Bir Özbek Öyküsü, “İnsan ve Köpek” Üzerine
Conatus, canlı-cansız tüm sonlu varlıkların var kalma çabasıdır. Bu var kalma çabası ise bizim ve diğer varlıkların birbiriyle karşılaşmalarının imkân verdiği ölçüde devam eder. Daha doğrusu öteki, bizim var kalma çabamızı imkânsız hâle getirene kadar sürer. Bu karşılaşmalar bizim seçimimiz dışında gelişir, işte çaba da buna rağmen var olmak, direnmektir.
Günümüz Özbek Öyküsü ile ilgili okumalar yaparken Uluğbek Hemdem’in yazdığı “İnsan ve Köpek” isimli bir öyküye rastladım. Dili, kurgusu ve hikâyesiyle ilgimi çeken bu öykü üzerinde yazarak düşünmek istedim. Öykünün ismi bile işaret ettiğinin fazlasını anlatıyor sanki. ‘İnsan’ın köpekle kadim hikâyesini, ama nasıl?
Öykünün başında köylü Avaz’ı, eşi ve küçük oğlunun yaşadığı evin avlusunda, ahırın çatısında hayvanları için yiyecek hazırlarken görürüz. Kış yaklaşmaktadır fakat tavuklarla ilgili ciddi bir sorun vardır, tavuklar son dönemde kümesten hızlı bir şekilde eksilmektedir. Bunun müsebbibinin tilki olduğu düşünülür ilkin, sonra Avaz’ın eşi bir haber verir, yenilerde vefat eden yan bahçe komşuları Bahçıvan Ergeş’in köpeği çalmaktadır tavukları. Başka bir komşunun da hindisinin çalındığını ve bu duruma acilen bir çözüm bulmaları gerektiğini söyler. Durum onlar için çok şaşırtıcıdır, çünkü Akbaş’ın böyle bir yola başvurmasına anlam veremezler. Akbaş küçüklüğünden beri onların arasında, onlarla birlikte büyümüştür. Sahibi ölünce başıboş kalmasına yorarlar mevzuyu. Başka bir neden de aramazlar.
Öykü, Avaz’ın gittikçe yükselen tondaki öfkesi, hırsı, hıncıyla ilerler. Avaz’ın köpekle ilgili konuşmaları, yorumları kendisini ve öyküyü sarar. Akbaş’ı görmeyiz, sesini duymayız, o sadece tavukları çalan bir suçlu hükmünde sessizleştirilir. Köpek öldürülmelidir, çünkü tavukları olmadan, yaklaşan kışta aç kalacaklarını düşünürler. Hikâyenin bundan sonrası köpeği öldürme çabası, küçük oğul Azad’ın, Avaz’ın eşinin ve komşu Tolkın’ın buna karşı çıkışı arasındaki gerilimle devam eder. Öykünün sonunda köpeğin tavukları çalışının nedenini öğreniriz. Olan olmuştur, köpek önce kurulan kapana kısılır sonra kaçarken Avaz tarafından tüfekle yaralanır en sonunda da ölür ama hem öykü karakterlerini hem de okuru eli kolu bağlı ve sorularla bırakarak biter öykü.
