İsrail’in savaş stratejisinde kullandığı füzeler kadar merkezde yer alan bir diğer araç da Filistinlileri insanlıktan çıkarma.
İsrail onlarca yıldır Filistinlilere karşı bir savaş yürütüyor.
İsrail’in Filistinlilere savaş açtığı gerçeği, dünyayı yalnızca Batı medyasını tüketerek kavrayanlara ve kavrayışı buna göre şekillenenlere şaşırtıcı gelebilir.
İsrail’in Filistinlilere karşı işgalci bir orduyla ve onun fiili uzantıları fanatik yerleşimci milislerle ayrım gözetmeksizin acımasızca sürdürdüğü korkunç ve sürekli savaşının derin ve kalıcı insani sonuçları, bunu görmek isteyen ya da görmeye meyilli olanlar için nesillerdir ortada.
Bedenen ve ruhen çok sayıda hayat yok oldu ve yara aldı. Topraklar ve evler çalındı. Geçim kaynakları ve kadim gelenekler yok edildi. Yeniden inşa etmek zorunda kalmanın yorucu döngüsü, ardından da bütün umut ve olasılıkların bir anda heba olduğunu görmek… Bir besi hayvanıymışçasına duvarların ve dikenli tellerin ardında tutulan insanlara sömürgeci bir gücün keyfine bağlı olarak su, elektrik, yiyecek ve yakıt verilmesi ya da verilmemesi…
Batı medyasının büyük bir bölümü elbette bunları ve yaşanan vahşeti görmezden gelecek. Zira gazetecilerin ve köşe yazarlarının birçoğu Filistin ve İsrail’deki caniliğe varan bu son halin etkisinde kalarak, kabul etsinler ya da etmesinler, olayları daima önemli ölçüde İsrail’in dikte ettiği bir mercekten yorumluyor.
Bu miyop hesapta İsrail her zaman mağdurdur, hiçbir zaman fail olmaz. İsrail’in tarih anlayışı önemlidir. Filistinlilerinse yalnız geçmişi değil, bugünü ve geleceği okumaları da dikkate alınmaz. Belki en yakışıksız olanı da İsraillilerin hayatlarının ve ölümlerinin önemli, Filistinlilerin hayatlarının ve ölümlerinin önemsiz sayılmasıdır.
Filistin’in BM Daimî Temsilcisi Büyükelçi Riyad Mansur, Pazar günü gücünü yitirmiş görünen bu kuruma sakin ancak güçlü bir biçimde hitap ederken bu konuya dikkat çekmişti.
“Bazı medya ve siyasetçiler açısından” diyordu Mansur, “tarih İsrailliler öldürüldüğünde başlar. Halkımız birbiri ardına ölümlerle geçen yıllara göğüs gerdi”.
Mansur, kendisinin ve kendi gibi öfkeli Filistinlilerin “İsrail’in dokunulmazlığının ve uluslararası tepkisizliğin olası sonuçları” konusunda defalarca yaptığı uyarıları yineledi.
Mansur yalnız değildi.
Kudüs, Londra ve New York merkezli insan hakları grupları, birbiri ardına İsrail’in bir uluslararası hukuk sorunu olarak uzunca süredir apartheid (kuşatma altındaki Filistinliler üzerinde acımasız, ezici bir etkiyle etnik üstünlüğünü dayatmaya yönelik devlet destekli, sistematik bir politika) suçu işlediğini ortaya koyan raporlar yayımladılar.
Titizlikle, derli toplu kaydedilen bu çalışmalarda, İsrail’in suç ortağı Batılı hükümetlerin ve Batı medyasının dağınık dikkatini çekme amacıyla bir işaret fişeğinin atıldığı açık. İsrail’in kasıtlı ve organize baskısı sürdürülemez olmakla kalmıyor, hem ezeni hem de ezileni şekilsizleştiriyor. Nihayetinde iki taraf da birbiri ardına korkunç bir biçimde intikam alırken şiddet daha fazla şiddet doğuracak.
Tahmin edilebileceği üzere, uyarılar dikkate alınmadı.
Görmezden Gelme ve İnkâr
Batılı haber kuruluşlarının pek çoğu ya aleni gerçeği tamamıyla görmezden geldi ya da bilindik inkâr dağarcığına başvurarak gizlemeye çalıştı.
Diğerleri ise bile isteye yanlış haber yaparak zaman ve kaynaklarını genç-yaşlı Filistinlilerin maruz kaldığı belgelenmiş hırsızlık, yoksun bırakma ve aşağılamalar yerine şöhretli bir köpeğin ölümüne ayırmayı tercih etti.
Bu körlüğün temelinde, bir Filistinlinin harcanabilir değersiz biri, İsrail’in var olma ve kendini savunma hakkının kolayca gözden çıkarılabilir tali bir unsuru olduğunu kabul eden ortak bir doktrin yatıyor.
Bu sapkın yapıda, Filistinli siviller savaşın masum kayıpları olarak görülmüyor, büyük ölçüde kendi ölümlerinden ve akıbetlerinden sorumlu tutuluyorlar.
Sonuç olarak, Batılı köşe yazarları, istediği zaman, istediği yerde, istediği sebeple İsrail’i Filistinlileri yok etme konusunda ortada olan siciline rağmen savunacak; hem de en ufak bir şüpheye yer vermeden ya da hiç tereddüt göstermeden.
