Beyin Kıvrımları ve Çocuk Yoksulluğu

Çocukların eğitim başarıları, toplumsal uyum becerileri, ruh ve beden sağlıkları artık genetik kodları yerine doğrudan posta kodlarıyla, yani yaşanılan sosyoekonomik bölgenin maddi açıdan belirleyici kısıtlamaları veya avantajlarıyla çerçeveleniyor. Bu çerçeveyi insan onuruna yaraşır bir hale getirmek ise yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve merkezi yönetimin birbiriyle çatışmak yerine birbirini tamamlayan projeleri ve girişimleriyle mümkün.

“Çocuklar her şeye sahipler, ellerinden aldıklarımız dışında.” 

Jacques Prévert 

 

Nörobilim alanında saygın bilimsel dergilerden biri olan Reviews in the Neurosciences’ta 15 Nisan günü çok önemli bir makale yayımlandı. Istakozlu, Maldivli, yabancı öğrencilere yüksek otobüs ücretli “yoğun” gündemimizden başımızı azıcık kaldırdığımızda görebileceğimiz ilginç bir makaleydi, ama her zamanki gibi sağımızdan solumuzdan saplanan zehirli gündem okları arasında kendisine hak ettiği yeri bulamadı. 

 

Tam da o esnada OECD dünya gıda enflasyonu verilerine göre Türkiye şubat ayında yüzde 71,1’lik enflasyon rakamıyla ilk sıraya yerleşti; zamanında tarım ve hayvancılık ülkesi olmakla övünen ülkemizdeki gıda enflasyonu 37 ülkeli OECD’nin toplamıyla yarışır hale geldi. 

 

Türkiye’nin şu anda öncelikli gündem maddesi yoksulluktur. Ve yoksulluk bir halk sağlığı sorunu olduğu kadar bir çocuk hakları sorunudur. 

 

Gelelim o önemli makaleye… Mısırlı araştırmacı Eid Abo Hamza ve arkadaşlarının kaleme aldığı ve bilim çevrelerinde hayli konuşulan bu makale, “yoksulluğun ve sosyoekonomik statünün beyin, davranış ve gelişim üzerindeki derin etkileri” konusundaydı. 

 

Yoksulluğu “temel ihtiyaçların ve kaynakların eksikliği ile simgelenen bir yoksunluk durumu” olarak tanımlayan makale ile ilk kez yoksulluğun ve düşük sosyoekonomik statünün beyin ve davranış üzerindeki etkisine ilişkin kapsamlı bir çerçeve ortaya konmuş oldu. 

 

Daha önceleri, sosyoekonomik açıdan dezavantajlı oluşun beyin ve davranışlar üzerindeki etkisine dair birçok çalışma yapılmış; düşük akademik performanstan korteksin işlevinin bozulmasına, yüksek düzeyli strese dek birçok etki münferit olarak ele alınmıştı. Hatta bazı araştırmalarda insan beyninde duygusal işleme ve hafıza ile ilişkili bir yapı olan, özellikle korku, mutluluk gibi duyguların ifade edilmesinde önemli rol oynayan amigdalanın işlevinin ekonomik olarak dezavantajlı ailelere mensup çocuklar arasında bozulmasının psikopatolojik bozukluklara yol açtığı görülmüştü. 

 

Üçlü Bağıntı 

 

Şimdiyse, davranışlar-eğitim-beyin gelişimi arasındaki üçlü bağıntı, ilk kez tek bir çerçevede ele alınmış oldu. 

 

Araştırma temel olarak şunu söylüyor: Düşük sosyoekonomik statüye sahip bir haneye doğan çocuğun yoksulluğu, beyin gelişimini ve işlevselliğini olumsuz etkiliyor. Buna koşut olarak beynin bazı bölgeleri az gelişiyor ve bu da bireyin zayıf bilişsel ve sosyo-duygusal kapasiteye sahip olmasına yol açıyor. Bu sürecin sonunda akademik performans da düşük olunca mesleki beceriler ve eğitim çıktıları da olumsuz etkilenmiş oluyor. Topluma uyum sorunları doğuyor. Çocuk ne kendini gerçekleştirebiliyor ne de kaygı bozukluğuyla başa çıkabiliyor. 

