Bir Cinnet Halesi Olarak ByLock

ByLock ile ilgili davalar “suçun manevi unsurunun” var olup olmadığı ve “içeriklerde kasta dair delil bulunup bulunmadığı” üzerinden yürütülmedi. Bu durum da örgütsel maksatla hareket edenler ile etmeyenler arasında ayrım yapılamaz bir sonuç doğurdu. Baştan itibaren yapılan bu yanlışın sonuçları olacaktı…

bylock

Türkiye 10 yıla yakın süredir vaktiyle “Gülen Cemaati” olarak adlandırılan grubun eylemleri ve yargılamalarına yoğunlaşmış durumda. 15 Temmuz darbe girişimi ile artık “FETÖ” diye anılan bu yapılanmanın, kamu ve sosyal hayata şiddet yoluyla müdahale edebildiğini göstermesi hepimizde sarsıcı tesirler bıraktı. 

 

Herkesçe malum ki bir hukuk devletinde suç, yazılı kanunlar üzerinden tespit edilir ve yargılanır. Cezalandırma politiği döneme ve şartlara göre değişmekle birlikte aslolan yazılı hukukun uygulanmasıdır. 17/25 Aralık 2013 sonrasında başlayan soruşturmalar bugün FETÖ diye andığımız yapının hiyerarşik üst tabakaları ile sınırlı iken, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında irtibat ve iltisakı olan herkese yaygınlaştırıldı. Cezalandırma politiğinin amacına dair sınır tam da burada aşıldı ve yapılan bir dizi yanlış ile caydırma ve dağıtma amacının icrası başka patolojik sonuçlar üretilmesine yol açtı. 

 

Esasen 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin hemen öncesinde yazılan FETÖ Çatı İddianamesi’nde, yapının kurumlarında çalışanların ya da evlerinde/yurtlarında kalanların “açıkça bir suça karışmadıkları sürece sırf bu irtibatları suç sorumluluğu doğurmadığından özellikle soruşturma dışında tutulmuştur” ibaresi kayda geçirilmişti. Hatta bu iddianamede “Sırf bu harekete mensup olmak, cezalandırma için yeterli değildir. Hizmet hareketi içerisinde kandırılan veya kullanılan geniş kitle bu soruşturmanın konusu dışındadır” gibi ibareler de yer almıştı. 

 

15 Temmuz öncesindeki Çatı İddianame’deki çerçeve son derece sağlıklı idi. Lakin yargının şirazesini 15 Temmuz darbe girişimi dağıttı. TCK 314’üncü maddede yer alan Silahlı Terör Örgütü suçundan başlatılan soruşturmalar, bireyler bakımında ağır bir netice doğurdu. Oysa yargı bu soruşturmaları TCK m. 220’de yer alan örgüt suçundan yapmış olsaydı bu denli ağır tahribat oluşmayacak ve devletin amaçladığı şeylerin önemli kısmı daha kolay elde edilebilecekti. Oysa şimdi amaçlanan dışında sosyal maliyetlerle karşı karşıyayız. 

 

15 Temmuz öncesinde hazırlanan Çatı İddianamesi’ndeki 72 sanıktan 65’i yurt dışına kaçtı. Elde kalan kitle çoğunluğu alt kademe olup geçen 7 yıllık süreçte kriminalize edilerek ve hatta radikalleştirilerek maksadın dışında bir sonuç üretildi. 

 

ByLock Nasıl Yaygınlaştırıldı?

 

Bu kitlesel yargılamalarda en önemli delillerden biri de ByLock oldu. Örgüt; yargı, emniyet ve bunların mahrem imamları ile benzeri dar çevreli operasyonel elemanlarında kullandığı ByLock’u 22 Temmuz 2014’teki geniş kapsamlı operasyon sonrasında bu elemanlarının tespit edilmemesi ya da edilse bile çokluk içinde yargılanamaması için programın kullanıcı sayısını çoğaltmak amacıyla cemaat tabanına yayma stratejisi güttü. 

 

Bu strateji kapsamında ByLock’un ABD’de bulunan server’ı 14 Ağustos 2014’te Litvanya’ya taşındı ve program bu yapıyla irtibatlı herkese yayılmaya başlandı. Örgüt, ibadet eder gibi ByLock yükleme görevini ifa etti ve cemaate yakın gördüğü herkesin kullandığı telefona bu program yüklenmek istendi. Programı yükleyenler arasında öğrenci ve ev kadınları da vardı.

 

15 Temmuz sonrasında ByLock yargılamaları sadece CGNAT/IP kaydı üzerinden başlamıştı. Mahkemeler, yazışma içeriklerinin örgütsel değeri olup olmadığını, kullanıcı listesinde bulunanların FETÖ üyeliği kastını, TCK 314’üncü maddede anlatılan “Silahlı Terör Örgütü Üyesi Olmak” suçunu işlemek amacıyla hareket edip etmedikleri irdelemedi. 