Bu sicilse üzücü bir biçimde kabarık.
18 yaşında bir öğrenci Mahmud al-Saadi geçen yıl Kasım ayında Cenin mülteci kampında okuluna giderken İsrail tarafından öldürüldü.
2023 yılının Haziran ayında 2,5 yaşında bir bebek, Mohammad al-Tamimi, işgal altındaki Batı Şeria’da Ramallah’ın kuzeybatısında yer alan Nabi Saleh köyünde evin önünde duran otomobilde bir doğum günü partisine gitmek için babasını beklerken İsrail tarafından katledildi.
2022 Mayıs’ında 51 yaşındaki Filistinli-Amerikalı gazeteci Şirin Ebu Akile Cenin’deki baskınlardan biri hakkında haber yapma hazırlığındayken İsrail tarafından katledildi.
67 yaşındaki Filistinli-Kanadalı doktor, akademisyen Dr. Izzeldin Abuelaish, Ocak 2009’da İsrail tank mermileri Gazze Şeridi’ndeki evini yerle bir ettiğine, üç kızının (21 yaşındaki Bessan, 15 yaşındaki Mayar, 13 yaşındaki Aya) ve 17 yaşındaki yeğeni Noor’un öldürüldüğüne tanık oldu.
78 yaşındaki Filistin asıllı Amerikalı emekli Ömer Abdülmecid Asaad, Ocak 2022’de arkadaşlarıyla kâğıt oynadığı bir akşamın ardından, Batı Şeria’da Ramallah’ın biraz kuzeydoğusunda yer alan Jiljilya’daki evine dönerken İsrail tarafından ortadan kaldırıldı. Askerler Asaad’ı yakındaki bir inşaat alanına götürerek soğuk kaldırım taşlarının üzerine attı. Asaad “Strese bağlı kalp krizi” nedeniyle orada hayatını kaybetti. Yanında kimse yoktu.
12 yaşındaki Hasan Ebu al-Neil, 21 Ağustos 2021’de Gazze’de işgale meydan okuyarak Filistin toprağından kalanların üzerindeyken İsrail tarafından katledildi.
Ölümlerin çetelesi uzadıkça uzuyor, uzadıkça uzuyor.
Önümüzdeki korkunç günlerde, haftalarda ve muhtemelen aylarda, bir yazarlar korosunun İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve onun Gazze’nin topyekûn ablukaya alınarak Hamas’ın acımasız saldırısının ardından “ıssız bir ada” haline getirilmesi çağrılarına retorik anlamda omuz vereceğine şüphe yok.
Netanyahu’nun tüyler ürperten Gazze’yi yok etme vaadi ve bu küçük toprak şeridinde yaşayan 2 milyon Filistinliye “defolup gitmeleri” uyarısında bulunması, bütün bir halkın insanlıktan çıkarılmasına dayanan apartheid’ın dışa vurumu.
Filistin asıllı Amerikalı yazar Ra’fat Al-Dajani’nin açıkladığı üzere, Filistinlilerin insanlıktan çıkarılması Batı medyasında yaygın olarak benimsenen iki ilkeye dayanıyor: Dajani “Filistinliler, İsrail’in işgalinin baskı ve şiddeti nedeniyle değil, Filistinli oldukları için (doğalarına ve kültürlerine içkin olan bir şey nedeniyle) şiddet yanlısıdırlar” der. Bunun bir sonucu olarak da “Filistinliler temel ahlak standartlarından yoksun oldukları için… onlarla etkileşime geçmenin tek yolu, ister İsrail güvenlik güçleri tarafından devlet eliyle desteklensin ister İsrailli yerleşimciler gibi devlet dışı aktörlerce olsun, güç kullanmaktır. Onların anladığı tek dil güçtür.”
Batılı kablolu haber kanallarının 7/24 döngüsünde ve İsrail yanlısı yetkililer ve uzmanların boy gösterdiği görüş sayfalarında bu hakaretlerin ikisi de çoktandır dolaşımda.
Mansur’un karşı cevap olarak, dikkat çekici bir şekilde, aleni olanı ifade etmek zorunda kalmış olması dikkat çekiciydi: “Biz (Filistinliler) madun değiliz. Tekrar edeyim: Bizler insanlık dışı değiliz. İnsanlığımızı aşağılayan ve haklarımızı reddeden bir söylemi asla kabul etmeyeceğiz. Topraklarımızın işgal edildiğini yadsıyan ve halkımıza uygulanan baskıyı görmezden gelen bir söylemi asla kabul etmeyeceğiz.”
Mansur, İsrail’in Filistinlilere yönelik uzun süredir devam eden savaşına karşı bir direnişin anlaşılabilir bir yanıt olduğunu savunarak şunları söylüyordu: “İsrail bir ulusa, halkına, toprağına, kutsal mekânlarına karşı topyekûn bir savaş açıp karşılığında barış bekleyemez.”
Sonunda Büyükelçi, Filistinlilerin ve sadece Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin edeceklerini söylüyor ve “Öyle ya da böyle Filistin halkı bir gün özgür olacak” diye ekliyor.
Haklı da.
Bu yazı Al-Jazeera sitesinde yayınlanmış olup Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.