Bay Kemal’in Yumuşak İktidarı

Altılı Masa, akut politika alanında sağlayabileceği hareket ufkunun yanında, aynı zamanda kronik açıdan orta ve uzun vadeli bir yeni hegemonyanın, yumuşak iktidarın, soft power’ın işaretlerini de veriyor. Ve bence bu Türkiye için çok olumlu bir şey. Biraz da Bay Kemal’in basireti sayesinde. 

Ülkenin iktidar mahfillerinde yoğun bir “Bay Kemal” aşağılaması sürüp giderken, ilginç bir biçimde özellikle sol muhalefet çevrelerinde de neredeyse buna paralel bir Kemal Kılıçdaroğlu küçümsemesi almış başını gidiyor. Neredeyse hiç kimse Bay Kemal’i beğenmiyor. Yeterli bulmuyor. Bay Kemal, Türkiye siyasi tarihinin en azından benim şahit olduğum döneminin en karizmatik lideri değil. Rakibi Erdoğan gibi kitleleri peşinden sürükleyebilen bir siyaset üretme kabiliyetine de sahip değil. CHP’nin başına geçtiğinden beri partisine ciddi bir oy sıçraması da sağlayamadı. Parti hâlâ yüzde 25’ler etrafında dönüp duruyor. Hatta Bay Kemal’in kişisel oyu, görev onayı partisinin bile gerisinde olabiliyor birçok araştırmada. Ancak bütün bu gerçeklere rağmen genel toplamda, bloklararası dengeye baktığımızda iktidar blokunun sürekli gerilediğini, muhalefet blokunun ise sürekli yükseldiğini görüyoruz. Pek çokları bu oy kaymalarını henüz yeterli bulmasa da.

 

Araştırmalar Bay Kemal’in eğer kendisi cumhurbaşkanı adayı olursa Erdoğan’ı yenebileceğini işaret etmeye başladı son birkaç ayda. Pekâlâ, yüzde 25 oy potansiyeli olan bir partinin lideri bunu nasıl başarabiliyor? Bu yazıda biraz bunu analiz etmeye çalışacağım. Bay Kemal’in sonuçta kazansa da kazanmasa da, son yıllarda ürettiği politikanın hakkını teslim etmeye çalışacağım.

 

Sağ/Sol Ekseni

 

Bilindiği gibi Türkiye’nin siyasi haritasında yaklaşık yarım asırdır kendini tekrar eden bir sağ/sol ekseni vardır. 2/3 sağ ve 1/3 sol dengesi genellikle kabul görür. Zaten 1950’den beri kurulu olan çok partili sandıktan büyük orada bu dengeye paralel sonuçlar çıkmıştır. Solun tek başına iktidarı hiç yoktur. Bay Kemal’in kurduğu stratejinin böyle bir ülkede bu noktalara gelebilmesi ayrıca takdire şayandır. Ancak burada elbette AKP liderliğinin katkısını da göz ardı etmemek gerekir. Parlamenter sistemden Türk tipi başkanlık sistemine geçiş ve bunun üzerine ülke siyasetinde kartların yeniden dağıtılması ve ikili bir ittifak sisteminin ortaya çıkması Bay Kemal’e bu imkânını veren ilk temel değişim oldu. Aslında AKP liderliği biraz önce sözünü ettiğim sağ/sol algoritmasından yararlanarak AKP lehine yüzde 50 artı 1 çoğunluğuna ihtiyaç duymadan otomatik bir kazanım makinesi gördü bu yeni sistemde. Yani ilk turda çoğunluğu sağlayamasalar da en azından ikinci turda, olası bir CHP adayına karşı kolay ve seri galibiyetler elde edeceklerdi. Yüzde 66,6’lık bir sağ havuzdan bir yüzde 50 artı 1 çıkarmak o kadar da zor olmasa gerekti. Üstelik karizmatik lider Erdoğan da işin cabasıydı.