 

Öyle ki yoksulluk içinde yaşayan çocuklar şiddetli stres ortamında yetişip kötü beslenme koşullarına ve/veya gelişimlerine zarar veren sosyo-çevresel tehlikelere maruz kalabiliyorlar. Bu faktörler ise yaşamlarının ilk yıllarından itibaren beyin gelişimlerini nörolojik olarak olumsuz etkiliyor; fırsat eşitsizliği sonucu akranlarıyla aralarındaki makasın daha çok açılmasına yol açıyor. 

 

Makalede “yarı kalıcı beyin değişiklikleri” olarak tanımlanan bu süreçte dil gelişiminden eğitim başarısına dek birçok gelişimsel etki doğuyor; ruh sağlığı hizmetlerine yeterli erişimin olmayışı ve madde bağımlılığı da dahil olmak üzere çeşitli yönelimlerin ardındaki psikolojik etmenler şekilleniyor. 

 

Makalede atıfta bulunulan birçok bilimsel çalışma, düşük sosyoekonomik statüden çocukların metamfetamini daha fazla kullandığını gösterirken, bu maddenin beynin çeşitli bölgeleri üzerinde yıkıcı bir etki doğurduğu vurgulanıyor. Yani birçok açıdan yoksulluktan kaynaklanan etmenler, bir kısır döngü dahilinde yoksulluğu geri beslemiş oluyor; yoksulluk ortamında yetişen çocuklar doğru sosyoekonomik müdahalelerde bulunulmadığı sürece yetişkin olduklarında eğitimden meslek hayatına dek dezavantajlı konumlarını sürdürüyor. 

 

Araştırmanın modellemesi de bu yüzden kuşak yoksulluğuna değinmiş oluyor, çünkü yoksul bir çevrede büyüyen ebeveynlerin çocukları da bu durumdan eğitimsel kazanımlar açısından etkileniyor ve bu da gelecekte onları yoksullaştırıyor, yoksulluk adeta pekişiyor ve nesiller-arası sürekli bir yoksulluk girdabı doğuyor.  

 

Hipokampus Zayıflıyor 

 

Bir diğer deyişle, yoksulluk ve sosyoekonomik açıdan dezavantajlı konum, kronik stresten kötü beslenmeye kadar uygun olmayan yaşam ortamlarına, çevresel toksinlere ve kurşun maruziyetine dek birçok olumsuz koşula yol açarken, tüm bunlar çocukluktan yetişkinliğe uzanan bir nörogelişimsel olumsuzluklar zincirini de beraberinde getiriyor. Bilişsel yetenekler azalıyor, öğrenme kayıpları artıyor, psikiyatrik riskler yaygınlaşıyor, erken çocukluk gelişimi sırasında yoksulluk kaynaklı uyumsuz beyin değişiklikleri sonucu dil gelişimi etkileniyor. 

 

Örneğin düşük sosyoekonomik düzeydeki hanelere doğan çocuklarda beynin yön bulma ve bellek konusunda belirleyici olan hipokampus bölgesinin hacmi küçük olunca akranlarıyla arasında uzun vadeli eşitsizliklerin ve eğitim çıktılarındaki farklılıkların temelleri atılmış oluyor; beyindeki bu gelişim farklılığı çocukta öğrenme performansı ve belleği doğrudan etkiliyor. 

 

Resmî verilere göre bile, 2022 yılında G-20 ülkesi -yani dünyadaki en büyük 20 ekonomiden biri- olmakla övünen Türkiye’de 6 ay ve daha büyük çocukların yüzde 62’si her gün ekmek veya makarna tüketirken ve et yiyebilen çocuk oranı yüzde 12 ile sınırlıyken, bu açlığın beyinde ve toplumda nasıl bir tahribat yaratabileceğini hepimiz az çok fark edebiliyoruz. 

