Bir “Eski Zaman” Hocası: Doğan Özlem
Doğan Özlem, bu üniversite düzenine bol gelen hüviyetiyle iyi hocalık yaptı, üretken, çalışkan ve alçak gönüllüydü.
İnsan obitüer yazmaya başlayınca yaşlanmıştır. Hem “gidenlere” kronolojik olarak daha yakındır hem de bu yakınlığın temsil ettiği dünyanın çöktüğünü, ortaklıkların etrafının kuşatıldığını, anlayışın ve içgörünün çözüldüğünü farketmiştir. Dile sinen kekrelik, hayattaki yalpalama, yazıklanışın hüznü, yazarın kaçınılmaz sona karşı çâresizliğini ve tıpkı giden gibi geride kalanın da sahipsizliğini ilân eder. Gidenler zarar etmiyor, kalanların da kârı yok.
Doğan Özlem’i çok yakından tanıyor sayılmam, birkaç kere oturup konuşmuşluğumuz var, içten, sahici bir insandı. Sağda solda yazısını görüp, İzmirli dostlarımdan teksirle çoğaltılmış ders notlarını göndermelerini istediğimi, sanırım 80’li yılların sonuydu, hatırlıyorum. Bir keresinde, benim gibi Çankırı-Çorum kırsalından gelme bir meslekdaşımız hakkında atıp tuttuğumda (bu arada, Üstad, bu kavruk toprağa saldıranlardan olma; derdin ne, neyin peşindesin?) şöyle demişti: “O da benim gibi geç öğrenenlerden, geç öğrenenlerin sesi başlangıçta yüksek çıkar, anlamak gerekir. Yatışacaktır zamanla.”
Doğan Hoca, oldukça meşakkatli bir yoldan gelmekteydi; meselâ askerliğini er olarak yapmış, bu sürede, liseyi dışardan bitirmiş bir sürü işte çalışmış, bir vakit Almanya’da bulunmuş, üniversiteye oldukça geç intisap etmiş bir insandı. Hoca’yı sevenlerden Mehmet Küçük için bu kadarı yeterliydi. Hoca’yı başa yazmak, geride kalanları altına dizmek gerekirdi. “Akademisyen” olmanın imtiyazları peşinde koşmak yerine, hep işini yapmayı tercih etmesi eski dünyanın kanaatkâr ve zanaatkâr iklimine denk düşer. Üstelik, Türkiye’de artık pek temsilcisi ve takipçisi kalmayan bir geleneğin işçiliğini üstlendiğinden, yazdıkları itibariyle de yalnız bir insandı.
Çalışkan ve münbitti; disiplinin (felsefe) hemen her alanında bir metni mevcuttur ve yazdıklarını, tercümeleriyle de desteklemiştir. Belirtmeden geçemiyeceğim: Türkiye’nin en seçkin iki üniversitesinin felsefe bölümlerinin 30 yılda ürettiğinden daha fazlasını da üretmiştir (yaşasın kötülük!). Muhtemelen SSCI’de de geçmiyordur adı. “Impact şeysi” de zayıf olmalıdır. Herhangi bir üniversite lojmanında kalabileceği yahut kalma süresini uzatabileceği puanı da yoktur. Bunların “paradigmatik” metinler olup olmaması hiç önemli değil. Aksine, bütün o paradigmatik metinlerin solipsizminden uzakta, öğretici, açık ve kavramların hakkını veren metinler olmalarına ilâveten, “disipliner” bir zenginliğe de sahiptiler. “Kitapsız hocalık” nadiren değerli olabilir ama bu çok fakat gerçekten çok itibâr edilebilecek bir şey değildir ve bu türden insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Türkiye’de sosyal bilimler pratiğini belirleyen esas yaklaşım, artık, herşeyin postu, umumiyetle bir dilin (ingilizce) verimlerine ve tartışmalarına bağlı, neredeyse “anonim” bir öznenin yazdığı metinlerle çoğaltılan, kendisini en eleştirel varsaydığı durumda bile, “akademik pazarın” bütün verilerine riâyet eden, oradan varolmanın saymaca üstünlüğünü tepe tepe kullanan, üstelik eleştirel söylemi o pazarın içerisinde tutmaya yeminli bir yaklaşımdır. En parlak olduğu uğrakta dahi, sahibinin sesi tekrarından kurtulmayı başaramaz.