Akbaş’ın tavukları çalmasının çok önemli bir nedeni vardır. Gün ağarırken tarlanın ortasında bir çukurda bir şeyleri taşırken görürüz onu, tepesinde Avaz, tüfeğini ona doğrultmuşken teker teker yavrularını güneşi görecekleri bir yere taşır. Yaralı hayvan güçlükle hareket eder. İşte bu an, bu kısa öykünün sesini insanlığa duyurabileceği bir güç kazanır. Öykü ilk kez köpeğe ses verir. O artık tüfekten korkmuyor, kendisine zarar veren insandan artık çekinmiyor, “ölümü boynuna asmış öylece bakıyor” ve insanca bir bakış atıyor Avaz’a. Bu bakışta şunları dillendiriyor: “İşte ben. O senin tavuklarını, Kunduz Teyze’nin hindisini ve Berdibay’ın bir şeylerini boğazlayan hırsız köpek! Başka hiçbir şey demeyeceğim. Her şeyi gördün, her şeyi anladın. Ne yapacaksan yap, seçim senin. Gık çıkaran namerttir. İster öldür ister yavrularımla bu çukura göm… Durma vur!” diyormuş gibi baktığını düşünür Avaz. Bu gözlerden her şeyi anlar ama anladıklarını hazmedemez, kaskatı kesilir. O sırada yara aldığı boynundan kanlar akan köpek yere yığılır. Akbaş ölürken bakışlarıyla Avaz’ı derinden etkiler: “Ama köpeğin gözleri, bakan gözleri Avaz’ın yanında kaldı… Bu bir ömre bedeldi! Köpeğin o anlarındaki bakışları etini deşip geçen adamın kurşunundan daha sivriydi. Bu bakışlar adamın yüreğini bütün bir ömür boyunca her gün, her an tekrar tekrar delip geçecekti.”
Tüm Sonlu Varlıkların Var Kalma Çabası
Hikâyedeki ana gerilimi insanın ve bir köpeğin var kalma çabası diye okuyorum. Yaklaşan kış, ailesinin karnını nasıl doyuracağını hesap etmek zorunda olan bir baba ve hamileyken karnındaki yavruların besini için tavukları çalan anne köpeğin karşılaşması. Sorun bu iki çabanın kesiştiğinde neler olabileceğinden kaynaklanıyor. Bu kesişim bana Spinoza’nın conatus kavramını hatırlattı, ya da şöyle diyeyim, bu kesişen çaba sanki ancak conatus ile açıklanabilir. Conatus, canlı-cansız tüm sonlu varlıkların var kalma çabasıdır. Bu var kalma çabası ise bizim ve diğer varlıkların birbiriyle karşılaşmalarının imkân verdiği ölçüde devam eder. Daha doğrusu öteki, bizim var kalma çabamızı imkânsız hâle getirene kadar sürer. Bu karşılaşmalar bizim seçimimiz dışında gelişir, işte çaba da buna rağmen var olmak, direnmektir.
Sevinç Türkmen Ekopraksisin Ontolojisi: Spinoza ve Marx isimli çalışmasında conatus kavramının Spinoza’nın felsefesinin ve ontolojisinin kurucu unsuru addedilebileceğini söyler. Bu kavrama göre: “Varlığı koruma çabası denen erdemden daha üstün bir erdem yoktur.” Bireylerin ontolojik eşitliğinin bu ilkeye dayandırılır.
Bu bağlamda Akbaş’ın var kalma çabasını ve bu yüzden tavukları yemesini çok rahat anlayabiliyoruz. Peki, Avaz’ın var kalma çabasındaki sorun neydi? Onun tavuklarını koruma içgüdüsünü anlayabiliyoruz. Asıl sorun onun bunu bir savaşa dönüştürmesi, başka yollar aramaması ve öfkesine yenilmesi sanırım.
Avaz, Akbaş’ı anlamak için onun neden bu denli çok yemek yemeye ihtiyaç duyduğuyla ilgili soru sormadan hareket etti. Zaten Avaz’ın köpek için kullandığı dil, onun zihinsel çıkmazlarını, bilinçdışını açığa çıkarırken, genel bir insanlık durumunu da yansıtıyor. Daha doğrusu aklıselimin de her zaman var olduğu düşüncenin karşısında bir duruşu. Komşu Tolkın, köpeği öldürmeye gönlünün el vermediğini, mahallenin aksakallılarına danışmaları gerektiğini ve bunun bir günah olacağını söyledikçe Avaz onu duymaz. Avaz, karşısında ezeli bir düşmanı varmış gibi davranır, köpek ilk kez kapana sıkışıp yaralandığında ona şöyle seslenir: “Rahmetli Ergeş abinin arkasında dolanırdın… Biz seni asla aç koymadık. Ne yersek bir yanından sana da nasip ayırdık. Hatırlıyor musun bunları, nankör?”.
