Bazı Şeyler Biter, Bazıları Başlar

Partiler demokratik yollarla iktidara gelip iktidarlarını sürdürmek üzere rekabetçi otoriteryenliğin büyüsüne kapılabilirler ama eve ekmek getirdiği sürece bağırıp çağıran bir babaya sabredildiği kadar sürer bu büyü. Sofraya konan ekmek her gün azalırken o ekmeği getiren baba ev ahalisine daha çok bağırıyorsa, hepimizin kulaklarının bir istibdat haddi olduğu gerçeği er geç hane halkının başka evlere taşınmasıyla yansır yaşama. O yüzden bazı şeyler biter, bazıları başlar…

Yerel seçimler bitti. Ramazan ve bayramı da bitti. Hatta İran’ın 1 Nisan 2024’te Şam’daki büyükelçiliğinin İsrail tarafından vurulması üzerine diplomaside mütekabiliyet ilkesinin değilse de havada uçuşan intikam yeminlerinin gereği İsrail’e “Bu akşam müsaitseniz hava saldırısına geleceğiz ama çaydan başka zahmete girmeyin” tadındaki dokuz saat sonra ulaşan drone’lar, insansız hava araçları ve balistik füzeler eşliğindeki dosta güven düşmana korku salan amansız askeri operasyonu bile bitti. Eğer İran’ın bu hamlesi, alaya alınma pahasına malik olduğu askeri gücünü saklamaya yönelik bir Acem oyunuysa, elbette şapka çıkartılacak derecede takdire şayandır. Yok küresel piyasalar incinmesin diye cumartesiyi pazara bağlayan gece yapıldıysa bile kripto para ve kısmen de altın başta olmak üzere değerli metal piyasalarında bir dalgalanma yine de oldu. Beylik ifadeyle söylersek İran’ın bu operasyonunun “zamanlaması manidar”, çünkü bu operasyonu bir gün önce aynı vakitlerde yapsa Musevi inancı gereği Şab/b/at, cuma akşamı ilk yıldızın görünmesiyle başlayıp bir sonraki gün aynı şekilde sona erdiğinden bu kutsallığa halel getirmiş olacaktı. Şu zarafete bakar mısınız lütfen? 

 

İran’ın başta İsrail’in hamisi ABD’ye gönderdiği “Buralar harman yerine dönecek, vaziyet alın” mesajı başta olmak üzere bu askeri operasyonu sakil kılsa da diplomatik anlamda yabana atılmayacak bir başarıdır. Zira İran İslam Devrimi Muhafızları’nın operasyona verdiği Sadık Vaat Harekâtı kod ismi gereği İran saldırı vaadine sadık kalmıştır. Gündelik hayatta da böylesine yalan söylesen başın ağrımaz hamleleri oldukça nüktedan ve ince bir zekâ örneği bulmuşumdur. İsrail de kendi payına Gazze’deki katliamlarını bir süreliğine gözden düşürdüğü gibi Tel Aviv sokaklarında yüzbinlerin hükümetin insanlık dışı eylemlerini kınayabildiği Ortadoğu’nun en gelişmiş demokrasisi olurken saldırılara açık kaldığını Batı’ya pazarlama fırsatını da heder etmemiştir. Kısacası, parçası olduğumuz bu hakikat sonrası (Siz İngilizler nasıl diyordunuz, post-truth) zamanlarda sanki vuran da vurulan da hedeflerine ulaşmış gibi. Kendi adıma akademik ilgimi uluslararası siyaset beslese de entelektüel merakımı politik ekonomi şekillendirdiğinden bu köşeyi bir nimet bilerek olabildiğince bu bağlamda düşündüklerimi yazabiliyorum. O yüzden bu yazı da bir nevi küreselden yerele, ulusaldan bölgesele her telden çalacaktır.

 

Hayat Mücadelesinin Kısa Ateşkesleri

 

Ne diyorduk? Yerel seçimler bitti, hatta itirazların hukuken sonuca bağlanması bile bitti ama yankıları sürüyor. Sanırım bu hamur bir süre daha su kaldıracak. Dahası seçimin galipleri zafer kutlamalarını bayram kutlamalarına mezcederek dokuz günlük tatili de bu minvalde bir fırsata dönüştürdüler. Pazartesi itibarıyla işbaşı yapanlar için bu yıl salıya denk gelen 23 Nisan’daki Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile sonraki hafta çarşambaya denk gelen 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın resmî tatil olmasıyla haftada dört gün çalışma programı da bir yan etki seviyesinde bu çerçevede denenmiş olacaktır. Bütün bayramlar, yortular, festivaller, ulusal ve toplumsal günler nihayetinde hayatın ağır meşakkati karşısında birey, topluluk ve toplum olarak biraz soluklanıp dinlenmek üzere es verdiğimiz anlardır ve bir nevi hayat mücadelesindeki kısa ateşkeslerdir. Daha dar anlamda doğum günleri, 14 Şubat Sevgililer Günü, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Anneler Günü, Babalar Günü ve sair günler sadece kapitalizmin çarkına can suyu değil sadaka hükmündeki bir gülümsemeyle, bir mendille veya bir çiçekle bile en azından hediyeleşip kendimizi şu dünya hengamesinde az da olsa sükûnete davet ettiğimiz küçük zaman dilimleridir. 