 

Hipokampus, makalede de belirtildiği gibi, kötü beslenmeden beynin diğer bölgelerine oranla çok daha fazla etkileniyor. Fareler üzerinde yapılan son araştırmalar da beslenme alışkanlıkları ile hipokampusun işlevleri arasındaki kompleks ilişkiyi gözler önüne sererken, besin değeri düşük bir beslenmeye sahip farelerde bilişsel bozukluklar tespit ediliyor.  

 

Beyin gelişiminin yüzde 90’ının doğumdan itibaren ilk üç yılda tamamlandığı ve erken çocukluk döneminden itibaren çocuklara yapılan her bir yatırımın sosyal getirisinin 10 katıyla çarpıldığı düşünüldüğünde ortada adeta zamana karşı bir yarış var. Dolayısıyla nesilden nesle aktarılan yoksulluk ve sosyoekonomik eşitsizlik hali kendini yeniden üretiyor, çocuklarda yoksulluk sürekli hale geliyor, yoksulluk ve psikolojik/fiziksel bozukluklardan oluşan kompleks bir kısır döngüye yol açıyor. Düşük gelirli ailelere verilen sosyal desteklerin çocuklarda beyin gelişimini artırdığı da net bir şekilde anlaşılıyor.  

 

Yoksulluk kaynaklı stresin, çocuğu henüz anne rahmindeyken stres hormonuna maruz bırakarak birçok bağışıklık sistemi reaksiyonunu kalıcı olarak değiştirdiği zaten daha önce birçok bilimsel araştırmanın da sonucunda görülmüştü. Araştırma, buna ek olarak, çocukluk döneminde yüksek ve kümülatif yaşam stresine maruz kalan ergenlerin beyinlerinin prefrontal bölgesinin hacminin daha küçük olması ve öğrenme becerilerinin zayıflaması gibi sonuçların doğduğunu anımsatıyor. 

 

Ayrıca barınma ve beslenme konusunda istikrarsızlık yaşayan ailelerin çocuklarına dair yapılan çalışmalara göre, yüksek stres seviyelerinin çocukta yüksek bazal kortizol seviyesine yol açması da son derece önemli. 

 

Öğün Atlayan Çocuklar Sıralamasında Birinciyiz 

 

PISA 2022 verilerini anımsayın: Türkiye’den katılan 15 yaşındaki çocukların beşte biri, maddi imkânsızlıklar nedeniyle bir ay içerisinde haftada en az bir kez öğün atlıyor. Bu konuda Kolombiya’yı bile geride bırakan Türkiye’deki bu oran, OECD ülkeleri arasında en yükseği… 

 

Güvenli gıdaya erişemeyen ve sağlıksız gıdalar yüzünden ya obeziteye ya da bodurluğa daha açık hale gelen çocuktaki depresyon ve anksiyetenin yanı sıra bilişsel bozukluklar da oldukça yaygın. Sosyoekonomik açıdan dezavantajlı bölgelerde büyüyen obez çocuklara yiyecek ipuçları sunulduğunda bellek, ödül, motivasyon ile bağlantılı beyin bölgelerinde anormal aktiviteler gözlemleniyor. 

 

Geçen sene İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi (ÇOÇA) tarafından açıklanan “Çocuğun İyi Olma Hali İstanbul Araştırması”, İstanbul özelinde sık sık koyun veya dana eti tükettiğini söyleyen hanelerin oranının en yüksek sosyoekonomik statüde yüzde 37 olduğunu, düşük sosyoekonomik statüdeki hanelerde bu oranın yalnızca yüzde 13, en düşük sosyoekonomik statüdeki hanelerde sık balık tüketebildiğini söyleyenlerin oranının ise sadece yüzde 2 olduğunu verilerle ortaya koymuştu. 