Bu konuşma, insanın hayvanlara insani özellikler atfederek düşünmesine, yani antropomorfizme denk düşüyor. Avaz Akbaş’ı insanlaştırarak, onu belki de erkek bir düşman ya da nankör bir çocuk olarak karşısına alabiliyor ve ondan intikam almak istiyor. Halbuki Akbaş’ın, nankörlüğün neye karşılık geleceğinden haberi, buna dair bilgisi yok.
İlerleyen bölümlerde Avaz’ın köpeği insandan aşağı gördüğünü, nesneleştirdiğini takip ederiz. “İtin yeri mezarlık” diye geçirir içinden. Küçük oğul Azad, babasına onu öldürmemesi için her seslenişinde bir köpek için babaya karşı gelinmeyeceği, bir köpek için değmeyeceğini söyler. Avaz’ın eşi ise oğlunun babası tarafından dövülmesine, “bir köpek için çocuğu mu dövüyorsun” diye karşı çıkar. Akbaş’ın onların hayatında, geçmişinde bir yer tuttuğunu, onlarla bir hikâyesi olduğunu asıl unutan kendileridir. Akbaş tüm o hikâyelerden arındırılarak aşağı görülen bir nesneye dönüşüverir hızlıca. Akbaş’a yönelik şiddetin öncelikle dilde başladığını fark ederiz.
Asli ve Ezeli Hastalığımız: Kibir
Sanırım kibir, insanın kibri de bu acımazlığı getiriyor. Montaigne’in Hayvanlara Övgü isimli denemesi, “Kibir asli ve ezeli hastalığımızdır bizim” diye başlıyor. Montaigne’e göre tüm yaratıkların en bahtsızı ve zayıfı olduğu halde en mağruru insandır. İnsan kendisini Tanrı’yla bir görür, kendine ilahi nitelikler atfeder, kendine akıl atfederek kendisini hayvanlardan üstün görür. Ve bizim onları anlamamız, aramızdaki iletişimin eksikliği insanlardan kaynaklanır. Biz de onları, onların bizi anladığından daha fazla anlıyor değiliz. Düşünür, denemesini hayvanların kendi dillerinin nasıl da yeter ve artar olduğunu, dil diye insana atfettiğimizden hiç de daha az gelişmiş olmadığını anlatmaya çalışır. Öyküye bu zaviyeden baktığımda Avaz’ın karakterinde görünür kılınan insan kibri ve köpeği anlamayan, onun sesine kulak vermeyen düşünce daha belirginleşiyor.
Öykünün sonunda Avaz hatasını anlar, dünyası başına yıkılır. Oğlunun, komşuların ikazlarına kulak vermediğini, kendisini doğru bulduğunu idrak eder. En kötüsü de Allah’ı, hesap görücü olan Hasîb’i unuttuğunun farkına varır, günaha battığını düşünür. Avaz, gözleri açılmamış yavrular kucağında köyüne dönerken öykü biter. Yaşama çabası, onda hadsiz bir hırsa ve korkuya dönüşmüş, ona bu cinayeti işletmiştir. Yavrularını yaşatma çabası Akbaş’ın sonunu getirmiştir. Bu karşılaşmada kaybeden kimdir? Akbaş ölmüştür ama gözlerinin konuşmasıyla Avaz’ın vicdanında ömür boyu çakılı kalacak mesajını bırakmıştır. Hem yavruları yine Avaz’ın eliyle büyütülecektir. Uluğbek Hemdem’in kısa öyküsü bu soruları çoğaltarak zihnimde okunmaya devam ediyor.
Kaynaklar:
Günümüz Özbek Öyküsü, Çev. Hamza Öztürkci. Ankara: Hece Yayınları, 2021.
Michel De Montaigne, Hayvanlara Övgü. İstanbul: Can Yayınları, 2022.
Sevinç Türkmen. Ekopraksisin Ontolojisi: Spinoza ve Marx. İstanbul: İthaki Yayınları, 2021.