 

Ancak işler pek de o yönde ilerlemedi. İşlerin AKP liderliğinin öngördüğü gibi gelişmemesinin en temel nedeni aslında yine kendilerinin tercihleri. AKP asgari demokrasi, asgari hukuk, asgari insan hakları, asgari iktisadi rasyonalite çerçevesinden uzaklaşıp ülkeyi iyice otoriter bir zemine sürükleyince artık Türkiye’nin klasik sağ/sol ekseninin eskisi kadar anlamı kalmadı. AKP’nin asgari demokrasi rayından çıkması, kendilerini sağ olarak gören partileri alternatif tutumlar almaya zorladı. Hatta AKP’nin içinden iki yeni parti çıktı. Daha önce zaten Meral Akşener iktidar blokunun bir parçası olan MHP’den kopmuş ve kurduğu yeni parti İYİP, milliyetçi sağı biraz da merkeze taşıma ufkuyla kurulmuştu. Saadet Partisi zaten AKP’nin İslamcı raydaki alternatifiydi. Demokrat Parti eski merkez sağın geldiği son hali temsil ediyordu sanırım.

 

Sağın önemli bir oranı, iktidar bloku iyice aşırı sağa kaçınca, sağda o blokun dışında kalanlar dolaylı olarak merkeze daha yakın görünmeye başladılar. Aslında iki seçenekleri vardı: Ya AKP’nin peşinden gideceklerdi ya da ondan farklı olduklarının altını çizmek için daha merkeze doğru kayacaklardı. İlki zaten asgari demokratik bir seçenek değildi. Üstelik bu yeni sağ seçeneklerin hepsi AKP ve Erdoğan sonrası sağ bir alternatif olmak istiyorlardı. AKP’ye fazla yanaşarak olası bir çöküşte, o yığının altında kalmak istemiyorlardı.

 

Altılı Masa

 

İşte tam da bu noktada Bay Kemal merkezdeki büyük boşluğu gördü. Kendisi de merkeze yaklaşarak Altılı Masa’nın kurulmasını mümkün kıldı. Türkiye’de pek çoklarının henüz fark edemediği çok yalın bir gerçek var: Altılı Masa’nın beş koltuğu sağa ait partiler. CHP’nin de genetik olarak ne kadar sol olduğu ayrıca tartışmaya açıktır benim açımdan ama bu yazının konusu bu değil. Son araştırmaların birçoğu AKP-MHP blokunun yüzde 35’lere kadar gerilediği gösteriyor. Yüzde 10’luk bir HDP oyunu da bir kenara koyarsak Altılı Masa yaklaşık yüzde 55’lik bir oyu temsil ediyor. CHP’nin bunun içindeki oyu ise hâlâ ve hep yüzde 25. Yani geri kalan yüzde 30 hâlâ sağa ait. Muhalefet olması açısından HDP’nin oyunu da Altılı Masa’ya eklediğimizde ortaya yüzde 65’lik bir oran çıkıyor. Yeni iktidar/muhalefet ekseni bu. Bu oranlar aslında Türkiye’nin klasik 2/3 sağ ve 1/3 sol eksenin tam tersini ifade ediyor büyük ölçüde. Bunu mümkün kılan iki boyut var: Birincisi nesnel koşul olan AKP liderliğinin en azından Gezi’den beri yaptığı tercih seti. İkincisi olan öznel neden ise Bay Kemal’in basireti. Yani ürettiği ufuk sahibi, dengeli, yumuşak ama kararlı, ısrarlı politika.

 

