Başörtüsüyle Bikini Çağdaştır
Kelimelere bazen öyle değerler yüklemeye çalışırız ki, onlar bu yükü taşıyamaz hale gelirler. Bir ülkenin, bir toplumun üç asırlık kavgaları bir cümlenin, hatta bazen bir kelimenin içine boca edilir. Kullandığımız bir kelime (devrim/inkılap), tercih ettiğimiz bir kıyafet (başörtüsü/bikini) bizim hangi partiye oy verdiğimizi ya da hangi partiye oy vermediğimizi ele veren temel göstergeye dönüşür.
Başlığın oldukça provokatif olduğunu kabul ediyorum. Ama sizden ricam yazının sonuna kadar sabretmeniz. Başörtüsüyle bikinin aynı cümlede yer almasından rahatsızlık duyacak epey bir insan olabileceğinin farkındayım. Ülkenin hiçbir meselesinde anlaşamayan, hatta aynı masaya oturup bu meseleleri tartışamayan farklı kesimlerin bu cümleden rahatsız olma konusunda ortaklaşabileceklerini de tahmin edebiliyorum. Ancak bana, bir okuryazar olarak bu cümle “gök mavidir” demek gibi sıradan, “bol su içmek lazım” kadar elzem gözüküyor.
Başlıktaki cümleyi çözümlemeye, sanılanın aksine, son kelimeden yani “çağdaş”tan başlamak istiyorum. Bilindiği gibi “çağdaş” kelimesi öncelikle “contemporary” (İngilizce) ya da “contemporain”in (Fransızca) karşılığıdır. Zamana dair bir sıfattır. Bir şeyin çağdaş olabilmesi için günümüze ait olması yeter. Örneğin “çağdaş sosyolog” dediğimiz zaman günümüzde hâlihazırda üretmeye devam eden bir sosyoloğu hayal ederiz. Ya da en fazla günümüze yakın olan zamanlarda ürün vermiş olanları kastederiz.
“Çağdaş”ın diğer bir kullanımı ise günümüzde olmasa bile aynı zamanı paylaşmış olan en az iki şey, insan için tercih edildiği halidir. Örneğin Platon ile Aristoteles çağdaştır çünkü zaten Aristoteles Platon’un öğrencisiydi. Fatih Terim, Şenol Güneş ve Mustafa Denizli de çağdaştır. Aynı zamanlarda Süper Lig’de farklı takımlar çalıştırmışlardır. Ya da farklı zamanlarda aynı takımları.
Ancak kelimeler farklı zamanlarda, farklı toplumsal koşullarda farklı anlamlar da kazanırlar. Başta dediğim gibi aslında zamana dair bir sıfat olan “çağdaş”, özellikle Türkçede çoğu zaman bu sınırlar içinde kullanılmaz. “Çağdaş”, Türkçede aynı zamanda oldukça değer yüklü bir kavramdır. Ben bunu “çağdaş”ın modern”e bitişmesi olarak değerlendiriyorum. Çünkü “modern”, yani Latince “modernus” kavramı da tıpkı yukarıda “çağdaş” için ifade ettiğim gibi zamana dair bir kavram olarak ortaya çıkmıştı ta 5’inci yüzyılda. “Şimdiye ait”, “şimdide hüküm süren” anlamına geliyordu. Üstelik bu sıfatı kendilerine ilk layık görenler Hıristiyanlardı. O Hıristiyanlar “Biz moderniz” derken kendilerini pagan geçmişten ayırt ediyorlardı. Dolayısıyla “modernus”un içinde değer yüklenmeye başlanması işin en başından beri söz konusuydu. Modern sıfatı elbette zamanla değişime uğradı ve özellikle Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma ile birlikte bir değerler setinin, hatta medeniyetin adı oldu. Yani değer boyutu zaman boyutuna üstün gelmişti.
Örneğin bugün “modern sanat” ya da “estetik modernizm” dediğimiz zaman artık günümüze ait olan sanatı değil, bundan yaklaşık bir asır önce dalga dalga gelen avangart sanat akımlarını kastederiz. Bir bakıma modern sanat artık moda değildir. Hatta epeyce geçmişte kalmıştır. Post-modern ve ondan türeyen bütün diğer kavramlarda da benzer bir boyut söz konusudur. Post öneki sanki “modern”in geride kaldığını ima eder çünkü.
