Bilim Karşıtlığı Her Şeye Karşı
Bilim karşıtlığı, bir süredir kendini sözde genel ahlak kuralları ve insan hakları/özgürlük ilkeleriyle harmanlayıp tuhaf bir meşruiyet kazanıyor ve bence günümüzün en büyük vebası haline geliyor. Geçmişte etkin şekilde yürütülen aşılanma sayesinde neredeyse sıfırlanacak olan kabakulak, çocuk felci, kızamık gibi vakalar son dönemde artan aşı ve bilim karşıtlığının etkisiyle yükselişe geçiyor.
Rus edebiyatının en çok okunan yazarlarından olan Fyodor Dostoyevski, başyapıtlarından biri olan Yeraltından Notlar’da sağlığı konusunda rasyonel davranmayan kahramanını şu şekilde konuşturur:
“Yok efendim, sadece inadımdan tedavi olmak istemiyorum. Siz herhalde bunu anlayamazsınız. Ama ben pekâlâ anlıyorum efendim. Huysuzluğumla kimin canını yakacağımı açıklayamayacağım tabii; fakat tedavilerinden kaçınmakla doktorlara hiçbir ‘fenalık’ edemediğimi, böyle hareket etmekle kimseye değil, yalnızca kendime zarar verdiğimi de herkesten iyi biliyorum. Tedavi olmamakta ısrar edişim hep inadımdan geliyor. Karaciğerim mi ağrıyor, varsın daha beter ağrısın!”
Bu, modernist paradigmada hasta bireyin hastaneye gitmesini önceleyen yaklaşımın tam tersidir. Homo economicus, her zaman rasyonel davranan birey olsa da, bazen alışkanlıklar veya toplumsal normlar bireyi rasyonel olmayan davranışlara sürükleyebilir. Bu davranışlar zaman zaman tedaviyi reddetmek, zaman zaman sahte bilime sarılmak, zaman zaman da inadına bilime ters patikadan ilerlemek şeklinde kendini gösterebilir.
Geçtiğimiz günlerde Rize’de, “şifalı” diye içilen Andon Ilıca suyunun zehirli olduğu açıklamasına yöre halkı inanmayınca, vatandaşlar uyarı levhasını söktü ve arsenik oranı normal sudan 27 kat daha fazla olan suyu içmek için kuyruğa girdi. İnsan bunun bir Karadeniz fıkrası olduğuna inanmak istiyor; ama bilimsel bilgiye duyulan güvensizlik ne yazık ki tamamen gerçek. Tüm bilgi bolluğuna rağmen cehalete övgü devrinden geçiyoruz.
Peki Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı’nın (IARC) arsenik ve arsenik bileşiklerini insanlar için kanserojen olarak sınıflandırmasına rağmen, göz göre göre devam eden bu bilim karşıtlığını nasıl okumak gerekir?
ABD Cornell Üniversitesi psikoloji profesörü David Dunning ve o dönem öğrencisi olan Justin Kruger’in isimleriyle anılan “Dunning-Kruger Etkisi”, halk arasında “cahil cesareti” olarak özetlenirken, yetenek ve bilgileri ortalamanın altında olanların neden yetkinliklerini abartıp normalin üzerinde özgüvene sahip olduklarını, cehalete niçin övgüler düzdüklerini anlamak için yerinde bir çerçeve sunuyor. Bilimden, bilgiden uzaklaşan kişinin güven endeksi de kabarıyor.
Sosyal medyanın da etkisiyle herkesin her konunun “uzmanı” olduğu, tüm dijital platformlarda kurdukları duygusal yankı odalarında kendi gerçekliklerinin propagandasını yapıp bilgi açıklığı olan kitleleri peşlerinden sürükleyebildikleri, ancak bu mecralarda yaptıkları bilim karşıtlığı doğrultusunda, hipertansiyonu olan kişiye bol bol kaya tuzu yemesini salık verecek kadar ileriye gittikleri ama hesap da vermedikleri bir çağdayız.
Rize’de yaşanan bu son olay kuşkusuz buzdağının görünen yüzü. Ondan önce aşı-karşıtlığı çerçevesinde yaygınlaşan bilim karşıtlığı, bilim insanlarına yönelik hınç-öfke-aşağılama vakaları ve bilim karşıtı kitlelerin giderek daha organize ve hatta kriminal hale gelmesi son dönemin ne yazık ki “yeni trendi”.
Örgütlü Cehalet
Cehaleti bir güç olarak kullananlar ve bunu da beraberinde politize öğelerle “süsleyenler”, kamuoyunu etkileme gücüne erişirken, bu kitlelerle akılcı, kararlı ve etkin bir mücadele olmadığı için birçok kişi bilimsellikten uzak açıklamaları inandırıcı bulup işi arsenikli su içmeye dek vardırabiliyor.