Bay Kemal biraz da ona bu sıfatı layık görenler sayesinde kendi partisinin yüzde 25’lik oyuyla yaklaşık yüzde 65’lik bir oy blokuna yön çizebiliyor. Kendi partisine oy vermeyen yüzde 40’lık seçmeni bu yeni blok içinde tutabiliyor. Ben bunun özellikle Türkiye’nin kronik ve akut politik ortamında hiç de kolay bir şey olmadığını teslim etmek istiyorum. Bu çok önemli bir başarı. Çok daha ilginç olanı ise şu: Eğer muhalefet başarılı olursa ve iktidar blokunu yenerse ve bir süre sonra tekrar parlamenter sisteme dönülürse, CHP’nin karşısında büyük ihtimalle Altılı Masa’da birlikte oturdukları partilerden biri veya birkaçı esas rakip olabilecek. Yani Altılı Masa Türkiye’nin orta vadedeki muhtemel iktidar ve muhalefetini barındırıyor. Bu açıdan bakıldığında biraz abartılı bir yorumla Bay Kemal’in CHP’nin yeni rakibinin kim olacağı konusunda bile asgari bir etkisi söz konusu olabilir. Evet elbette bugünden 20 yıl geriye baktığımızda Erdoğan çok güçlü bir lider. Ancak bugünden yarına doğru baktığımızda Bay Kemal’i de hafife almamak gerektiğini düşünüyorum. Yani politikada başarı için illa tek bir liderlik modeli yok. Ama bu da ancak başka yazıların konusu olabilecek bir şey.

 

Bunu sadece başkanlık sistemine geçildikten sonra ürettiği strateji bağlamında söylüyorum. Ancak Ankara’dan İstanbul’a yürümesiyle başlayan süreçte bayram ikramiyelerinden öğrenci kredilerinin faizlerinin iptal edilmesine kadar biz dizi uygulamayı henüz iktidara gelmeden mümkün kılmış olması ve kendi ifadesiyle sıranın EYT’lilere gelmiş olması bile Bay Kemal’in bu politikasının sağladığı artılar olarak düşünülebilir. Yani iktidara gelmeden de oluşturduğununuz hegemonya sayesinde iktidara dilediklerinizi yaptırabilirsiniz. Bu da modern politikaya dâhildir.

 

Yumuşak Güç-Yumuşak İktidar

 

Bilindiği gibi, uluslararası politikada bir zamanlar Türkiye için de kullanılan bir niteleme vardı: Soft power. Yani yumuşak güç. Bay Kemal giderek ulusal düzeyde bir soft power üretti son zamanlarda. Bunun hakkını vermek gerekiyor. Ama izin verirseniz ben bu yazı ve meramımı daha iyi ifade edebilmek için soft power’ı yumuşak güç yerine power kelimesinin ikili anlamından da yararlanarak “yumuşak iktidar” diye çevireyim ve bu kavramı aynı zamanda hegemonya kavramının bir eşdeğeri olarak kullanayım. Hegemonya gerçekten de yumuşak bir iktidar, bir soft power’dır. Bence Altılı Masa, akut politika alanında sağlayabileceği hareket ufkunun yanında, aynı zamanda kronik açıdan orta ve uzun vadeli bir yeni hegemonyanın, yumuşak iktidarın, soft power’ın işaretlerini de veriyor. Ve bence bu Türkiye için çok olumlu bir şey. Biraz da Bay Kemal’in basireti sayesinde.

 

Bay Kemal, iktidar blokunun sözlüğünde, Cumhuriyet karşıtlığının popüler bir sloganı olarak ortaya çıktı büyük ölçüde. Cumhuriyet’in bir bütün olarak küçümsenmesinin kitlelerin kulağına sürekli olarak fısıldanması olarak işlev gördü. Ne de olsa Cumhuriyet’in kurucusu ile onun kurduğu partinin mevcut genel başkanının ismi aynıdır: Kemal. Ancak AKP elitinin henüz pek farkına varmadığı şu: Kendilerinin ürettiği ve yaygınlaştırdığı Bay Kemal söylemi bir yandan da AKP-MHP ekseni dışındaki tüm muhalefeti Bay Kemal etrafında birleştiriyor. Bay Kemal’i sözünü ettiğim olası yeni hegemonyanın kurucusu haline getiriyor. Üstelik Kemalleri birleştirdiğimizde ve seçimin 2023 yılında olacağını düşündüğümüzde zihnimize düşebilecek mecazların, metaforların, karşılaştırmaların, soyutlamaların haddi hesabı olmayabiliyor.

 

Walter Benjamin’in çok sevdiğim bir sözü vardır: “Her çağ, bir sonrakini düşlemekle kalmaz, ama düş kurarak uyanışı da zorlar.”

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.