Türkçede çağdaş kavramının kullanılmasında da, moderne benzer bir yan vardır. Kavram giderek zamana dair olmaktan uzaklaşmış ve bizim zamanımıza, şimdimize, bugünümüze yüklemek istediğimiz bütün değerleri için alan neredeyse bir yamalı bohçaya dönüşmüştür. Biz Çağdaş Türkiye, Çağdaş Düşünce, Çağdaş Üniversite dediğimiz zaman aslında Türkiye’nin, düşüncenin, üniversitenin olmasını istediğimiz halini kastederiz. Bu anlamda “çağdaş”, olanı değil, artık olması gerekeni anlatmanın bir biçimine dönüşür. Oysa bu tercih “çağdaş”ın yazının başından beri anlatmaya çalıştığın anlamıyla çelişir.
“Çağdaş”ı bu şekilde kullanmaya başlayınca onun bir de tek yumurta ikizi devreye girer hemen: Çağdışı. Bu da madalyonun diğer yüzü gibidir. Yaşadığımız zamanda egemen olmasını istediğimiz değerler çağdaş olanı temsil etmeye başlar. Aynı zamanda çağdışı da yüz yüze gelmek istemediğimiz değerlerin simgesi olmaya başlar. Örneğin bir masaya oturup belli bir mesele üzerine tartışmaya başlayan iki kişi hayal edin. Tartışma sürerken biri diğerine şöyle demiş olsun: “Bu söyledikleriniz çağdışı fikirler.” Bu, çağdaş kavramının başlangıçta ifade etiğim anlamı açısından paradoksaldır. Çünkü bir insan, karşısında oturan birine “Çağdışısın” diyemez. Çünkü aynı masayı, aynı anda paylaşan insanlar mecburen çağdaştırlar. Tıpkı Platon ile Aristoteles örneğinde olduğu gibi.
Kelimelere Yüklenen Değerler
Bu nokta da zaten kavramın gündelik siyasetin, ideolojik tartışmaların bir malzemesi haline gelmiş olduğuna işaret eder. Kelimeler iktidar hırslarımızın oyuncağı haline gelirler. Kavramlar birer silah halini alırlar. Kelimelere bazen öyle değerler yüklemeye çalışırız ki, onlar bu yükü taşıyamaz hale gelirler. Bir ülkenin, bir toplumun üç asırlık kavgaları bir cümlenin, hatta bazen bir kelimenin içine boca edilir. Kullandığımız bir kelime (devrim/inkılap), tercih ettiğimiz bir kıyafet (başörtüsü/bikini) bizim hangi partiye oy verdiğimizi ya da hangi partiye oy vermediğimizi ele veren temel göstergeye dönüşür.
Yazı artık bitmek üzere ama farkındaysanız henüz başörtüsüyle bikini kavramlarına gelmedim. Yazı sadece bir kelimeye, “çağdaş”a yetmedi neredeyse. Sanırım artık anlamışsınızdır. Başlıktaki cümlede ben “çağdaş” kavramını Türkiye’de genelde olduğu gibi değerler açısından değil, orijinal anlamı olan zamansallık açısından kullanıyorum. Ve diyorum ki, benim yaşadığım Türkiye’de başörtüsü ile bikini aynı zamanı paylaştılar, paylaşıyorlar ve paylaşacaklar. Önce bununla bir yüzleşmemiz lazım. Yazının başında başlığın provokatif olabileceğinden söz etmiştim. Ancak bunu söylememin sebebi, mevcut Türkiye koşullarını, toplumsal zihniyeti biraz olsun biliyor olmamdı. Yoksa bu cümlede hiçbir sorun yok. Olamaz da zaten. Fatih Terim, Şenol Güneş, Mustafa Denizli nasıl aynı dönemde yaşayıp, zaman zaman birbirlerine rakip olarak, sıfır toplamlı bir oyunun simgeleri haline geldilerse; başörtüsüyle bikini de, aynı zamanlarda, aynı şehirlerde yaşayan, aynı mekteplere giden, aynı marketlerden alışveriş eden, aynı toplu taşıma araçlarını kullanan kadınlar tarafında tercih edildiler. Üstelik kamu sıfır toplamlı bir oyun değil. Hatta kamu bütün katılımcıların birlikte kazanabilecekleri bir oyun.
Dolayısıyla aslında normal olan, başlığın gayet sıradan, kafayı çevirmeye değmeyecek bir cümle olarak değerlendirilmesi olurdu. Mesela, yüz yüze muhabbet eden biri diğerine “Biliyor musun başörtüsüyle bikini çağdaştır” dediğinde, diğerinin “Gökyüzü de mavidir zaten” diyerek gülmesini gözünüzün önünden geçirin. Asıl anormal olan bu başlığın bu kadar provokatif olabilmesi. Ve galiba asıl provokasyon bizlerin zihinlerinde, yaşanan hayatta değil.