Bilim karşıtı oluşumlar, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de daha örgütlü bir hal alırken, medyatik olmak, basında daha çok ses getirmek ve geniş çevreler tarafından tanınarak taraftar ağlarını genişletmek bu tür oluşumların en büyük hedefleri. Bu hedeflerini yerine getirirken de, pamuklara sarmamız gereken bilim insanlarımıza özel yaşamları üzerinden iftiralar atılmasından ölüm tehditlerine dek türlü stratejiler izliyorlar. Türkiye’de bilim karşıtlığı bir halk sağlığı ve güvenlik sorunu haline geliyor.
Şurası bir gerçek ki, bilim ilerledikçe bilim karşıtlığı da yan patikadan ilerlemeye devam ediyor. Evrim kuramının biyoloji eğitiminden kaldırılmasından dünyanın yuvarlaklığının tartışılmasına dek varan bir arka temel, günbegün aklın, mantığın, sağduyunun ve hatta hayal gücünün sınırlarını zorluyor.
CERN’de Neler Oluyor?
Bir yandan Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi CERN’de Büyük Hadron Çarpıştırıcısı geliştirirken, bir yandan kimileri de CERN’deki bilimin insanlarının şeytani varlıklarla iletişime geçip cehenneme kapı açılmasına yol açtığını iddia edebiliyor.
İnsanlığı ölümcül bir virüsten korumak üzere iki Türk bilim insanının geliştirdiği COVID-19 aşısı konusunda Pfizer/BioNtech’in fonlanmasından, insanların bu aşıyla kasıtlı olarak kısır bırakılmasına ve “seçkin ırk oluşturma planlarına” dek varan, bilimi referans alanları “bilimperestlik”le suçlayan, barbarlıkla eşdeğer gören, bilimsel referanslara dayanmayan, kaynakçası Kurtlar Vadisi’nin ötesine geçmeyen, virüsün akciğerde tutunduğu proteini ırklar üzerinden açıklayan, salgına karşı kelle paça tarifleri paylaşan yüzlerce kehanet ve saçmalık da havada uçuşuyor.
Bilim karşıtlığı, bir süredir kendini sözde genel ahlak kuralları ve insan hakları/özgürlük ilkeleriyle harmanlayıp tuhaf bir meşruiyet kazanıyor ve bence günümüzün en büyük vebası haline geliyor. Geçmişte etkin şekilde yürütülen aşılanma sayesinde neredeyse sıfırlanacak olan kabakulak, çocuk felci, kızamık gibi vakalar son dönemde artan aşı ve bilim karşıtlığının etkisiyle yükselişe geçiyor.
Bilim insanları küresel ısınmaya karşı on yıllardır uyarılarda bulunurken, bu yönde önlemlerin gecikmesi, küresel ısınmanın yok sayılması da aynı bilim karşıtlığı temelinde açıklanıyor.
Aile Diziminden Kırık-Çıkıkçıya
Bilime saygı, hakikate saygıdır. Evrene, yaşadığımız topluma, diğer insanlara saygıdır. Bilim karşıtlığı ise özünde narsistik yanı oldukça güçlü olan, hakikat karşıtı bir tutumdur. Eğitim sisteminin ve bilim insanlarının kendilerini sürekli “dünya yuvarlaktır” diyerek kandırdığını düşünürler; aşıların çocuklarda otizmi, yaşlılarda Alzheimer’ı tetiklediğini hiçbir temele dayanmaksızın ileri sürerler; bebeklerin iki yaşına kadar hiçbir şekilde aşılanmaması gerektiğini, zira anne sütünün onları tamamen tüm enfeksiyonlardan koruduğunu söylerler; hekimlerin ve sağlık sistemlerinin aşı olan herkesi kısırlaştırmak için sıraya geçtiklerini iddia ederler.
