatışmanın, çatışmaya taraf olan bir ülkenin arabuluculuğunda başarıya ulaşması ise bir hayli zor görünüyor. İsviçre’nin bile dış politikasının en önemli unsuru olan tarafsızlık ilkesinden vazgeçtiği düşünüldüğünde, devletlerin bu savaşta ne kadar tarafsız kalabilecekleri şüpheli. Bu durumda, Türkiye’nin başarılı diplomasisinin başarılı bir arabuluculuk getirip getirmeyeceği henüz bir soru işareti.