Başörtüsü Meselesi: Bir İleri Bin Geri

Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na karşılık olarak çektiği Anayasa resti, eklediği aile meselesi, bunu ‘santraforlukla geçen ömrün’ becerisiyle gol olarak tariflemesi; parti tavanında ve yakın kanaat dünyasında tersi söylense de siyasetten kopuş emaresi.

Türkiye’de iki konuda tartışma, kamplaşma hiç bitmiyor, değişmiyor; bir adım ileriye gidilirse hemen sonrasında bin adım geri gidiliyor. Çünkü iki konuda da ezberler, mitler statükolar var, meseleleri tekelinde tutmak isteyenler var. Bu iki meselenin sebepleri, etkileri, dönemleri arasında farklar olsa da ortak olan bir yönleri var ki o da eşit yurttaşlık, demokratikleşme, özgürlüklerle ilişkili olmaları…

 

İlki Kürt meselesi ama o başka bir yazıya kalsın. Gündemde olduğu için diğer meseleyle başlamak istiyorum: Başörtüsü meselesi… “Halen mi başörtüsü?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Sadece bu köşede ‘artık yeter’ başlıklı çokça yazı yer aldı. Ama bu son haftadaki tartışmada gördük ki; halihazırda böyle bir sorun olmasa da, toplumsal kutuplaşma hafızasındaki yeri öylece duruyor. Yasağın kadın hakkı, özgürleşmesi açısından önemli olduğunu söyleyenler var. Daha da trajiği, halen “Başörtüsü kullanmak gelenekseldir. Türban ise Siyasal İslam’ın bir simgesi olarak yaşamımıza girmiştir. Dolayısıyla sorun geleneksel bir ‘Başörtüsü’ kullanma sorunu değil, Siyasal İslam’ın simgesi olan ‘Türban’ın kamu hizmeti yapan kadınlar tarafından kullanılması sorunudur” analizleri ciddi bir köşe yazısı olarak yayınlanabiliyor, sosyal medyada övgülerle dolaşıma sokulabiliyor.

 

Kadınlarla Hesaplaşmanın Kolaycılığı

 

“Sosyal medyada ‘on yıl önce başörtüsü yasağı sebebiyle giremediği sınavda başörtülü olarak gözetmenlik’ yapan kadının paylaşımı da fobiyi görünür kılan başka bir konu oldu. Gelen tepkiler, başörtülü kadınlara karşı zihinlerdeki öfkenin sürdüğünü, daha doğrusu siyasi bir partiye yönelen tepkiselliği başörtülü kadınların üzerinden görme kolaycılığının hiç de öyle geçmiş bir heves olmadığını göstermiş oldu.”

 

Yukarıdaki satırlar son bir haftadaki başörtü gündemiyle ilgili değil, 2020 yılına ait, Perspektif’teki ilk yazılarımdan biri… Aynı durumu bu kez de deneyimledik. Bu tepkisellik, başörtüsü yasağının keyfiyetle yıllar boyunca uygulanmasının en temel dayanağı oldu. Görüyoruz ki; gelecekte böyle bir yasak uygulamak isteyen muktedirler için aynı dayanağı bulmak zor olmayacak. Yazıda iktidarın ve kemik tabanının pragmatistliğini yorumlarken ‘başörtüsü yasağı gündeme gelirse yine altlık oluşturanlar çıkacaktır’ demiştim. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yasal güvenceyle ilgili çıkışından sonra, yıllardır birçok mecrada sorunun keyfiyetle çözülmesinin yeterli olmadığı, olası iktidar değişikliğinde aynı durumun yaşanabileceğiyle ilgili endişelerini dile getirenlerin bile kaba ironilerle “yasak yok, düzenlemeye ihtiyaç da yok’ söylemlerini dolaştırdığını gördük. Aynı kişiler Erdoğan’ın Anayasa resti sonrası ise hemen kendilerine güncelleme getirdiler.

 

İster samimi bir adım ister siyasi bir hamle olsun, yasal düzenleme çıkışı, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısını sembolik çıkışlardan kalıcı bir tutuma çevirme niyeti açısından önemli. Erdoğan’ın karşılık olarak çektiği Anayasa resti, eklediği aile meselesi, bunu ‘santraforlukla geçen ömrün’ becerisiyle gol olarak tariflemesi; parti tavanında ve yakın kanaat dünyasında tersi söylense de siyasetten kopuş emaresi… Çünkü ortada kendisinin ve partisinin yanlış tutumunun sorumluluğunu kabul edip düzeltmek için adım atan bir siyasetçi ile, bir önceki yazıda da alıntıladığım “Bu zulüm düzenini, bu kölelik düzenini değiştirmek için geliyoruz. Bizimle sadece aktörler değişmeyecek senaryo da değişecek”le başlayan ama günün sonunda ekonomiden özgürlüklere, bazen ötekine duyduğu nefret, bazen de kazanımlarını kaybetmekten duyduğu korku ile insanların ‘rehineliği’ gönüllü seçtiği düzeni norm olarak dayatan bir siyasetçi var. Biri memleketin iyiliğini-geleceğini, tüm şartlarını kendisine, kendi iktidarına bağlıyor. Öteki de kurduğu ittifakla, “Bizler, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni’ni hazırlayan altı siyasi parti olarak, Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak, adaleti tesis etmek, farklılıklarımızı zenginlik kabul ederek bir arada özgürce yaşamak, toplumsal huzuru ve barışı sağlamak, tüm vatandaşların insan onuruna yaraşır bir hayat sürmesini güvence altına almak, çoğulcu, demokratik bir Türkiye inşa etmek ve gelecek nesillere bu değerleri emanet etmek için bir aradayız” diyor.

 

Orban Taktiği

 

Helalleşme çıkışıyla, seçimlerdeki ‘kutuplaştırmayla safları sıklaştırma’ taktiği boşa düşen iktidarın yeni çıkışını ‘LGBT ve aile’ üzerinden yapacağını da böylece görmüş olduk. Bir taşla iki kuş vurma çabası da var bunda. Hem aile lobilerine yeşil ışık yakılmış olacak hem de Macaristan’da Victor Orban’ın son seçimlerde deneyip başarılı olduğu, muhalefeti toplumda yükselen LGBT tartışmasının tarafı haline getirme taktiği uygulanacak. İstanbul Sözleşmesi’ni ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ üzerinden çarpıtarak amaçlarına ulaşan bu grupların hedefinde daha önce de yazdığım gibi, Medeni Kanun, 6284 sayılı Kanun ve kadınlara koruma sağlayan diğer uluslararası sözleşmeler var. Nafaka tartışması, ailenin elden gitmesi dillendirilse de kadınların kamusal alandan çekilmesi, ailenin reisinin erkek olması, kadınların maddi ve manevi olarak hayatlarını onların iradesine teslim etmesi, karma eğitime son verilmesi de gündemleri arasında…

 

Hükümete yakın kadın kuruluşları, iktidarın kamuda yüksek mevkilerde alan açtığı kadınlar, sıranın hızla kendilerine geleceğini de umarım görüyorlardır. Geçtiğimiz hafta karısını öldürdükten sonra intihar eden daire başkanının ardından yazılan taziye mesajlarının arasında aileyi koruma yürüyüşlerine katılanların olması da çok manidar. Tesis etmeye çalıştıkları aile kurumunu böylece görmüş olduk. Bakalım hayatlarımızı futbol sahası olarak gören siyasiler daha başka ne çıkışlar yapacak…

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.