 

ÇOÇA, demin sözünü ettiğim yoksulluk kaynaklı kaygı bozukluğunu da bu çerçevede araştırmış ve şu veriye ulaşmıştı: Çocukların yüzde 57’si, ekonominin durumundan kaygılı. En yüksek sosyoekonomik statüdeki çocukların yaşamdan memnuniyet oranı yüzde 70 iken, bu oran en düşük sosyoekonomik statüdeki çocuklarda bir anda yüzde 47’ye geriliyor.

 

İşte bu yüzden de verili bir gerçeklik olarak hanelerin sosyoekonomik açıdan dezavantajlı statüsünün çocukların beyin ve davranış gelişimi üzerindeki etkilerini azaltmak üzere okullarda ücretsiz yemeğin önemi sık sık vurgulanıyor. Çünkü bu araştırmanın da ortaya koyduğu gibi yüksek stres, kötü beslenme ve sosyo-çevresel risklere maruziyetin kök sebebi olan yoksulluk, beyin fonksiyonları üzerinde kalıcı ve uzun süreli bir etki doğuruyor. 2011 yılında Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politikalar Forumu’nun hazırladığı “Devlet İlköğretim Okullarında Ücretsiz Öğle Yemeği Sağlamak Mümkün mü?” başlıklı kapsamlı raporda da ücretsiz okul yemeği, “kalıcı eşitsizliklerin dönüştürülmesinde etkin bir sosyal politika aracı” olarak tanımlanıyordu. 

 

Bu makale de, söz konusu vurguları destekleyerek, nörobilimsel olarak yoksulluk döngüsünün kırılmasına yönelik sosyal müdahalelerde bulunarak yoksulluğun çocuklarda beyin gelişimini etkilemesinin ve ömür boyu sürebilecek bilişsel ve davranışsal zorlukların erken aşamada yönetilmesinin önemi vurgulanıyor. 

 

Bu da sadece ailelere ekonomik yardım sağlamakla sınırlı kalmamalı; sosyal müdahaleler yoksulluğun neden olduğu sinirsel ve davranışsal anormalliklerin üstesinden gelmeyi de hedeflemeli. Zira makalede de önemle vurgulandığı gibi, yüksek sosyoekonomik statüye sahip ailelerdeki çocukların entelektüel yetenekleri, akademik başarıları, öz yeterlilikleri ve psikososyal sorunlarla başa çıkma kapasiteleri daha yüksek. 

 

Genetik Kodlar mı, Posta Kodları mı? 

 

Dolayısıyla bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu ve vicdanlarımızın buluşması gereken ortak bir nokta var: Çocukların eğitim başarıları, toplumsal uyum becerileri, psikososyal riskler karşısındaki yılmazlıkları, okuryazarlık alışkanlıkları, bilişsel yetenekleri, ruh ve beden sağlıkları, sosyalleşme ve mesleki başarıları artık genetik kodları yerine doğrudan posta kodlarıyla, yani yaşanılan sosyoekonomik bölgenin maddi açıdan belirleyici kısıtlamaları veya avantajlarıyla çerçeveleniyor. Yoksulluğa maruz kalan çocuğun beyninin farklı bölgelerinde gelişim ve işleyiş ritmi azalıyor; bu da davranış gelişimine dek yansıyan bir fasit daireyi tetikliyor. 

 

Bu çerçeveyi insan onuruna yaraşır bir hale getirmek ve çocuklar açısından posta kodlarının yaşamları üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan bir lanete dönüşmesini önlemek ise, önümüzdeki dönemde hem yerel yönetimlerin hem sivil toplum kuruluşlarının hem de merkezi yönetimin birbiriyle çatışmak yerine birbirini tamamlayan projeleri ve girişimleriyle mümkün. 

 

Hedef belli: Çocuğun üstün yararı. 

 

Araç da belli: Çocuk yoksulluğunu ortadan kaldıracak psikososyal müdahale yöntemlerinin etkin şekilde kullanımı. 

 

Meydan sizin; buyrun iş başına.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.