Neo-Kantçılığın bir sonucu olarak Geisteswissenschaften (“Tin” bilimleri, Hoca’nın tercih ettiği kavramla söylersek, “Kültür bilimleri”) geleneği, metodolojik açıdan sunduğu zenginlik bir yana, aslına bakılırsa, bir tür ikiliği mutlaklaştırma eğilimindedir. Özneyle nesne, açıklamayla idrâk, kültürle tabiat, nitelle nicel, birbirlerinin yoksayıcısı olarak konumlandırılır nerdeyse. Doğan Hoca’nın yazdıklarına şöyle bir bakış bile, hem bir ihtiyatlılığın hem de bir “öteki taraftan” objektifliğinin korunduğunu görebilecektir. Kaldı ki, pedagojik bir temkin ve teşrih, Hoca’nın metinlerinin en belirgin özelliği olagelmiştir.
Yine de Doğan Özlem’in bir bakıma o kuşağa özgü meselâ “azgelişmişlik” kavramına yönelik vurgusu (o kuşağın böyle bir derdi vardı sahiden; Ünsal Oskay -o da rahmet istedi- sözgelimi, Mülkiye hatıralarından kaçtığı bir gecenin sonunda, bütün o eleştirel teori literatürünü bir kenara bırakıp, “Tam Bağımsız Türkiye” sloganını atabilirdi) ilginçtir. Fakat bu kavram, kullanıldığı yerde nesneyi tanımlamaktan çok (gerçi sonuçta sosyolojik bir kaderi, verilmişliği de ifade eder), emperyalizme ait bir farkındalığı ve öfkeyi barındırır. Buna rağmen, bu öfke orada kalmaz. Hoca Weber kitabının sonunda şöyle yazmıştır: “Bir toplumun kendine özgü tarihsel durumunu açıklamak için geliştirilmiş bazı kavram ve kuramları, “şema” ve “sistem”leri, bir başka toplum için aynen uygulamaya kalkışmak, “yanlış bir kavram realizmi”ne ve dolayısıyla yanlış bir sosyolojiye yol açar.”*
Bu satırlara imza atmayacak az adam var Türkiye’de; sağdan ve soldan, hatta ortadan. Üstelik, bunların çoğu İbn Haldun’un devrevî tarih ve toplum anlayışının günümüze ışık tutacağına (belki de öyledir) inanıyor ve işi “kökü dışarda” kavramlarla bilim yapılamıyacağına götürüyorlardır. Gelgelelim, bu tutum bir bakıma tam da her türlü teorik ve kavramsal girişimin açık muhalifi. Hangi kavram ve teori, hangi şema ve sistem Türkiye’ye ya da başka bir topluma, “azgelişmiş” bir ülkeye uygulanamaz? Hangi toplum, hangi ülke, özellikle günümüzde, herhangi bir kavramsal nosyona karşı bağışıklık taleb edebilir? Artı-değer teorisi, yahut rasyonalleştirme argümanı, bilimler pratiğinin hangi aşamasında yanlış bir sosyolojiye yol açmıştır? İslâmi bir politik ekonomi, sömürüden ve basit ya da genişletilmiş yeniden üretim kavramlarına sırt çevirerek iş görebilir mi?
Doğan Hoca, Türkiye için, üniversite için çok faydalı, çok işlevsel olabilecek bir yolun sakası olarak hizmet veremeyecek artık. Ondan sonra gelen ve aynı kaygılara ve donanıma sahip başka bir insan var mı, bilmiyorum. Doğan Hoca ve benzerlerini pratikte artık işgöremez hâle getiren bu akademik düzenin konforuna kapılıp gitmemek zor. Umarım bir yerlerde birileri, hâlâ inatla, “sosyal bilimler felsefesi” ve “sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri”nin aynı şey olmadığını anlatmak için kendisini yırtıyor ve netice alamıyordur.
İyi bir insanı, değerli bir akademisyeni kaybettik. Allah rahmet eylesin, ışıklar altında uyusun.
__________________
* Doğan Özlem, Max Weber’e Bilim ve Sosyoloji, İstanbul: Ara, 1990, s. 233. İtalik Doğan Özlem’in.