 

Yerel Seçim ve Ekonomi

 

Yerel seçimler diyorduk… Beklenmedik sonuçları arasında en belirleyicisi, AK Parti’nin tarihinde ilk kez ikinci parti olması ve CHP’nin de 47 yıl sonra ilk kez birinci parti olmasıdır. 10 ay önce yapılan genel seçimlerdeki ekonomik manzara değişmemesine rağmen sonuçların bu kadar farklı çıkması herkesi bağımsız değişkenin peşine düşürmüştür. Aslında değişmeyen ekonomik manzara hassaten “bordro mahkûmları” diye betimlediğimiz maaşlı çalışanlar açısından daha kötüye gitmiştir bu 10 ay içerisinde. Eğer bu ekonomik gidişat -dillendirilen ama genel ve yerel seçimler nedeniyle bir türlü pratiğe konulamayan acı reçetenin uygulamaya başlaması da dahil- olumlu yönde değişmezse ve Cumhur İttifakı ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısı hilafına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hukuken de son seçiminin siyaseten de gerçekleşmesi durumunda AK Parti’nin önümüzdeki genel seçimde en iyi ihtimalle üçüncü parti olacağı iddiasında bulunmak çok da kötü bir kehanet olmasa gerek şimdiden. Kaldı ki ANAP, DYP ve DSP’nin eriyip gitmesini tarih ibret almak üzere önümüze koymuşken.

 

Bu ekonomik kötü gidişat en çok emeklileri vurduğundan -ateş düştüğü yeri yakar- en çok onlar tarafından hissedildi. Yaklaşık 16 milyon emeklinin olduğu -haliyle de yaşları gereği hepsinin de seçmen olduğu- bir toplumda bırakın 22 yılda her seçimde kazanmayı başarmış duayen bir siyasetçiyi, yeni yetme olanın da ilk aklına gelecek onların gönlünü hoş etmenin yolunu bulmak olurdu. Ama tam tersine bu kitle adeta iktidarın azat istemez sadık oy kitlesi olarak betimlendiğinden  (hatta “iç kale” diyen bile oldu), onlar adına çok da bir şey yapma gereği duyulmadı. İktidar emeklilerin refah kaybına siyaseten bir çözüm bulmak yerine toplumun üzerinde yükseldiği değerler manzumesine güvenerek bu kitleyi kendi çocuklarına emanet etti. Öte yandan, orta sınıf buharlaşıp yok olurken hem varlık mücadelesi hem kendi refah kayıplarını telafi etme telaşındayken bir de ebeveynlerinin masraflarına katkıda bulunmak zorunluluğu emeklilerin bordro mahkûmu çocuklarını daha da fakirleştirdi. Adı üstünde asgari ücretin bile 17.000 TL olduğu bir yerde emeklilerin asgarisini alan kitleye 10.000 TL’yi reva görmek, onlara açlık sınırının altında yaşamayı münasip görmenin diplomatikçesiydi.

 

Dahası, enflasyon Türkiye’nin eskiden beri başının belası olsa da hissedilen enflasyonla açıklanan resmî enflasyon arasındaki makas hiçbir zaman bu kadar açılmamıştı. Immanuel Wallerstein’ın metaforik göndermeyle çöküşteki devletlerin bir süre göbek yağlarından beslendikleri için çöküşü hızla fark edemedikleri önermesi gibi Türk toplumu da 2002-2011 arasındaki müreffeh günlerinde biriktirdiği göbek yağının hızla erdiğini ancak pandemi ve sonrasındaki radikal dönüşümlerle hem ulusal hem de küresel anlamda fark ettiğinde artık iş işten çoktan geçmişti. TL’nin yabancı paralar karşısında hızla değer kaybı, paradan atılan altı sıfırdan en azından birini yaşamlarımıza geri soktu. İlk çıktığında 126 ABD dolarına tekabül eden 200 TL değerindeki banknotun bugün 6 ABD dolarına düşmesi en basit düzeyde sadece bir banknottaki serveti kim bizden çaldı sorusunu getiriyor akıllara.

 

Sonuçta siyaset birçok düzeyde yapılabilir. Yerelden küresele, avamdan havasa, aktiften tematiğe, vs. Hatta apolitik bir duruş bile paradoksal bir şekilde politiktir. Siyaset ilahi doğası gereği bir mıknatıs gibi bir araya gelmeyecekleri bir ittifakta veya bir koalisyonda cemedeceği gibi yereli de küresele yaklaştırır, hatta geçen yazımda belirttiğim gibi, küyerel bağlamda mezceder. O yüzden yerel seçimlerde küresel bir sorun haline gelen Gazze’ye atıf yaparak İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri için oy devşirmeye kalkabilirsiniz ama günün sonunda seçmen neredeyse evde bile 40 TL’ye bile mal edemeyeceği yemeği Kent Lokantası’nda masasına sunana oyunu verip büyük oyunu bozar, çünkü büyük resme odaklanmak bunu gerektirir. Partiler demokratik yollarla iktidara gelip iktidarlarını sürdürmek üzere rekabetçi otoriteryenliğin büyüsüne kapılabilirler ama eve ekmek getirdiği sürece bağırıp çağıran bir babaya sabredildiği kadar sürer bu büyü. Eğer sofraya konan ekmek her gün azalırken o ekmeği getiren baba ev ahalisine daha çok bağırıyorsa, hepimizin kulaklarının bir istibdat haddi olduğu gerçeği er geç hane halkının başka evlere taşınmasıyla yansır yaşama. O yüzden başlıkta belirttiğim gibi, bazı şeyler biter, bazıları başlar.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.