 

FETÖ, Mor Beyin kumpasında ortaya çıktığı gibi, programın kullanıcı tabanını genişletmek amacıyla yaklaşık 10 uygulamaya ByLock server’ına yönlendirici tuzaklar kurmuştu. Böylece örgüt, sadece kendi tabanını değil, bu yapıyla alakasız en az 11.480 kişinin ByLock listesine eklenmesini sağladı. Bu durumun ortaya çıkması Yargıtay’ın içtihat değiştirmesini ve “USER ID” olmayan kullanıcılara beraat yolunu açmasını da sağladı ancak davalar “suçun manevi unsurunun” var olup olmadığı ve “içeriklerde kasta dair delil bulunup bulunmadığı” üzerinden yürütülmedi. Bu durum da örgütsel maksatla hareket edenler ile etmeyenler arasında ayrım yapılamaz bir sonuç doğurdu.

 

Baştan itibaren yapılan bu yanlışın sonuçları olacaktı. 

 

Örgüt, “dolgu malzemesi” yaptığı alt kademenin çileleri üzerinden uluslararası mahkemeler nezdinde kendini aklamak isteyecekti.

 

Son AİHM kararı da bu sonuçlardan biri.

 

AİHM esasında FETÖ/PDY adında bir örgütün varlığını kabul ediyor ve söz konusu kararda ByLock uygulamasının bazı ve hatta birçok kişi tarafından, ulusal makamlar tarafından bu terime atfedilen anlamda bir ‘örgütsel iletişim’ aracı olarak kullanıldığına bir itiraz getirmiyor. Yani programın örgütsel amaçlarla da kullanılabileceğine işaret ediyor, ancak bu delilin bir şablon olarak kullanılmasına itiraz ediyor. “Her sanık için ayrı ayrı değerlendirme yap” ve “suçun manevi unsurunu dikkate al” diyor. Bu talep, bizim hukukumuza da uygun. 

 

Mahkeme, “Ceza Kanunu’nun 314/2 maddesi ve Terörle Mücadele Kanunu hükümlerinin nasıl uygulanması gerektiğine ilişkin bu öngörülemeyen ve geniş yorumun etkisi, yalnızca ByLock kullanımına dayalı neredeyse otomatik bir suç karinesi oluşturmak ve başvuranın kendisini suçlamalardan aklamasını neredeyse imkânsız hale getirmek olmuştur” diyerek yaşadığımız sorunu tam olarak tespit ediyor. 

 

Gelinen aşamada (çok önceden yapılmalıydı) alt kademede kalan, cemaat mensubiyeti ile hareket eden, yukarıda ifade ettiğimiz süreç içinde kendisine yüklendiği için ByLock mağduru olan ve TCK m.314 gibi ağır bir suçtan mahkûm olanlar bakımından yeni bir yol açmakta yarar var. Tam da bugün sağlıklı kamu düzeni için buna ihtiyacımız var. 

 

Burada kamu güvenliği açısından en makul yol; “içerik incelemesi”, “suçun manevi unsuru olan kastın varlığının tespiti” gibi en temel hususları dikkate alan bir “yeniden yargılanma” yolunun açılması olabilir. Bu durum da beraat yolunu açacaktır. 

 

“Kontrollü Geri Kazanım” Stratejisi

 

Devlet aklı, gelinen aşamada yeni bir yönteme başvurmalı. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin üzerinden 7,5 yıl geçti ve yeni bir muhasebe yoluna ihtiyacımız var. Buna sadece AİHM kararı nedeniyle değil bir cinnet halesine dönüşmüş yargılamalar nedeniyle de ihtiyaç var. 

 

Hükümetin AİHM kararını uygulamayacağını sanıyorum. Lakin bu durum sürgit devam edemez. Türkiye’yi yönetenler sürecin ürettiği yorgunluğa ve bıkkınlığa bir çözüm üretmek zorunda. Unutulmamalı ki hücum ederek savaşmak kadar savaştıklarını kazanarak da başarı elde etmek mümkün. Kimileri kazanmanın imkân dahilinde olmadığını iddia ediyor. Kısmen haklı olabilirler. Lakin bu iddia kazandırılmak isteyen, devletiyle ve toplumuyla yeniden barışmak; bu tartışmalı düzenekten çıkarak sakin bir hayat yaşamak isteyen çok sayıda insanın var olduğu gerçeğini yok etmiyor. 

 

Devlet, daimî savaştan “kontrollü geri kazanım” stratejisine geçmelidir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.