Bilimsel olan her şeyi ısrarla reddederler, sabah uyanır uyanmaz ilk iş olarak bilime saldırırlar, ama yerine sağlam bir metodolojiye dayalı rasyonel bir önerme de getirmezler. Hastalıkları ve travmaları aile dizimiyle açıklamak, bel fıtığı olan kişiyi hastanenin ilgili birimi yerine kırık-çıkıkçıya göndermek, kansere yakalanana “evrene enerji yollayalım” diye akıl vermek daha kolaydır ne de olsa…
Bu iddialarını bilimsel toplantılardan daha çok denetimsiz şekilde sosyal medyada ve onları kendi reytingleri için konuk eden gazete ve TV’lerde dillendirirler. Karşılarında ise, onların savlarını çürütecek bilim insanlarının bulunmamasına dikkat ederler. Tıpkı 1982 yılında ABD’de NBC isimli televizyonun yan kuruluşu olan WRC-TV’de yayımlanmaya başlayan DPT (Difteri, Boğmaca, Tetanos): Aşı Ruleti adlı sözde belgeselde, bu üç hastalığa ilişkin aşıları olduktan sonra epilepsi geçiren, beyninde hasar olan ve hatta öldüğü iddia edilen çocukların öyküleri ve beraberinde sözde uzmanların aşı karşıtı propagandaları sırasında karşılarında konunun gerçek uzmanlarına yer verilmemesi gibi…
Ancak gerek Türkiye’de gerekse dünyada bilim karşıtlığı sürpriz yumurtadan çıkmadı. Bilime, akla, mantığa saygı duymayan, bilimsel merak ve heyecandan yoksun kalan, bilimsel bilgi üretemeyen ve/veya bunu toplumun yararına sunamayan toplumlar, bu konuda eğitim müfredatları zayıf kalan, bilim karşıtlarının meydanlarda bilim insanlarının isimlerini alenen hedef alarak yayılmasına göz yuman, kendisine yapılan dayatmaları sorgulamayan, bilim yuvası olması gerekirken “tüketici” yetiştiren üniversiteleri nicelik üzerinden değerlendiren bir iklimden türedi.
Dünyayı 12 Aile mi Yönetiyor?
Bilim karşıtlığı, bilimsel hakikatin göreli bir şey olarak görüldüğü, örgütlü cehaletin ifade özgürlüğü çerçevesinde kendisine itibar devşirdiği yozlaşmış bir ekosistemde büyüdü ve serpildi. En hakiki yol gösterici ilimken, bilim-karşıtlarının çevremizi saran hakikatleri Illuminati örgütüyle, dünyayı yöneten 12 aile ile açıklamasına karşı, toplumun genelini ikna eden argümanlara yer verilmedi; onun yerine tık avcısı, reyting kovalayan yayınlarda sahte doktorlar baş tacı edildi.
Oysa yapılması gereken; bilimin ilgili alanlarında uzman kişileri ekranda konuşmaya çağırmak, uzmanlıklarını daha geniş kitlelere pozitif dışsallık sağlayacak şekilde yaymalarına aracı olmak idi. Dolayısıyla, bilim karşıtlığının kök salmasında medya da son derece suçlu. Türk Tabipleri Birliği’nin bilim ve aşı karşıtlarının iddialarını tane tane çürüten paylaşımları daha görünür kılınmalı, meslek örgütleri ve uzmanlık dernekleri şeytanlaştırılmamalı, ötekileştirilmemeliydi.
Bağımsız bilimsel kurumlar desteklenmeli, bilim karşıtlığıyla mücadelede öğretimin tüm kademelerinde bilimi önceleyen bir eğitim programı izlenmeliydi. Kısacası, anti-entelektüellikle toplumun her kademesinde bilim ışığında mücadele edilmeli, bilim sağ popülizmin ve sosyal medya trollerinin eline ve diline malzeme edilmemeliydi.
Çağın İkinci Salgını
Enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanı, “bilim emekçisi” Esin Davutoğlu Şenol, pandemi süresinde ve sonrasında yürüttüğü mücadelenin yalnızca virüsle değil, ölümcül ve örgütlü bilim karşıtlığıyla da yapılması gerektiğini ve “çağın ikinci salgınının bilim karşıtlığı olduğunu” söylerken ifade etmek istediği de tam olarak buydu. Zira bilim karşıtlığı, Osmanlı’da Takiyyüddin’in gözlemevinin yıkılmasından beri varlığını sürdürürken artık bu bilim karşıtı pandemi ölümcül, kutuplaştırıcı ve tehlikeli bir hal alıyor.
Matt Haig, Gece Yarısı Kütüphanesi’nde insan ilişkilerine dair çok hoş bir tespitte bulunur: “İnsanlar şehir gibiydi. Bazı kötü yönleri var diye bütün şehirden nefret etmezdiniz. Sevmediğiniz yanları, birkaç tane tehlikeli ara sokağı ve mahallesi olabilirdi ama bir şehri yaşanır kılan şey iyi yönleriydi.”
Benzer şekilde, bilim karşıtı insanların toplumun tehlikeli ara sokakları olduğunun bilinciyle, ülkede halen bilime güven duyan, araştırmacı, aydınlık ve bilinçli insanlarıdır bu şehirleri yaşanır kılan. Bilime duyulan güveni yeniden güçlendirmek, kalıcı hale getirmek ise, daha geniş kitleleri eğiterek, bilgiye adil ve saydam erişim sağlayarak olur.